22O (Rabb) ki yeryüzünü sizin için bir döşek, gökyüzünü bir bina yaptı. O, gökten su indirip onunla çeşit çeşit meyveleri size rızık olarak çıkardı. O halde, bile bile, Allah'a eşler koşmayın " Bunda birçok meseleler vardır: Ayetteki (......) Nin I'rabı: (......) lafzı ya sıla cümlesi ile birlikte cünlesinin sıfatı olarak veyahut da medh ve ta'zim olarak mansubtur, veya mübtedâ olarak mahallen merfûdur. Nasb halindeki medih manası, ref halinde de vardır. İkinci Mesele (......) lafzı, malum bir hüküm ile tarif etmeye çalıştığımızda, müfred bir kelimeye işaret etmek için konulmuş bir kelimedir. "Babası gitmiş olan adam gitti " demen gibi... Buna göre (Babası gitmiş olan) cümlesi malum bir hükümdür. Adamı, bu bilinen hüküm ile tarif etmeye çalıştığında onun başına (......) kelimesini getirirsin. Bu, nahivcilerin, marife kelimeleri, cümlelerle tavsif etmek için kullanılır" sözlerinin gerçek manasıdır. Bunun böyle olmduğu sabit olunca, âyeti, o müşriklerin, yeryüzünü bir döşek, göğü de bir bina olarak yapmış olan bir varığin mevcudiyetini bilmiş olmalarını iktiza eder. Bu ise, Hak teâlâ'nın: "Onlara, gökleri ve yeryüzünü kimin yarattığını sorarsan, '"Allah" diyeceklerdir "(Lokman, 25) ayetinin ifade ettiği şeydir. Ayetin Ihtiva Ettiği Enfûsî Ve Afakî Tevhid Delilleri Allahü teâlâ, bu ayette, ikisi enfûsî, üçü de afakî olan beş türlü delil zikretmiştir. Evvela (Sizi yaratan) lafzı ile başladı; ikinci olarak "Ve sizden öncekileri"ifadesi ile babaları ve anneleri; üçüncü olarak yeryüzünün bir döşek olmasını; dördüncü olarak gökyüzünün bir bina olmasını, beşinci olarak da ibaresi ile de gök ile yerin her ikisinden meydana gelen şeyleri zikretti. Bu tertibin birkaç sebebi vardır: a) İnsana en yakın şey, kendisidir. İnsanın, kendi varlığının durumlarını bilmesi, başka şeyleri bilmesinden daha nettir. İstidlalde bulunmaktan maksad ilim elde etmek olduğuna göre, delalet cihetinden en açık olan ilim ifade etme bakımından en güçlü ve anılmaya en layık olur. Bu sebeble, insanın önce kendisini, sonra babalarını ve annelerini, üçüncü olarak yeryüzünü zikretti; Çünkü yeryüzü insana gökten daha yakındır ve insan gökyüzünün durumlarından çok yeryüzünün durumlarını bilir. Gökyüzünü, gökten yağmurun inmesinden ve bu yağmurla meyvelerin çıkmasından önce zikretti. Çünkü yağmur, gök ile yeryüzünün her ikisinden doğmuş bir iş gibidir. Eser, müessirden sonra gelir. Bu sebebten ötürü, Hak teâlâ, yağmuru, yeryüzü ve gökyüzünün zikredilmesinden sonra zikretmiştir. b) Mükelleflerin, canlı ve kudret sahibi olarak yaratılmış olması, bütün nimetlerin temelidir. Yerin, göğün ve yağmurun yaratılmasına gelince, bunlardan istifade etmek, yaratılmış olmak, hayat, kudret ve iştiha sahibi olmak şartlarına bağlıdır. Bu sebeble birinci derece olan şeylerin, ikinci derece olan şeylerden önce zikredilmesi gerekir. Yaratıcının varlığına delalet eden yerde ve gökteki herşey, zaten insanda mevcuttur. Yerde ve gökte bulunmayan deliller de insanda mevcuttur. Çünkü insanda hayat, kudret, şehvet ve akıl vardır. Bütün bunlar, Allah'dan başkasının kadir olamayacağı şeyler türündendir. Cenab-ı Hakk'a delalet eden bütün delil çeşitleri insanda mükemmel olarak bulununca, insanın önce zikredilmesi daha uygundur. Bil ki tertibteki sebebi zikrettiğimiz gibi, bu sebebten herbirindeki faydalan da zikredeceğiz. Yeryüzünün Döşek Misali Yaratılması Allahü teâlâ, bu ayette, yeryüzünü döşek kıldığını söylemiştir. Bunun bir benzeri de, "Yoksa yeri bir karargâh yapan, aralarından ırmaklar akıtan mı?"(Neml, 61) ve "O, yeryüzünü sizin için bir beşik (gibi) yapandır "(Zuhruf, 10) ayetleridir. Yeryüzünün, bir döşek gibi olması, bazı şartlara bağlıdır: 1) Onun sakin olmasıdır. Bu böyledir. Çünkü, O, şayet hareketli olsaydı, bu hareket ya düz olurdu veya dairevi olurdu. Eğer düz olsaydı, manada o yeryüzü bizim için bir döşek olmazdı. Çünkü yüksekten adayan bir kimsenin, bu durumda, yeryüzüne düşememesi gerekirdi. Zira yeryüzü kayıp gitmektedir. Bu insanda boşlukta kalır. Yeryüzü insandan daha ağırdır. İki ağır şeyden, düştükleri esnada daha ağır olan, daha hızlıdır. Daha yavaş olan, süratli olana ulaşamaz. Bu sebeble, o insanın yere düşmemesi gerekirdi. Böylece yeryüzü düz bir şekilde düşerse, bir döşek olamaz. Eğer yeryüzünün hareketi dairevi olursa, ondan istifademiz tam olmazdı. Yeryüzünün hareketi, mesela doğuya doğru olduğunda, o insan da batıya doğru hareket etmeyi istiyorsa, şüphesiz yerin hareketi daha hızlı olacaktır. Böylece de insanın olduğu yerde kalması ve ulaşmak istediği yere ulaşamaması gerekecektir. Halbuki, İnsanın istediği yere ulaşması mümkün olunca, yeryüzünün ne düz yönde, ne de dairevi olarak hareket etmediğini anlamış olduk.... O halde, yeryüzü sakindir. Sonra ulemâ, bu sükun halinin sebebi hususunda birkaç bakımdan ihtilaf etmişlerdir. Birincisi: Yeryüzünün, alt tarafından bir sınırı yoktur. Bu böyle olunca, yerin duracağı bir yer olmaz, dolayısıyla bir yere de inmez... Bu görüş, yanlıştır; çünkü cisimlerin sonlu olduğu delil ile sabittir. İkincisi: Cisimlerin sonlu olduğunu kabul edenler, yeryüzünün küre değil, tam aksine yarım küre şeklinde olduğunu, kürevî kısmının üstte, düz kısmının ise altta; ve bu düz kısmının da su ile hava üzerine oturmuş olduğunu; ağır olanın, yayıldığında, bir kurşun gibi hava ve suyun içine batmadığını; çünkü kurşunun da yayıldığında batmadığını, bir araya getirildiğinde kütle halindeyken batmadığını söylemişlerdir. Bu, iki yönden yanlıştır. a- Çünkü su ve havanın durma sebebinden bahsetmek, yerin durma sebebinden bahsetmek gibidir. b- Niçin yeryüzünün alt kısmı, suyun üzerinde durabilecek şekilde düz, üst kısmı da kürevi şekilde olmuştur? Üçüncüsü: Yerin sakin olmasının sebebinin, onu her taraftan kendine doğru çeken felekler olduğunu söyleyenlerdir. Felekler yeryüzünü her taraftan eşit şekilde çektikleri için, yeryüzü tam ortada kalır. Bu görüş de iki yönden batıldır. a) Daha küçük olan, büyüğe nazaran daha hızlı cezbolunur. Zerre kadar olan dünyaya ne oluyor da, feleklere) doğru niçin çekilmiyor? b) Yakın olanın cezbolunması, daha uygundur. O yukarıya doğru fırlatılmış bir zerrenin cezbolunması, daha kolaydır. Bu nedenle onun tekrar geriye dönmemesi gerekir. Dördüncüsü: Şöyle diyenlerin görüşü: Yeryüzünün sakin olmasının sebebi, feleklerin onu her taraftan itmesidir. Nitekim bir parça toprak, camdan bir şişe içine konulup sonra tepesinden tutulup hızlıca çevirildiğinde, itme kuvveti her taraftan aynı şiddette olduğu için, o toprak şişenin tam ortasında kalır. Bu da beş bakımdan geçersizdir: a) İtme kuvveti bu dereceye vardığı halde, neden hiçbirimiz onu hissetmiyoruz? b) Bu itmenin hali nedir ki, bulutların ve rüzgarların hareketini belli bir yöne çevirmiyor. c) Yine bu itmenin hususiyeti nedir ki dünyanın batıya doğru dönmesini, doğuya doğru dönmesinden daha etkili kılmamıştır. d) Ağır olan şeyin büyük olduğu oranda, daha yavaş hareket etmesi gerekir. Çünkü güçlü bir itici tarafından büyük bir cismin itilmesi, küçük bir cismin itilmesinden daaha yavaştır. e) Düşmekte olan ağır bir cismin hareketinin başlanğıçtaki sürati nihai hareketinin süratinden daha fazladır. Çünkü başlangıçta o cisim felekten daha uzaktadır. Beşincisi: Yeryüzü tabii olarak feleklerin ortasında durmak ister. Bu Aristoles ve talebelerinin görüşüdür. Bu görüş te zayıftır. Çünkü cisimler, cisim olma hususunda birbirine eşittirler. Öyleyse bu cisimlerden bir kısmının, kendisi sebebiyle bu durumu istemiş olduğu sıfat ile tahsisi edilmesinin caiz olması gerekir. Bu durumda da bu tahsis edilme bir Fail-i Muhtar'a muhtaç olur. Altıncısı: Ebu Hâşim şöyle demiştir: “Yer yüzünün alt yarısında yüksek, üst yarısında da alçak payandalar vardır. Her iki taraftaki payandalar dünyayı sıkıştırdıından dolayı, dünyanın durması gerekmiştir.” Buna şu soruyu sorarız.: “İki yarımdan her birinin özel bir sıfat ile tahsis edilmeleri ancak bir Fail-i Muhtar ile mümkündür. Bizim anlattıklarımız ile yeryüzünün ancak Allahü teâlâ tarafından sakin kılınmasının temin edildiği ortaya çıkmıştır. İşte durumböyle olunca deriz ki: Onun, ne üzeri ile bir alakası, ne de altında bir desteği olmaksızın, yeryüzünün müstakar (kararlı) olduğunu bilmek için, yeryüzüne iyice bak. Yer yüzünün üzerinde bir bağı olmadığı hususuna gelince bu gözle görülecek kadar bellidir. Şöyle ki yeryüzü şayet, bir bağ ile tutturulmuş olsaydı, bu bağın bir başka bağa ihtiyacı olurdu. Bu da ilanihaye uzanırdı. Bu izah ile yeryüzünün altında da bir payanda olmadğığ ortaya çıkmış olur. Böylece biz, onu, kudreti ve ihtiyarı ile tutuan bir varlığın olması gerektiğini bilmiş olduk. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “ Muhakkak ki Allah gökleri ve yeri, yerlerindin ayrılmasınlar diye tutmaktadır. Eğer onlar yerlerinden oynarlarsa, Allah'dan başka kimse onları yerinde tutamaz” (Fatır, 41) 2) Yeryüzünün bizim için bir döşek olması için, taş gibi sert olmaması gerekir. Çünkü taş üzerinde uyumak ve yürümek bedene acı verir. Yine, mesela yeryüzü altından olsaydı, üzerini eşmek ve istenildiği gibi bir şeyler yapmak imkansız olacağından, üzerinde ziraat yapılması ve ondan evler edinmek mümkün olmazdı. Yine yeryüzünün insanın içine battığı su gibi son derece yumuşak olmaması da gerekir. 3) Yine yeryüzünün çok şeffaf ve saydam olmaması da gerekir. Çünkü şeffaf olan birşeyin üzerinde ışık durmaz. Böyle olan bir şey de yıldızlardan ve güneşten gelen ısı ile ısınmaz. Böylece de son derece soğuk olur. İşte bu sebeble Cenab-ı Allah, yeryüzünü, ışık üzerinde durabilsin de böylece o ısınsın ve bu özelliği ile de canlılar için bir döşek olsun diye tozlu topraklı yarattı. 4) Yeryüzünün seviyesinin sudan yüksek olmasıdır. Çünkü yerin tabiatı, suya batma özelliğine sahiptir. O zaman da denizlerin kara parçalarını kaplaması gerekirdi. Eğer böyle olsaydı, yeryüzü bizim için bir döşek olamazdı. Bize bir döşek olmaya elverişli olsun diye, sudan yükselen adalar gibi, Hak teâlâ, yeryüzünün tabiatını değiştirererk, bazı kısımlarını suyun üstüne çıkardı. Bazı insanlar, yeryüzünün bir döşek olmasındaki şartın, onun bir küre olmaması olduğunu iddia ederek, bu ayeti, yeryüzünün küre olmadığına delil getirmiştir. Bu gerçekten uzak bir görüştür. Çünkü küre pek çok büyük olursa, onun her parçası üzerinde yerleşme imkânı verme yönünden düzlük olur. Dağlar yerin kazıkları durumunda olduğu halde onlaıın üzerinde yerleşmenin mümkün olması, bu hususu daha iyi anlatır. Bu daha uygun bir açıklamadır. Allah en iyi bilendir. Yeryüzünün Fayda Ve Özellikleri Yeryüzünün diğer faydalan ve sıfatları hakkındadır: Birinci fayda: Onda meydana, gelen ve tafsilatını ancak Allah'ın bildiği madenler bitkiler, canlılar ve ulvî-süfli alametler gibi birtakım şeylerdir. İkinci fayda: Nemin yeryüzünü bürümesi, böylece de mürekkeb varlıkların bedenleri ile temasa geçmesidir. Üçüncü fayda: Yeryüzü bölgelerinin değişiklik arzetmiş olmasıdır. Mesela bir kısım bölgeler yumuşak zeminli, bir kısmı sert, bir kısmı çorak, bir kısmı da taşlıdır. Bu da Cenâb-ı Allah'ın: "yeryüzünde birbirine komşu kıtalar vardır. "(Rad 4) ve "Güzel memleketin nebatı, Rabbinin izniyle (bol) çıkar. Fena olandan ise faidesi pek az bir şeyden başkası çıkmaz. "(A'raf, 58) ayetleri ile bahsettiği husustur. Dördüncü fayda: Yeryüzünün renklerinin değişik değişik olmasıdır. Mesela kızıl, beyaz, siyah, kül rengi ve toz rengi olması gibi. Nitekim Allahü teâlâ: "Dağlardan da beyaz beyaz, kırmızı kırmızı, renkleri çeşitli ve kuzgûnîsiyah yollar (yaptık) " (Fatır, 27) buyurmuştur. Beşinci fayda: Yeryüzünün bitkiler ile varılmasıdır. Nitekim Allah Subhanehu: "(O nebat ile) yarılan yere (yemin olsun)"(Tarık, 12) buyurmuştur. Altıncı fayda: Yeryüzünün gökten inen yağmurları depo etmiş olmasıdır. Allahü teâlâ şu ayetlerîyle buna işaret etmektedir: "Gökten de belli bir miktarda yağmur indirdik ve onu yeryüzünde tuttuk. Şüphesiz ki biz onu gidermeye de kadiriz. "(Müminun, 18) "De ki, eğer suyunuz yerin dibine çekilip giderse, size kim akar bir su getirir, bana söyleyin?" (Mülk, 30). Yedinci fayda: Yeryüzünde büyük nehirlerin ve su kaynaklarının oulunmaşıdır. Hak teâlâ; "Cenab-ı Allah yeryüzünde oturaklı oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratmıştır "(Ra'd, 3) sözü ile buna işaret etmiştir. Sekizinci fayda: Yeryüzünde maden ve maden cevherlerinin bulunmasıdır. Allahü teâlâ; "Yeri de (döşeyip) yaydık. Onda sabit dağlar (yaratıp) koyduk, oralarda herşeyden (münasib) bitkiler bitirdik. "(Hicr, 19) ayetiyle buna işaret kiriştir. Cenab-ı Hak daha sonra bu hususu iyice açıklayarak: "Hiçbirşey yoktur ki, onun hazineleri bizim yanımızda olmasın. Biz onları ancak, belli bir ölçü ile indiririz "(Hicr, 21) buyurmuştur. Dokuzuncu fayda: Yeryüzünün ortaya çıkardığı toprak altındaki tane çekirdeklerdir. Nitekim Allahü teâlâ: "Hiç şüphesiz Allah taneleri ve çekirdekleri çatlatarak (bitkileri ve :4aclan çıkaran)dir. "(En'am, 95) ve "O, göklerdeki ve yerdeki her gizliyi (meydana) çıkarır "(Neml, 25) buyurmuştur. Hem sonra yeryüzünün cömert bir karakteri vardır. Çünkü sen ona tek bir tohum atarsın, buna karşılık o, bunu sana yediyüz misli ile verir. O, "Yedi başağı olan, her başağında da yüz tanesi olan bir tek tohumun hali gibidir "(Bakara. 261) buyurmuştur. Onuncu fayda: Yeryüzünün ölümünden sonra tekrar hayat bulmasıdır. Nitekim Allah; "Suyu kupkuru ve çorak yere sevkettiğimizt, onunla ekini çıkardığımızı görmediler mi?"(Secde, 27) ve "Canlandırdığımız, ve içinden yeyip durdukları taneler çıkardığımız ölü toprak onlar için bir delildir (ayettir "(Yasin. 33) buyurmuştur. Onbirinci fayda: Yeryüzünde renkleri, şekilleri ve yaratılışları farklı farklı olan canlıların bulunmasıdır. Cenâb-ı Allah buna; "O, şu görüp durduğunuz gökleri direksiz yarattı. Yere, sizi sarsar diye, sabit dağlar koydu. Orada, herbir canlıdan nice çeşitler yaydı "(Lokman, 10) ayetiyle işaret etmiştir. Onikinci fayda: Yerde, renkleri, türleri ve faydaları değişik olan bitkilerin bulunmasıdır. Buna da: "Onda her çeşitten güzel çiftler (bitkiler) bitirdik "(Kâf, 7) ayetiyle işaret etmiştir. Bitkilerin renklerinin, tatlarının ve kokularının farklı olması birer delildir. İnsanların ve hayvanların gıdaları da onlardandır. Nitekim Cenab-ı Allah; "Hem siz yeyin, hem hayvanlarınızı otlatın" (Tâhâ, 54) buyurmuştur. İnsanların yiyeceklerine gelince, bu yemekleri, katıkları, ilaçları, meyveleri ve tatlılık ile ekşilikte çok çeşitli olan ürünleri de yeryüzünden sağlanır. Nitekim Cenab-ı Hak; "Onda, arayanlar için dört günde eşit gıdalar takdir etti "(Fussilet, 10) buyurmuştur. Yine insanların giyecekleri de yeryüzünden elde edilir. Çünkü giyecekler pamuk ve keten gibi, ya bitkilerden elde edilir, veya kıl, yün, ipek ve deri gibi, hayvanlardan elde edilir. Bu şeyler de Cenab-ı Hakk'ın yeryüzüne dağıttığı hayvanlardan elde edilir. Buna göre, insanların yiyecekleri de giyecekleri de yeryüzünden elde edilir. Sonra Cenab-ı Hak da; "Allah, sîzin bilmediğiniz (daha birçok şeyi) yaratır. "(Nahl, 8) buyurmuştur. Bu ayette, ancak Allah'ın bilebileceği sayısız faydaların mevcudiyetine işaret vardır. Sonra Cenab-ı Allah, sen öldükten sonra, kabahatlarını örtecek vasıfta yaratmış ve şöyle buyurmuştur: "Biz yeri, dirilerin ve ölülerin toplandığı bir yer yapmadık mı?"(Mûrselât, 25-26); "Sizi o (toprak) tan yarattık ve yine oraya döndüreceğiz "(Taha.55). Sonra Cenab-ı Allah, bütün bu büyük faydalan gök ve yerde toplayarak şöyle buyurdu: "O göklerde ve yerde ne varsa, herşeyi sizin emrinize verdi "(Casiye, 13) Onüçüncü fayda: Yeryüzünde çeşitli taşların bulunmasıdır. Onlardan bazı küçük taşlar zinete elverişlidir, yüzüklere kaş yapılır. Büyüklerinden de bina yapımında kullanılabilecek olanlar vardır. Çok bol bulunan ve yanan taşlar (kömürler) ile, pek nadir olan kırmızı yakutlara bir bak. Sonra dön, bu değersiz sayılan taştaki (kömürdeki) faydanın çokluğuna ve değerli sayılan yakut taşının faydasının azlığına bir bak. Ondördüncü fayda: Allah'ın yeryüzünde altın ve gümüş gibi kıymetli madenler yaratmasıdır. Bir düşün, insanlar nasıl ince sanatlar ve kıymetli mamuller meydana getiriyorlar? Sonra denizin derinliklerinden balıkları nasıl çıkarıyor, göz alıcı yüksekliklerden kuşları nasıl yakalıyorlar, buna rağmen artın ve gümüşü meydana getirmekten nasıl aciz oluyorlar? bir bak. Bu aciz kalışın sebebi şudur: Altın ve gümüşün yaratılmalarının faydası sadece bir değer (para) olmalarıdır. Bu fayda ise ancak, onlar az miktarda olurlarsa mümkün olur. O halde, bu ikisini meydana getiren, bunların yaratılışlarında hikmeti boşa çıkarmış olur. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, bu hikmeti onaya koymak ve bu nimetin devamını sağlamak için, bunların icadı önüne bir engel koymuştur. Bu sebebten ötürü, mahlukata zararı olmayan şeyleri elde etmede, insanlara güç vermiş, böylece de onlar, bakırdan sarı madeni, mdan da camı elde edebilmişlerdir. Bu incelikler ve akıllara hayret verici hususları insan düşündüğünde, bütün bu işlerin Hakim, Kadir ve Afim bir yaratıcıya muhtaç olduğuna inanmaya mecbur kalır: Cenab-ı Allah, zalimlerin söylediklerinden tamamiyle münezzehtir, yücedir ve büyüktür." Onbeşinci fayda: Bina, çatı yapımında kullanılan ve yakacak olarak istifade edilen ağaçların yeryüzünde ve dağlarda çokça bulunmasıdır. Hele ekmek ve yemek pişirirken insanın bu oduna ne kadar ihtiyacı vardır. Cenab-ı Hak, yeryüzünün delillerine ve sağladığı faydalara, ediblerin Yaşamayacağı ve fasihlerin ifadeden aciz kalacağı birtakım lafızlarla dikkat çökerek: "O (Allah), yeri yayıp döşeyen, onda sabit dağlar ve nehirler yaratandır. O, her türlü meyveyi de yeryüzünde ikişer çift yaratmıştır"(Ra'd, 3) buyurmuştur. Nehirlere gelince onların da, Nil, Seyhun, Ceyhun ve Fırat gibi büyükleri olduğu gibi küçükleri de vardır. Bunlar pek çok olup, hepsi de içmeye, ziraate ve diğer faydalı işlere elverişli tatlı sular taşırlar. Gök Ile Yerden Hangisinin Efdal Olduğu Gökyüzü mü, yeryüzü mü üstündür meselesidir. Bazıları, birtakım sebeblere binaen gökyüzünün daha üstün olduğunu söylemişlerdir: 1) Gökyüzü meleklerin ibadet yeridir. Orada Allah'a herhangi bir ferdin asi olduğu bir bölge yoktur. 2) Hazret-i Adem (aleyhisselâm), cennette o hatayı işleyince ona, "Cennetten in." denildi ve Allahü teâlâ, "Benim civarımda, Bana isyan eden hiç kimse bulunmasın " dedi. 3) Cenâb-ı Allah, "Biz gökyüzünü korunmuş bir tavan (gibi) yaptık "(Enbiya, 32) ve "Gökte burçlar yaratan (Allah) ne yücedir"(Furkan. 61) buyurmuş, ama, yeryüzü hakkında böyle bîrşey söylememiştir. 4) Çoğunlukla "gökyüzü" ismi, "yeryüzü"nden önce zikredilmiştir. Diğer bazı kimseler de, birtakım sebeblerden dolayı yeryüzünün daha üstün olduğunu söylemişlerdir: 1) Allahü teâlâ, yeryüzünün bazı bölgelerini; "Şüphesiz ki insanlar için yapılmış olan ilk ev (mabed) Mekke'de, mübarek olarak kurulmuş olan (kâbe')dir. "(Âl-i İmran, 96); 2) "Mübarek bir yerdef ağaçtan...."(Kasas , 30); 3) "Etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa 'ya... "(isra, 1) ayetleri ile mübarek olarak nitelemiştir. 4) Şam topraklarını da "bereket" vasfı ile nitelendirerek: "Yerin, kendisini mübarek kıldığımız doğulan ve batıları... " (Araf, 137) buyurmuştur. 5) Cenab-ı Allah, yeryüzünün tamamını da "mübarek" olarak vasfederek, "De ki: Gerçek siz mi, o yeryüzünü iki günde yaratanıink ediyor ve ona ortaklar koşuyorsunuz. O, âlemlerin rabbidir. (Allah) orada, üstünden sabit dağlar yarattı ve onda bereketler yarattı "(Fussilet, 9-10) buyurmuştur. Şayet, "Issız çöllerde ve helak edici yerlerde ne bereket var?" denirse, biz de deriz ki: Onlar, vahşi hayvanların sığınakları ve otlaklarıdır. Sonra oralar, ihtiyaç hissedildiğinde, insanların meskenleri de olurlar. İşte bu tür bereketlerden ötürü, Cenab-ı Hak, "yeryüzünde, kesin bilgi sahibleri için nice ayetler (deliller) vardır"(Zariyat, 20) buyurmuştur. Bu âyetler, herne kadar kesin bilgi sahibi olmayanlar için de sözkonusu ise de, bunlardan sadece kesin bilgi sahibleri faydalandığından dolayı, onları şereflendirmek için Cenab-ı Hak, bunların hasseten onlar için ayet olduğunu bildirmiştir. Nitekim Allahü teâlâ, "(O Kur'an) muttakiler için bir hidayet (rehberi)dir."(Bakarâ, 2) buyurmuştur. 6) Hak teâlâ "Sizi o (topraktan) yarattık ve yine oraya döndüreceğiz"(Taha, 55)ayetinde buyurduğuna göre, kerim olan peygamberleri de topraktan yaratmış, buna karşılık gökten birşey yaratmamıştır. Çünkü Cenâb-ı Hak; "Gökyüzünü korunmuş bir tavan (gibi) yaptık "(Enbiya, 32) buyurmuştur. 7) Hak teâlâ, Peygamberi, (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yeryüzü ile ikramda bulunmuş ve yeryüzünün tamamını onun için mescid kılmış, toprağını da temiz saymıştır. Gökyüzünün Bina Olması Allah'ın "....ve gökyüzünü de bir bina yaptık "(Bakara, 22) ayetine gelince bunda birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Cenab-ı Allah, kitabında, göklerin ve yerin durumlarını çeşitli ayetlerde zikretmiştir. O'nun, gökleri ve yeri çokça zikretmesi, bunların kıymetlerinin büyüklüğüne ve bu ikisinde büyük ilahi sırlar ile mahlûkatın akıt ve anlayışlarının yetişemiyeceği yüce hikmetleri bulunduğuna delalet eder. Gökyüzünün faziletleri hakkındadır. Bu faziletler çok yönlüdür: Birincisi: Cenab-ı Hak, gökyüzünü yedi şeyle süslemiştir: a) Yıldızlarla, yemin olsun ki biz yere en yakın olan göğü kandillerle (yıldızlarla) donattık "(mülk. 5); b) Ay ile “Onların içinde Ay'ı bir nur yaptı "(Nuh, 16); c) Güneş ile, "Güneşi de bir kandil yapmıştır "(Nuh, 16); d) Arş ile, "O, Büyük Arş'ın Rabbidir " (Tevbe, 129); e) Kürsi ile, "O'nun Kutsisi gökleri ve yeri kuşatmıştır "(Bakara, 255); f) Levh-i Mahfuz ile, "Levh-i Mahfuz'da..."(Burûc, 22) ve g) Kalem ile, "Nun, Kalem'e yemin olsun ki..." (Kalem, 1). İşte bu yedi şeyin üçü açık, dördü ise ayet ve hadislerin bildirmeleri ile sabit olan gizli şeylerdir. İkincisi: Cenab-ı Allah göklere, kıymetinin büyüklüğünü gösterecek isimler vermiştir: Sema, Sakf-ı mahfuz (Korunmuş tavan), yedi tabaka, yedi güçlü gibi... Sonra gökyüzünün son halini zikrederek şöyle buyurur: "Gökyüzü yarıldığı zaman "(Murselât, 9); "Gökyüzü yerinden sökülüp alındığı zaman (Tekvir, 11); "Gökyüzünü durduğumuz gün... "(Enbiya. 104); "Gökyüzü erimiş maden gibi olduğu gün..."(Meariç, 8 ); "Gökyüzü çalkalandıkça çalkalandığı gün..."(Tur. 9) "O, kıpkırmızı bir gül gibi olur "(Rahman, 37). Allahü teâlâ, semanın ilk halini iki ayetle anlatarak; "Sonra (Allah), bir duman halinde olan göğe yöneldi "(Fussilet, 11) ve "Göklerle yer bitişik bir halde iken, bizim onları birbirinden yarıp ayırdığımızı kâfirler görmediler mi?"(Enbiya, 30) buyurmuştur. Yerin ve göğün sonradan yaratılmış olmaları ve son bulacak olmaları hususunda derinlemesine bir araştırma, Cenab-ı Hakk'ın: "O göğü ve yeri ve bunların arasındaki şeyleri biz boşuna yaratmadık Bu o kâfirlerin (boş) zanlandır "(Sad, 27) ayetine göre, O'nun, yer ile göğü yüce bir hikmetten ötürü yarattığını gösterir. Üçüncüsü: Cenab-ı Allah, göğü, dua edenlerin kıblesi kılmıştır. Buna göre eller, göğe doğru kalkar, yüzler ona çevrilir. Orası, nurların, saflığın, aydınlığın, temizliğin. bozuk ve fesaddan korunmanın yeridir. Dördüncüsü: Bazıları, göklerin ve yerlerin iki durumda bulunduklarını söylemişlerdir: Buna göre gökler etki eder fakat etkilenmez, yerler ise etkilenir etki etmez. Etki eden, etkilenenden daha şereflidir. İşte bu sebebten ötürü, çoğu yerlerde gökyüzü yeryüzünden önce zikredilmiştir. Niçin (......) cemi, (......) ise müfred kullanılmıştır? Yine çoğu işlerde, gökler cemî olarak, yerler ise müfred olarak zikredilmiştir. Zira, gökler sebebiyle, yıldızlara değişik alâkalar meydana gelsin ve ışınların düştüğü yerler değişsin diye, göklerin çok sayıda olması gerekir. Yeryüzü ise etkilenen durumundadır. Bundan dolayı tek olması yeterlidir. Beşincisi: Göğün rengi ve ondaki şaşmaz nizam hakkında düşünmektir... Çünkü göğün rengi, göze uygun ve onu güçlendiren renklerin en güçlülerindendir. Öyle ki doktorlar, gözü ağrıyan kimselere, mavi renge bakmalarını söylerler. O halde, kendisine bakanların yararlanmaları için, Cenâb-ı Hak gökyüzünü maviyle nasıl renklendirmiştir, bir bak! Cenâb-ı Hak Subhanehu, onun rengini, renklerin en faydalısı kılmıştır ki, bu da onun aydınlatıcı olması; şeklini de, şekillerin en üstünü kılmıştır ki, bu da onun yuvarlak olmasıdır. İşte bu sebepten dolayı Cenâb-ı Hak; "Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz onu nasıl bina etmiş ve süslemişiz... Onda hiçbir çatlak da yoktur "(Kaf, 6) buyurmuştur. Yani, gökyüzünde hiç yarık ve gedik yoktur, demektir. Şayet gökyüzü yeri kuşatmayan bir tavan olmuş olsaydı muhakkak ki onda çatlaklıklar bulunurdu... Gökler Âleminin Üstünlüğü Gökyüzünün ve onda mevcut olanların üstünlüklerini açıklamak hususundadır. Bunlar güneş, ay ve yıldızlardır. Güneşin Doğup-Batmasındaki Faydalar Güneşe gelince, onun doğup-batması hakkında bir düşün... Eğer böyle olmasaydı, kâinatın nizamı altüst olurdu. İnsanlar geçimlerini temin hususunda nasıl çalışabilirlerdi? Güneşin doğmasındaki faydalar, son derece aşikârdır, ancak sen onun batmasındaki faydaları bir düşün... Şayet güneşin batışı olmasaydı, insanlar, Cenâb-ı Hakk'ın: "İçinde rahatlamanız için geceyi ve (maişetlerinizi) araştırmak için gündüzü yaratan O'dur. (Yunus, 67) ayetinde buyurduğu gibi, dinlenme, hazım ve besinleri uzuvlara intikâl ettirme hususunda çok muhtaç oldukları sükûnet ve istikrar ortamı bulamazlardı. Yine, şayet güneşin batışı olmasaydı, Cenâb-ı Hakk'ın "Geceyi bir örtü, gündüzü de maişeti temin zamanı yaptık. "(Nebe, 10-11) ayetlerinde buyurduğu gibi, ihtirasları, insanları devamlı çalışmaya zorlardı. Şayet güneşin batışı olmasaydı, Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbinin, gölgeyi nasıl uzattığım görmez misin? Eğer dileseydi, onu sakin de kılardı" (furkan, 45) ayetinde buyurduğu gibi, yeryüzü güneşin sürekli doğmasından dolayı iyice ısınırdı; böylece de üzerinde bulunan her canlı yanar, tüm bitkiler yok olup giderdi... İşte bu sebepten ötürü güneş, Allah'ın hikmetiyle, muayyen vakitlerde doğup batıyor; tıpkı ev halkı istirahat edip sükunete ersinler diye ihtiyaçları müddetince kendilerine bir lâmba gibi verilip geri alınıyor, böylece belli bir süre doğuyor, sonra da batıyor. Böylece, aydınlık ve karanlık birbirinin zıddı olmasına rağmen, alemin yararına olan hususta yekdiğerine yardımcı ve destek olmuşlardır. Bu saydıklarımız güneşin doğup- batmasındaki faydalarıdır. Güneşin Yükselip – Alçalması Güneşin yükselip alçalmasına gelince, Cenab-ı Hak onu, dört mevsimin meydana gelmesinin vesilesi kılmıştır. Mesela kışın, ısı ağaçlara ve bitkilere depolanır, bundan da meyvelerin maddeleri meydana gelir; hava berrak olur, bulut ve yağmur çoğalır; içlerinde bolca hayat veren ısı toplanmış olduğu için, canlıların bedenleri güçlü, kuvvetli olur. Bahar mevsiminde, hayat faaliyetten harekete geçer, kışın oluşan maddeler ortaya çıkar, böylece bitkiler tomurcuklanır, ağaçlar çiçeklerle taçlanır, hayvanlar çiftleşme heyecanıyla tutuşur; yazın, havanın ısısı yoğunlaşır, meyveler olgunlaşır, varlıklardaki fazlalıklar çözülüp düşer, yeryüzü kurur, inşa ve onarım işleri için müsait hale gelir; sonbaharda ise, kuraklık ve soğukluk görülmeye başlar, böylece de bedenler kışa yavaş yavaş girer.. Zira, bu geçiş yavaş yavaş olmayıp da, bir defada olsaydı, bedenler bozulur ve yok olurdu. Güneşin Hareketinin Faydaları Güneşin hareketine gelince, bunun faydaları hususunda bir düşün. Şayet güneş hep aynı yerde dursaydı, o yerde sıcaklık; diğer yerlerde soğukluk artardı. Ne var ki güneş, gündüzün başlangıcında doğudan doğar; ve böylece de batı tarafından güneş hizasında olan şeylerin üzerine vurur... Sonra dönmeye devam ederek, batıp da doğuda tekrar doğuncaya kadar, yeryüzünün her tarafında doğar... Öyle ki, yeryüzündeki üstü açık olan her şey, güneşin ışınlarından, nasibini alır. Ve yine Cenâb-ı Hak, sanki şöyle diyor: Şayet güneş hep doğu tarafında durmuş olsaydı, zengin yapış ını.fakirin penceresine doğru yapardı da, böylece güneşin ışığı asla fakire ulaşamazdı.. Ne var ki Cenâb-ı Hak şöyle demiştir: "Eğer zengin o fakiri, güneşin nurundan alıkoyarsa, ben, fakir de hissesini alsın diye, güneşi döndürür ve fakirin de üstüne çeviririm..." Güneşin Ekvator Çizgisinden Meyli Güneşin ekvator çizgisinden meyletmesinin faydalarına gelince, biz deriz ki, şayet yıldızların sapma ve eğim istikametinde bir hareketleri olmasaydı, bu meyilden meydana gelen tesir tek bir toprak parçasında etkili olur, böylece de diğer toprak parçaları bu meyilden meydana gelen faydalardan hâlî olur, ona yakın olanların durumu birbirlerine benzer ve orada da tek bir keyfiyyet hüküm sürerdi.. Meselâ, bu keyfiyyet sıcaklık olmuş olsaydı, o bütün nemleri yok eder ve hepsini ateşe çevirirdi... Böylece de, oluşacak şeyler meydana gelmezdi. Bu sebeple de, yıldızların geçiş istikametlerinde olan yerler, bir nitelik; onların geçiş istikametinde olmayan hatlar da başka bir nitelik ve ikisi arasında bulunan hatlar da orta bir nitelik üzere olurlardı... Böylece bir yerde, havası aşırı fırtınalı olan sürekli bir kış; başka bir yerde, havası yakıcı derecede sıcak olan sürekli yaz; bir başka yerde de meyvelerin tam olgunlaşamadığı bir bahar veya bir sonbahar mevsimi hüküm sürerdi.. Yıldızların kesintisiz dönüşleri olmasaydı ve yıldızlar yavaş bir şekilde hareket etselerdi, eğimin temin edeceği fayda az olur, etkisi de (olumsuz yönde) çok aşırı olur ve bu tesir, meyli olmayan şeylerden de hemencecik geçiverirdi. Şayet yıldızların hareketi şimdikinden daha hızlı olsaydı, fayda tam ve mükemmel olmazdı. Ama yıldızlarda, hareketi bir süre bir tarafa yönelten, sonra da ihtiyaca göre başka bir yöne geçip, her yönde bir müddet kalan bir meyil olduğu zaman bu tesir tamamlanır ve bunun faydası da çok olur. Yüce bir hikmet ve sonsuz bir kudretle alemi idare eden yüce Yaratıcıyı, noksan sıfatlardan tenzih ederiz.. Bunu böyle bil ve unutma.. Ayın Yaratılışında Ki Faydalar Ay'a gelince bu, "gecenin ayeti" diye de isimlendirilmiştir. Bil ki Hak Subhânehu onun doğup batmasında da fayda yaratmıştır. Cenâb-ı Hak, bir vakitte onun doğmasını faydaya vesile kılmış, başka bir vakitte de batışını... Batısındaki faydaya gelince, düşmanından kaçan kimse için bunda bir fayda vardır; şöyle ki gece bu kimseyi görünmeyecek ve onu arayanlar kendisine ulaşamayacak şekilde.onu gizler de.bu kimse böylece kurtulur. Eğer gecenin karanlığı olmasaydı, düşmanı onu yakalardı... Mütenebbî'nin şu şiirinden murad da budur: "Bana göre, gecenin karanlığında, maniheistlerin yalan söylediğini haber veren ne kadar çok fayda vardır!.." Ayın doğuşunda da şu fayda vardır: Eşyasını kaybeden bir kimse, karanlık onu örttükten sonra, ayın doğmasıyla onu bulur. Bir hikayede anlatıldığına göre, bir bedevi Arab bir gece uyur; böylece devesini kaybeder... Ay doğunca onu bulur ve aya bakarak şöyle der: "Allah seni şekillendirdi ve nurlandırdı; burçlarda da seni dolunay haline getirdi.. Dilediği zaman seni nûrlandiriyor, dilediğinde de seni duruyor, karartıyor. Senin hakkında Allah'tan isteyeceğim daha fazla bir şey bilmiyorum. Sen beni sürura kavuşturdun, Allah:da seni nura boğsun!." Sonra şu mısraları terennüm etmeye başladı "Ne diyeyim! Senin hakkında söyleyeceğim her söz eksiktir. Sen, gerek mufassal gerekse mücmel olarak bana yettin "Eğer ben, sen hep yüce ol!" desem, zaten böylesin; yahut da, "Rabbim seni süslesin!"desem, zaten süslemiş!." Araplar içinde ayı kötüleyerek, "Ay eceli yaklaştırır; hırsızı rüsvay eder; kaçanı ele verir; aşığı rezil eder; keteni eskitir; gençleri ihtiyarlatır; dostların hatıralarını unutturur, borcu yaklaştırır; vakti tüketir..." diyenler vardır. Yine Araplar arasında, birkaç yönden ayın güneşten üstün olduğunu söyleyenler vardır: 1) Ay müzekker, güneşse müennesdir. Fakat Mütenebbî, şu sözüyle bunu tenkit etmiştir: "Güneşin müennes olması, onun için bir kusur değildir; müzekker olması da ay için bir övünç vesilesi değildir." 2) Arablar şöyle demişlerdir: Güneş ve ay'ı kastederek: İki Ay" demişler, böylece, güneşi Ay'a tabi kılmışlardır. Cenâb-ı Hak, "Güneş ve ay, bir hesap iledir "(Rahman, 5) ve "Güneşe ve ışığına; o güneşin peşinden geldiğinde ay'a yemin ederim "(Şems, 1-2) ayetlerinde güneşi aydan önce zikrettiğinden, Arablar içinde, ayın güneşten üstün olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. Ne var ki onların bu delilleri Cenâb-ı Hakkın; 'Sizden kâfir olan da vardır, mümin olan da "(Tegabun, 2); "Ateş ehliyle Cennet ehli eşit değildir "(Haşr, 20); "Ölümü ve hayatı yarattı"(Mülk, 2); "Zorlukla beraber bir de kolaylık vardır "(inşirah, 6) ve "Onlardan bir kısmı nefsine zulmeder. Onlardan bir kısmı adildir. Bir kısmıysa, hayırlarda en öndedir "(Fatır, 32) ayetleriyle bozulmuştur. Yıldızlardaki Faydalar Yıldızlara gelince, bunlarda da birçok fayda vardır: Birincisi: Yıldızların şeytanlar için bir taşlama vasıtası olmasıdır. İkincisi: Yıldızlar vasıtasıyla kıblenin bilinmesi. Üçüncüsü: Karada ve denizde, yolcuların onlara bakarak yollarını bulmalarıdır. Nitekim Cenâb-ı Allah: "O, karanın ve denizin karanlıkları için, sizin faydi aza yıldızlan yaratandır "(En'am, 97) buyurmaktadır. Yıldızlar üç kısımdır: 1) Güney yıldızları gibi, batıp doğmayanlar; 2) Kuzey yıldızları gibi doğup batmayanlar; 3) Bazan batıp bazan doğan yıldızlar. Ayrıca sabit yıldızlar, gezegenler, doğu yıldızları, batı yıldızları gibi tasımlan vardır. Bu husustaki söz uzundur. Felsefecilerin onların kütlelerini ve uzaklıklarını bilme hususundaki iddialarına gelince, Yüzenlerin içinde kaybolduğu denizi bırak. Nitekim Cenâb-ı Hak "(O) Allah bütün gaybı bilir. Beğenip seçtiği bir elçi hariç, gaybına hiç kimseyi muttali kılmaz "(Cin, 26-27), İlimden size ancak pek az birşey verilmiştir "(isra, 85), "Ben size, "Allah'ın hazineleri elimdedir" demiyorum. Ben gaybı da bilmem" (Hud, 31) ve "Onları, ne göklerin, ne yerin ne de kendilerinin yaratılışına şahid kılmadım "(Kehf. 51) buyurmuştur. Böylece mahlûkat onların zatlarını ve niteliklerini bilmekten acizdirler. Öyleyse nasıl onlar, kendilerinden pek uzak olan şeyleri bilebilirler. Araplar, gerçekleri tanımaktan son derece uzak olmalarına rağmen bunu bilmişler ve bir şairleri şöyle demiştir: "Ben, bugün ve bugünden önceki dünde olanı bilirim, Ancak yarın olacak şeyi bilmekten körüm (uzağım)". Lebîd de şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki, çakıltaşı atan kadınlarla kuşları kovalayan (falcı) kadınlar, Allah'ın ne yaptığını bilmiyorlar." Gök Kubbesinin Bina Olması Meselesi Gökyüzünün bir bina oluşunun izahı hususundadır. Câhız şöyle demiştir: "Bu âlem hakkında tefekkür ettiğinde, onu, içinde, ihtiyaç duyulan herşeyin bulunduğu bir ev gibi bulursun." Buna göre gökyüzü adeta bir tavan gibi yükseltilmiş, yeryüzü bir halı gibi yayılmış, yıldızlar birer kandil gibi ışıklandırılmış ve insan da bu evde İstediği gibi tasarruf eden ev sahibi kılınmıştır. Buradaki çeşitli bitkiler insanın faydası için hazırlanmış, çeşitli hayvanlar onun yararına yöneltilmiştir. İşte bu, alemin kâmil bir nizam, şümullü bir takdir, yüce bir hikmet ve sınırsız bir kudret ile yaratılmış olduğunu gösteren açık bir cümledir. Allah en iyi bilendir. Allah'ın: "(O Allah), Gökten yağmur indirdi ve onunla sizin için rızık olarak meyveler çıkardı "(Bakara, 22) ayetine gelince, bil ki Cenâb-ı Hak, yeryüzünü yaratıp, yeryüzü, üzerine Hazret-i Âdem ile zürriyetinin bırakıldığı bir inci, bir sedef gibi olunca O, ademoğlunun çeşitli ihtiyaçlarını bildiği için, sanki Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'a şöyle demiştir: "Ey Âdem! Seni, annen mesabesinde olan şu yeryüzünden başka hicbirşeye muhtaç kılmayacağım." İşte bu sebeble, Hak teâlâ: "Hakikat biz, o yağmuru (yeryüzüne) bol bol dökdük, sonra toprağı yardıkça yardık "(Abese, 25.26) buyurmuştur. Buna göre O şöyle buyurmaktadır: "Ey kulum! Bir bak, sence en kıymetli şey altın ve gümüştür. Şayet yeryüzünü altın ve gümüşten yaratmış olsaydım, ondan bu faydalar elde edilir miydi? Dünya bir hapishane (gibi) olmasına rağmen, bu dünyadaki şeyleri bu şekilde yarattım. Cennetteki durum ya nasıl olur?" Netice olarak diyebiliriz ki :Yer senin annendir, belki annenden de daha şefkatlidir. Çünkü annen sana bir tek çeşit süt verirken, yeryüzü sana çeşit çeşit yiyecekler tattırır. Sonra Cenâb-ı Allah: "Sizi o (topraktan) yarattık ve yine oraya döndüreceğiz "(Tâhâ, 55) buyurmuştur ki bunun manası "Sizi yine şu anneniz olan (toprağa) döndüreceğiz " demektir. Bu bir tehdid değildir. Çünkü kişi, annesi ile tehdid olunamaz. Bu böyledir, çünkü seni doğuran annenin karnındaki yerin, yeryüzündeki yerinden daha dardır. Sonra sen annenin karnında dokuz ay kaldın da sana hiçbir açlık ve susuzluk dokunmadı. Sen büyük annen olan yeryüzünün karnına girdiğinde durum nasıl olur? Fakat bu büyük annenin karnına girme şartın, küçük annenin karnındaki şartlar gibidir. Çünkü sen küçük annenin karnında bulunduğun zaman, büyük günah şöyle dursun, senden bir küçük günah bile çıkmadı. Tam aksine, Allah tek bir defa seni dünyaya çıkmaya çağırdığında O'na itaat ederek, Rabbine bir itaatin olmak üzere, dünyaya kendi kendine çıktın. Halbuki bugün Cenab-ı Hak, seni namaza defalarca çağırıyor da, ona yürüyerek gitmiyorsun. Cenâb-ı Hak yerden ve gökten bahsedince, bundan sonra, insanlar üzerlerindeki ve altlarındaki varlıkların durumlarını iyice tefekkür etsinler de, böylece bunları ancak zat ve sıfatta onlardan başka olan bir zatın meydana getirebileceğini, bunun da Hakim olan Yüce Yaratıcı Allah olduğunu bilsinler diye, gökten yere su indirdiğini; o su ile de yerden, insan oğluna rızık olarak çeşitli meyveler ve canlıların üremesinden meydana gelenlere benzer şeyler çıkarınca, adeta yer ile gök arasında bir nikah akdi bulunduğunu beyan etmiştir. Burada birkaç soru bulunmaktadır. 1) Siz âdeten, Cenâb-ı Hakk'ın bu meyveleri suyun yeryüzüne ulaşmasını müteakiben yarattığını mı söylüyorsunuz, yoksa Allah suda müessir yerde de müteessir olan bir tabiat yarattı da, böylece bu iki tabiat birleşerek, Cenâb-ı Hakk'ın yarattığı kuvvetlerden bu neticenin meydana geldiğini mi kabul ediyorsunuz?. Buna cevabımız şudur: Şüphesiz her iki görüşe göre de mutlaka hakim olan bir yaratıcının olması gerekir. Bunun tafsilatına gelince: Şüphe yok ki Cenâb-ı Hak, bu vasıtalar olmadan da doğrudan bu meyveleri yaratmaya kadirdir; çünkü meyve, kendisinde bir tad, renk, koku ve su bulunan herhangi bir cisim olmaktan başka bir şey değildir. Cisim, bu sıfatları kabul etmektedir .çünkü bu sıiattar da doğrudan Allah'ın kudret alanı içindedirler (makdûr). Çünkü bu sıfatların, Cenâb-ı Hakk'ın "makdûru" olduklarını doğrulayan, ya , hudûs. (sonradan meydana gelme), ya imkan (mümkün olma) veya her iki delildir. Bütün bu takdirlere göre, Allah'ın cisimlerde bu sıfatları herhangi bir vasıta olmaksızın, doğrudan yaratmaya kadir olması gerekir. Bu aklî delili kuvvetlendiren bir başka şey de, Cenâb-ı Hakk'ın sevaba hak kazanan Cennet ehlinin nime'lehni de vasıtasız olarak yarattığına dair varid olan haberdir. Ancak biz deriz ki, Cenâb-ı Hakk'ın bu şeyleri vasıtasız yaratması, O'nun bunları, onlarda bir müessir ve müteessir kuvvet yaratarak meydana getirmesine ters düşmez.Sonraki kelamcıların görüşlerinin zahiri de, bunu kabul etmemeyi ifade eder; ancak bunun için delil gerekir. Meyveler, Niçin Birden Değil De Tedricen Yaratılıyor? 2) Cenâb-ı Hak, bu meyveleri vasıtasız olarak da yaratmaya muktedir olunca, bu uzun süre içersinde cereyan eden vasıtalarla yaratmasındaki hikmet nedir? Buna cevabımız şudur: Allah dilediği gibi yapar ve dilediği gibi de hükmeder. Ayrıca ulema, bu hususta detaylı hikmetler de zikretmişlerdir. a) Cenâb-ı Hak, adetini ancak bir tertîb ve tedrice dayandırarak yürütmektedir; çünkü mükellefler ürün elde etmek arzusuyla bir şeyler dikme ve ekme konusunda birçok güçlüklere katlanıp, ardı arası kesilmeksizin kendilerini yorduklarında, şunu bilirler ki, onların bu dünyevi faydalara ulaşmak için bu denli güçlüklere katlanmaları gerekince, dünyevi menfaatlerden daha yüce olan uhrevi faydaları elde etmek için, dünyevi meşakkatlerden daha az bir güçlüğe katlanmaları daha evla olur. Bu bizim dediğimiz gibidir, çünkü Cenab-ı Hak, hasta, ilaç almadan da şifayı yaratmaya kadirdir. Ancak O, kanunu şifayı ilaç almaya bağlayarak icra etmiştir. Hasta, hastalığın zararını gidermek için ilacın acılığına göğüs gerdiğine göre, ilahî azabın zararını savuşturmak için, mükellefiyetlerin meşakkatlerine katlanması daha evladır. b) Cenâb-ı Hâki, bütün bu şeyleri vasıtasız olarak bir defa da yaratmış olsaydı, onların yaratılmasının Kadir ve Hakîm olan bir zata dayandığına dair zaruri bir ilim meydana gelirdi. Bu da sanki teklif ve imtihana ters olan bir durum arzederdi. Ama eşyayı bu vasıtalarla yaratınca, bu durumda mükellef, bunların yaratılmasını Kadir olan bir zata isnâd etmek hususunda ince bir düşünceye ve derin bir tefekküre muhtaç olur. Böylece de, sevaba hak kazanır. İşte bundan ötürü, şöyle denmiştir: "Sebepler olmasaydı, hiçkimse şüpheye düşmezdi". c) Çoğu kez, bunda, yani vasıtalı yaratılışta hem melekler hem de derin görüş sahipleri için ibretler ve doğru fikirler bulunmaktadır. 3) Cenâb-ı Hakk'ın "Ve gökten bir yağmur indirdi", yağmurun gökten indiğini gösterir; hâlbuki durum böyle değildir. Çünkü yağmur, ancak yerden yükselen buharlardan ve bu buharların soğuk hava tabakasına kadar yükselip, orada, soğuktan ötürü bir araya gelerek, bundan sonra da yere inmesinden oluşur ki, işte bu yağmurdur. Ne dersiniz? Buna cevâbımız, birkaç bakımdandır: a) Gökyüzü, yüksek olduğu için "sema" diye isimlendirilmiştir. Buna göre, insanın üzerinde olan her şeye, "semâ" denilir. Bu açıklamaya göre, yağmur buluttan yağınca bu olaya, "yağmur gökten yağmıştır" denilir. b) Muharrik, cüzleri nemli olan yeryüzünün derinliklerinden bu nemli unsurları harekete geçirdiği için, Cenâb-ı Hak, "Gökten bir su indirdi" buyurmuştur. c) Cenab-ı Hakk'ın sözü, en doğru olandır. Allah da, yağmuru gökten indirdiğini haber vermiştir. Biz de, bununla beraber, yağmurun buluttan indiğini bildiğimize göre, onun önce semadan buluta, sonra da buluttan yere indiğini söyîememiz gerekir. Dördüncü Sual: Rızık Olarak Yaratılan Meyveler 4) Cenâb-ı Hakk'ın "Meyvelerden..." sözündeki (......)'in mânası Buna iki şekilde cevap verilir: a) "ba'zıyyet" (kısım) ifade eder. Çünkü iki belirsiz kelime, ki bunlardan (......) ve (......) kelimelerini kastediyorum, bu ba'zıyyet manasını etmektedirler. Onların nekire (belirsiz) getirilmeleriyle, ba'zıyyet anlamı, sanki şöyle denilmiştir: Semadan bir mikdar, bir kısım su indirdik; bu su vasıtasıyla da, size birtakım rızıklar olsun diye, size bir kısım meyveler çıkardık... b) beyan ve izah içindir. Meselâ, senin "Ben, dirhemi infak ettim" demen, böyledir. Şayet, (......) kelimesi hangi sebeple olmuştur denilirse, deriz ki: (......) ba'zıyyet ifâde ederse, onun, yani (......) kelimesinin mansub oluşu" mefûl-i leh" (sebep bildiren mefûl) olmasındandır. Eğer (......) beyâniyye olursa, bu durumda (......) kelimesi (......) fiilinin mefûlü olduğu için mansûb olmuştur. Beşinci Sual: Niçin Cemi Kıllet Vezni Ile Getirildi 5) Yağmur ile elde edilen meyveler pek çoktur. O halde veya denmemiş de, niçin denilmiştir? denilirse, buna cevabımız da şu olur: Dünya meyvelerinin, ahiret meyveleri karşısındaki azlığına dikkat çekmek ve ahiret hayatının önemini hissettirmek içindir. Netice olarak; şirke yer yoktur. Cenâb-ı Hakk'ın "O halde, bile bile Allah'a eşler koşmayın" sözüne gelince, bu hususta birkaç sual bulunmaktadır. 1- Cenâb-ı Hakk'ın ifadesi, neyle alâkalıdır? Cevabımız şudur: Bu hususta üç görüş vardır: a) Bu, Cenâb-ı Hakk'ın "ibadet ediniz!" emriyle alâkalıdır. Buna göre mâna şöyle olur: İbadet ediniz de, O'na eşler koşmayınız; Çünkü ibadetin aslı ve temeli tevhîddir. b) Bu, (......) ile alâkalıdır. Buna göre mana şöyle olur: Allah sizi, kendi azabından korkmanız ve çekinmeniz için yaratmıştır; o halde O'na ortaklar koşmayınız. Çünkü bu, Allah'ın azabını gerektiren şeylerin en büyüğüdür. c) Cenâb-ı Hakk'ın "Sizin için yeryüzünü bir döşek yapan Odur " sözüyle alâkalıdır. Yani, Allah size öylesine açık olan deliller yaratmıştır; o halde O'na ortaklar koşmayın.. İkinci Sual: Nid (Misl) Ne Demektir? 2) (......) ne demektir? Buna cevabımız şudur: tartışan, münazaa eden muarız (misi) demektir. Adam birisinden nefret edip, ondan uzaklaştığı zaman denilir. Sanki iki ortaktan her biri, diğerinden nefret edip, onunla inadlaşıyor gibidir Buna göre, eğer, "müşrikler, putlar Allah'la tartışmaya girmiştir, ' dememişlerdir" denilirse, deriz ki müşrikler o putlara ibadet edip, onlara ilah deyince onların bu durumu, putların, Cenab-ı Hak'la tartışma ve çekişmeye girmeye muktedir ilahlar olduğunu söyleyen kimsenin haline benzetilmiştir. Bu sebepten dolayı onlara, alay ve başa kakma yoluyla, böyle denilmiştir. Cenâb-ı Hak, lâfzı ile onlarla alay ettiği gibi, Allah'a ortak koşulamıyacak olan bir çok şeyi O'na ortak koşmuş olmaları sebebiyle de, onları rezil rüsvay etmiştir. Muhammed İbn es Sumeyfi, (......) şeklinde okumuştur? Üçüncü Sual: (Siz Bilip Dururken) Cümlesinden Maksad 3) Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifâdesinin mânası ne demektir? Buna cevabımız şudur. Bunun manası: Sizin aklınız tam olduğu için, bu tür şeylerin Cenâb-ı Hakkın ortaklan olmasının uygun olmayacağını biliyorsunuz; o halde böyle söylemeyiniz. Çünkü, çirkin olduğunu bildiği halde bir kimseden çirkin bir sözün sadır olması, daha da çirkin bir şeydir. Burada birkaç mesele vardır. Şirk Çeşitleri Âlemde, varlığı, kudreti, ilmi ve hikmeti bakımından Allah'a denk olabilecek bir şeriki Allah'a isbata çalışan hiç kimse yoktur! Bu, şu ana kadar vaki olmamıştır, fakat "seneviyye iki ilah olduğunu iddia ederler. Bunlardan hayrı akıllı; şerri meydana getiren de akılsızdır (sefih) Allah'tan başka edinmeye gelince, bunu yapan pek çok gurup vardır. Birinci gurub: Bunlar, yıldızlara tapan Sabiilerdir. Çünkü bunlar şöyle derler: Cenâb-ı Hak ızları yarattı. Alemi yöneten, işte bu yıldızlardır. Sözlerine şöyle devam ederler: İşte bundan dolayı bizim, yıldızlara ibadet etmemiz gerekir; çünkü .ındızlar Allah'a ibadet ediyorlar. İkinci gurup: Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya ibadet eden hristiyanlardır. Üçüncü gurup: Putperestlerdir. Bil ki, putperestlerin dininden daha eski olan bir din yoktur. Bu böyledir, çünkü tarihleri bize kadar ulaşan peygamberlerin en ilki Hazret-i Nûh (aleyhisselâm)'dur. O, Cenab-ı Hakk'ın: "Müşrikler dediler ki, İlahlarınızı terketmeyin! Veddt, Suvâ'ı, Yeğusu, Yeûkh ve Nesr'i (bu putları) bırakmayın!"'(Nuh. 23) ayetinde, Hazret-i Nuh(aleyhisselâm) 'un kavminden haber verdiğine göre, o kavminin durumuna karşı çıkmıştı. Böylece, putperestliğin Hazret-i Nûh'dan önce de bulunduğunu anlıyoruz. Putperestlik bugüne kadar da devam etmiştir. Bundan da öte, dünyadaki insanların çoğu putperestliğe halâ devam etmektedirler. Insanların Şirke Kaymalarının Izahı Durumu bu olan din ve mezhebin, bozukluğunun zaruri olarak(ister istemez)bilinen bir şey olması imkansızdır. Ancak şu anda yontulan şu taşın, beni, gökleri ve yeri yaratmadığını bilmek zaruri bir ilimdir (açıktır). Bu sebeble, bunca insanın putperestlik üzerinde mutabakat sağlamaları imkansız olur. Öyleyse, putperestlerin bunun dışında başka bir maksadlarının bulunması gerekir. Alimler, bu hususta birçok şeyler söylemişlerdir: a) Ebu Ma'şer Cafer b. Muhammed b. el-Müneccim el-Belhî bir eserinde şunu zikretmiştir: Çin ve Hindilerden bir çoğu, Allah'ın meleklerin var olduğunu söylüyor, Allah'ın bir cisim ve mümkün olabilecek en güzel şekle sahib olduğuna inanıyorlar. Onlarca meleklerin de çok güzel şekilleri vardır. Onlar, bütün meleklerin, araya gökyüzünün girmesi ile bize görünmediklerine; kendilerine düşen vazifenin ise, ilah ve meleklerin şekli olduğuna inandıkları bir şekil üzere, güzel görünüşlü ve hoş manzaralı heykeller yapıp da, Allah'a ve meleklere yaklaşmak amacıyla onlara ibadete devam etmek olduğuna inanıyorlar. Eğer Ebu Ma'şer'in anlattıkları doğru ise, putlara ibadet etmenin sebebi, onların putlarının Allah'a ve meleklere benzediğine inanmalarıdır. b) Alimlerin pek çoğu şunu söylemişlerdir: İnsanlar, bu alemin durumlarının değişmesinin, yıldızların durumlarının değişmesine bağlı olduğuna inanmışlardır. Çünkü güneşin zenit noktasına yakınlığına ve uzaklığına göre mevsimler ve farklı durumlar meydana gelmektedir. Sonra bu inançta olanlar, diğer yıldızların durumlarını da gözetleyerek, bu dünyada meydana gelen mutluluk ve mutsuzlukların, yıldızlardaki talihlerine bağlı olduklarına inanmışlardır. Onlar buna inanınca, yıldızlara çok ta'zimde bulunmuşlardır. Onlardan bir kısmı, yıldızların varlıklarının, zatları gereği olduğuna bu alemleri de onların yarattığına inanmışlardır. Yine onlardan bir kısmı, bu yıldızların en büyük İlahın mahlûkâtı olduğuna, bu yıldızların da alemin yaratıcısı olduğuna inanmışlardır. Birinciler, bu yıldızların gerçekte ilah olduklarına, ikinciler de onların, Allah ile insanlar arasında vasıta olduklarına inanmışlar, böylece onlara ibadet ve inkiyadla meşgul olmuşlardır. Sonra ise yıldızların çoğu zaman gözlerden gizli olduklarını görünce, onlar namına bazı putlar edinmişler ve bu putlara ibadetleriyle de bu semavi cisimleri kastederek ve yıldızların görünmeyen gölgelerine yaklaşarak, putlara ibadete yönelmişlerdir. Derken zaman uzayınca, yıldızların isimlerini aradan çıkarıp sadece bu heykellere ibadet etmeye başlamışlardır. İşte bunlar gerçekte yıldızlara tapan kimselerdir. c) Sihirbazlar bin senelik ikibin senelik vakitler tayin ederek hasseten o vakitler içinde bir tılsım yapan kimsenin, mutluluk, bolluk ve belaları defetme gibi hususi durumlarda bundan istifade edeceğini iddia ediyorlardı. Ve yine onlar bir büyü yaptıklarında, , bundan istifade edeceklerine inandıkları için sihre ta'zim ediyorlardı. Onların bu aşırı ta'zimleri bir ibadet halini aldı. Bu fiilin müddeti uzayınca da, işin başlangıcını unutarak aslını bilmeksizin, sihre ibadet etmeye başladılar. d) "Allah katında duası kabul, şefaati makbul" diye inandıkları büyük bir adam öldüğünde, bu insanın, Kıyamet günü huzuru ilahide kendilerine şefaatçi olacağına inanarak, onun şeklinde, kendisine ibadet etecekleri putlar yaptılar. Nitekim bu durumu Cenab-ı Allah şu ayetinde, onların şu sözünü naklederek haber vermiştir: "Su" "Bunlar, Allah yanında bize şefaat edecek olanlardır. "(Yunus, 18). e) Belki de onlar, tıpkı bizim kıbleye secde etmeksizin kıbleye dönerek secdeedip namaz kıldığımız gibi, bu putları namazları ve taatları için mihrab gibi kabul ettiler ve böylece patlara ibadet kasdıyla olmaksızın onlara doğru secde ettiler. Bu durum uzun müddet devam edince, cahil insanlar, bizzat putlara secde etmenin (ibadet etmenin) vacib olduğunu sandılar. f) Belki de onlar mücessime idiler. Böylece onlar, Allah'ın bu'putlara hulul edebileceğine inandılar ve bu anlayış içerisinde o putlara ibadet etmeye başladılar. İşte bütün bunlar, putperestliğin hamledilebileceği muhtemel sebebleridir ki bunlar gözönüne alınınca, şirkinaklen zarurî olarak katıldığının gerekmediği anlaşılır. Tek Yaratıcıyı Kabulden Sonra Şirke Niçin Yer Kalmasın? Şayet birisi, "Putperestliğin neticesi saydığın bu hususlara dayanınca, âlemin yaratıcısının varlığının kabul edilmesinden dolayı putlara ibadet etme niçin caiz olmasın? derse, cevab olarak deriz ki: Yerin ve göğün, cisimlikte diğer cisimlerden bir farkı olmadığın), böylece de yere ve göğe has olan şekil, sıfat ve hallerin, onlara has olmasının ancak bir muhassisin tahsisi ile olduğunu ve bu muhassisin (tahsis edicinin) cisim olması durumunda, başka bir muhassise muhtaç olacağını, bundan dolayı da o muhassisin cisim olamayacağını açıkladığımız gibi, Cenâb-ı Hak yer ile göğün yaratılmış olduklarına dikkat çekmiştir. Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki: Allah'a benzediğine inanarak putlara ibadet edenlerin görüşlerine gelince, bu delillerle Allah'ın cisim olmadığına işaret ettiğimiz için, bu görüş geçersizdir. İkinci görüşe gelince ki bu, yıldızların âlemi yönettiği görüşüdür, bu görüş de, her cismin vasıflan hususunda irade sahibi bir faile muhtaç olduğuna dair daha önce getirdiğimiz delillerler, batıl olmuş yıldızların rab değil de, Allah'a iteat eden varlıklar olduğu ortaya çıkmıştır. Üçüncü görüş ki, bu da sihirbazların görüşüdür, bu görüş de geçersizdir. Çünkü sihrin tesiri, ancak yıldızların kuvvetleri vasıtasıyla olur. Yıldızların sonradan olma varlıklar olduklarına delil getirince, bizim görüşümüzün doğruluğu, onların görüşünün batıllığı sabit olmuş olur. Dördüncü ve beşinci görüşlere gelince, akıl bunları ne doğrular ne de imkansız görür. Ancak şeriat bunları menedince, bunlardan kaçınmak vacib olmuştur. Altıncı görüşe gelince bu da diğerleri gibi teşbihe (Allah'ı, mahlûkatından birine benzetmeye) dayanır. Bu sebeble, alemin hür ve irade sahibi, cisim olmaktan uzak bir yaratıcıya muhtaç olduğu hususunda söylediğimiz delillerle de, her ne izahla olursa olsun, putperestliği caiz görmenin batıl olduğu ortaya çıkar. Allah en iyi bilendir. Eski Yunanlıların, Iranlıların Ve Arapların Putları Yunanlılar, İskender'den önce, kendileri için ruhani kuvvetlerin ve ışık saçan gök cisimlerinin isimleri ile tanınan, birtakım heykeller yapmaya ve onları kendileri için bizzat mabûd kabul etmeye yöneldiler. Böylece, onlarca "İlâhi emir" demek olan "ilk sebeb" heykeli, " apaçık akıl" heykeli, "mutlak siyaset" heykeli ve "nefis" heykeli ortaya çıktı ki bütün bu heykeller yuvarlaktı. "Zuhal" heykeli altıgen, "müşteri" yıldızı heykeli üçgen, "mirrih" yıldızının heykeli dikdörtgen, "güneş" heykeli kare, "Zühre" yıldızının heykeli içinde dörtgen bulunan bir üçgen, "Utarit" heykeli, içinde dikdörtgen bulunan bir üçgen ve "Ay" heykeli ise sekizgen idi. Tarihçiler, Amr b. Lühay kavminin başına geçip, halkının yönetimini eline alarak Beytü'l-Haram (Kabe) hizmetini de üzerine aldığı zaman onun Belkâ beldesine bir yolculuğu olduğunu, orada putlara ibadet eden bir topluluk gördüğünü, onlara putları hakkında sorduğunda, onların da "Bunlar, kendilerinden yardım istediğimizde bize yardım eden, yağmur istediğimizde bizi yağmurla sulayan Rablardır " demeleri üzerine İbn Lühay'in da bu putlardan birisini kendisine hediye etmelerini istediğini, onların da "Hübel" ismi ile bilinen putu ona verdiklerini, Amr'ın onu Mekke'ye getirip Kabe'ye koyduğunu ve insanları o puta ibadet etmeye çağırdığını iddia etmişlerdir. Onlara göre, bu olay Kral Sabûr Zü'l-Ektâf zamanının başlarına tesadüf eder. Bil ki ed-Dahhak'ın San'a şehrinde "Zühre" yıldızı adına inşa ettiği "Gumdân" mabedi, Puthanelerin meşhurlarındandır. Hazret-i Osman (radıyallahü anh) bu puthaneyi yıktırmıştır. İran hükümdarı Menûşehr'in ay adına inşa ettiği, "Nevbahar-ı Belh" isimli puthane de meşhur puthanelerdendir. Arap kabilelerinin de meşhur putları vardı: Mesela, Kelb kabilesinin, Dümetu'l-Cendel'de bulunan "Vedd" adlı putu; Huzeyl oğullarının "Suvây" adlı putu; Mezhec oğullarının, Hemdandaki "Ye'ük" adlı putu; Hımyer toprağındaki Zü'l-Kela boyunun "Nesr" adlı putu; Sakif kabilesinin Taif'teki "Lât" adlı putu; Hazreçlilerin Yesrib (Medine)de ki "Menât" adlı putu, Kinane oğullarının Mekke yakınlarında bulunan "Uzza" adlı putu, Safa ve Merve tepelerindeki "Isâf" ve "Naile" adlı putlar... Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın büyük dedesi Kusayy, insanlara putlara ibadeti yasaklamış ve onları Cenab-ı Allah'a ibadet etmeye çağırmıştır. Aynı şekilde Zeyd b. Amr b. Nüfeyl de şöyle demiştir: 'Bir Rabbe mi, bin rabbe mi tapayım? İşler çatallanınca Bütün Lât-ı Uzza'yı terkettim. Akıllı adan da zaten böyle yapar. |
﴾ 22 ﴿