24Fakat bunu yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamıyacaksınız - o zaman, yakıtı İnsanlar ile taşlar olan cehennemden korkunuz. O cehennem kâfirler için hazırlanmıştır. Bir Başka Mucize Kur'an'ın Benzeri Asla Yapılamayacak "Fakat bunu yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız "ayetine gelince, bil ki bu ayet, Kur'an'ın mu'cize olduğunu dört bakımdan gösterir: Birincisi: Biz, tevatüren biliyoruz ki Araplar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e düşmanlık ve peygamberliğini iptal hususunda çok ileri gitmişlerdi. Yerlerini, kabilelerini bırakıp, canlarını ve mallarını bu uğurda sarfetmeleri, bunun en kuvvetli delilidir. Buna bir de, Cenab-ı Hakk'ın "Fakat bunu yapamazsanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız " ayeti gibi çarpıcı birşey de eklenince, şayet, Kur'an'ın benzerini veya bir sûresinin benzerini getirmek onların imkan güçleri dahilinde olsaydı, kesinlikle bunu yaparlardı. Onlar bunu yapamadıklarına göre, Kur'an'ın mu'ciz olduğu açıkça ortaya çıkmış olur. İkincisi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamberliği hususunda her ne kadar, müşriklerce töhmet altında tutulan birisi ise de, aklının faziletinin ve işlerin etlerini sezme gücünün tam olduğu herkesçe malum idi. Faraza, O'nun nübüvvet dâvasında (hâşa) su götürür bir taraf bulunsaydı, müşriklere meydan okumaz ve bu meydan okuyuşta (tahaddide) ileri gitmeyi uygun bulmaz, aksine, bütün işlerinde neticesi kendisine dönecek olan o kepazeliğe düşeceğinden korkar ve çekinirdi. Eğer Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların böyle bir muarazadan aciz olduklarını, vahye dayanarak zaruri ve kesin tarzda bilmeseydi en beliğ bir şekilde onları muarazaya sevketme kendince uygun bulmazdı. Üçüncüsü: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), nübüvvetinin doğru olduğuna kesin kes inanmasaydı, onların Kur'an'ın benzerini getiremiyeceklerini haber vermekte, böylesine kesin konuşmazdı. Çünkü Hazret-i Peygamber, nübüvvetin hakkaniyetine dayanarak kafi olarak bilmeseydi, bunun aksi de caiz olurdu. (Gayb'dan verdiği haber çıkmayabilirdi). Kesin konuşmadığı zaman, bunun aksi caiz olurdu. Aksinin caiz olması durumunda ise, O'nun yalan söylec ortaya çıkardı. Binaenaleyh kesinlikle yalancı olan, batıl yanlısı kimse, (böyle bir konumda) kati konuşamaz. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise kesin konuştuğu için bu O'nun nübüvveti hususunda son derece kendinden emin olduğuna delalet eder. Dördüncüsü: Bunu, bu şekilde haber veren kimseler de bulunabil Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gününden günümüze kadar, her zaman dine ve İslam'a düşman olan kimseler bulunmuş, İslam aleyhinde konuşrr cebebleri günbegün artmıştır. Sonra dine karşı olan kimselerin bu şidde hırslarına rağmen, asla bir muaraza meydana getirilememiştir. İşte Kur'an'ın mucize olduğuna delalet eden bu dört hususu, ayet ihtiva etmektedir. Bu, Kitabullah'ın hiçbir hüccet ve istidlal ihtiva söyleyen cahillerin iddialarının boş olduğuna delalet eder. Hatıra Gelebilecek Bazı Sualler Ve Cevapları Burada birçok sual vardır: Birinci Sual: Niçin Değil, Kullanıldı? 1) Onların hiç bir sûre getiremeyecekleri kesindir. O halde şek ifade eden (......) edatı değil de vucûb ifade eden (......) edatı getirilmeli değil miydi. Buna iki şekilde cevab veririz: a) Burada, onlarla ilgili söz, onların zanlarına göre söylenmiştir. Çür-o müşrikler, fesahati arına ve söz söyleme sanatındaki güçlerine güvendikle için, Kur'an'a muaraza etmekten aciz olduklarına henüz kesinkes kar vermemişlerdi. b) Bu, onlarla tehekküm (istihza)'dür. Nitekim, kendisine karşı koyacak olan bir kimseyi yeneceğinden emin olan ve gücü yeteceğini söyleyen kimse, onu yeneceğini kesin olarak bildiği halde, sırf onunla alay etmek için ona (Eğer seni yenersem...) der. İkinci Sual: Niçin (......) Değil De, (......) Denilir? a) Cenâb-ı Hak, niçin (Eğer onu getiremezseniz..) demedi de (Eğer yapamazsanız.) dedi? Bunun cevabı şudur: Çünkü bu ifade, "Eğer O'nun sûreleri gibi olan bir sûre getiremezseniz, ki O'nun sûreleri gibi bir sûreyi asla getiremeyeceksiniz" ifadesinden daha Kısadır. (......) ifadesinin i'rabtaki mahalli nedir? Cevab: Bunun, i'rabta mahalli yoktur. Çünkü bu cümle i'tiraziyye cümlesi (ara cümle) dir. Dördüncü Sual (......) edatı ile yapılan nefy? (......) edatının nefy (olumsuzluğu ifade) konusundaki yeri nedir? Cevab şöyledir ve edatları, geleceği nefy hususunda kullanılan iki benzer edattır. Ancak edatında bir te'kid ve pekiştirme vardır. Sen, arkadaşına "Yarın senin yanında kalmayacağım" dersin.O, eğer senin bu sözüne anmazsa, bu sefer de "Yarın kesinlikle yanında durmayacağım " dersin. edatı hakkında üç görüş vardır. a) Bu edatın aslı O dir ki, bu Halil'in görüşüdür. b) (......) in aslı (......) dır. Sonra bunun elifi nün harfine çevrilmiş ve olmuştur. Bu da Ferra'nın görüşüdür. c) Geleceği nefy hususunda te'kid ifade eden bir nasb edatıdır. Bu Sibeveyh'in görüşüdür. Halil'den nakledilen iki rivayetten birisi de böyledir. Beşinci Sual: Ateşten Korkmak İle Kur'an'ın Benzerini Yapmamanın İlgisi Cenab-ı Hakk'ın, onların ateşten sakınmalarını, Kur'an'ın sûreleri gibi sûre getirememelerine bağlamasının anlamı nedir? Bunun cevabı şudur: müşriklerin, Kur'an ile muarazadan aciz oldukları ortaya çıkınca, onlar nezdinde Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Peygamberliğinin doğruluğu sabit oldu. Bunun sabit olmasına rağmen, onlar yine inâd edince, cehennem ile cezalandırılmayı hak ettiler. Öyleyse cehennemden sakınmak, inadı bırakmayı gerektirir. Binaenaleyh burada müessir eserin yerine geçirilmiş, Cenab-ı Allah'ın "Ateşten sakınınız, korkunuz" sözü de "İnadı taşkınız" sözü yerine kaim olmuştur. İşte bu, belagat konularından birisi îcâzın (veciz ifade etmenin) ta kendisidir. Bu uslûbta, cehennemden sakınmayı bu ifadenin yerine geçirip, bunun peşinden de cehennemin korkunç vasfını zikretmek suretiyle, inadın durumunu ürkütücü bir şekilde ortaya koyma söz konusudur. Altıncı Sual: Vekûd (Yahut) Nedir? "Vekûd" nedir? Cevab: Vekûd, ateşin tutuşturulduğu şeydir. Bu kelimenin masdarı zammelidir (vükûd şeklindedir ).Masdarının fethalı olduğu da söylenmiştir. Nitekim Sibeveyh şöyle der: Biz, Araplardan (Biz çok yüksek ateş yaktık) diyen kimseler duyduk. Daha sonra Sibeveyh şöyle der: Daha çok, masdar olarak (......) kullanılır ise, yakacak odun demektir. İsa İbn Ömer, masdar ile isimlendirerek, kelimeyi (......) şeklinde okumuştur. Nitekim, "Falanca kişi, kavminin övünç kaynağı, beldesinin süsüdür" misali de, bu anlamdadır. Yedinci Sual: Kâfirler, Cehennem Ateşinin Özelliğini Nerden Biliyorlar? nin sılasının, bilinen bir hüküm olması gerekir; o halde onlar, ahiret ateşinin insanlar ve taşlarla tutuşturulmuş olduğunu nasıl bildiler? Cevab: Daha önce, bunu ehl-i kitabtan veya Allah'ın Resulü Hazret-i Muhammed'den yahutta bu ayetten önce Tahrîm Süresindeki: "Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten..."(Tahrim, 6) ayetiyle haberdar olmuş olmaları mümkündür. Sekizinci Sual: Kelimesi Neden Ma'rife Oldu? Demin nakledilen Tahrim süresindeki âyette nekire, burada ise (......) şeklinde ma'rife getirildi. Halbuki her ikisini de tavsîf eden ayrıdır? Cevap: Bu ayet Mekke'de nazil oldu; böylece onlar cehennemin bu sıfatlarla mevsûf bir ateş olduğunu öğrendiler; sonraysa Medinede, önceki bilgilerine dayanılarak, bu ayette (......) kelimesi ma'rife getirilmiştir. Dokuzuncu Sual: Insan Ve Taşın Yakıt Olması 9) Cenâb-ı Hakk'ın âyetinin manâsı nedir? Cevap: Bu, ancak insanlar ve taşlarla tutuşan bir nâr olmakla, diğer ateşlerden ayrılan bir ateştir. Bu da, onun iki bakımdan kuvvetli olduğuna delalet eder: a) Diğer ateşlerle insanlar yakılmak veya taşlar kızdırılmak istendiğinde, önce bir ateş yakılır, sonra yakılması veya kızdırılması arzulanan şey onun içine atılır; cehennem ateşi ise, yanacak maddesi bir anda tutuşturucu ateş haline gelen müthiş ateştir. Allah bol rahmetiyle bizi böyle bir ateşten muhafaza buyursun. b) O, son derece sıcak olduğu için, taşı bile tutuşturur. Onuncu Sual: İnsan-Taş Münasebeti Niçin insanlarla taşlar bir araya getirilerek, beraber cehennemin yakıtı oldukları söylendi? Cevab: Çünkü insanlar dünyada, o taşları, put olarak yontup, Allah'a ortak tutup, Allah'ı bırakıp onlara ibadet ederek, zaten kendilerini taşlarla birleştirmişlerdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Muhakkak ki sizler ve Allah'ı bırakıp taptığınız şeyler cehennemin yakıtıdırlar" (Enbiya, 98) buyurmuştur. Bu ayet, üzerinde olduğumuz ayeti (Bakara, 24) tefsir etmektedir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın âyeti ibaresini ibaresi açıklamaktadır. Kâfirler, Allah'ı bırakıp taptıkları taşların, şefaatlerine nail olacakları ve onlara itaat ederlerse, kendilerinden zararları giderecek şahidler ve şefaatçiler olduklarına inandıkları için, Allah bu taşları onların azab sebebi kılmış ve onları derin bir üzüntüye sevkedip, bu üzüntüleri ile onları yapayalnız bırakmak için, bu taşları cehennem ateşinde kızdırılmış olarak onların gövdelerine yapıştırmıştır. Bunun bir benzeri de altın ve gümüşlerini biriktirip yığan ve onların hakkı olan zekâtı vermeyen kâfirlere Cenab-ı Hakk'ın azabıdır. Şöyle ki bunlar onların üzerinde yakılacak, cehennem ateşinde kızdırılacak ve o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak. Cehennemin yakıtı olan taşlardan maksadın kükürt taşları olduğu söylenmiştir. Bu, delili olmayan bir tahsisdir. Bu ayette, "taşlan", kükürt taşları diye tahsis etmenin doğru olmadığına delalet eden şeyler vardır. Bu böyledir. Çünkü burada, Cenab-ı Allah'ın maksadı, cehennem ateşinin vasfını yükseltmektir. Hâlbuki ateşin kükürt taşları ile yanması alışılmış bir husustur. Bu sebeble, kükürtle cehennemin tutuşturuiması, ateşinin çok kuvvetli olduğuna delalet etmez. Ama ayette geçen "taşlan", kükürt taşı olarak değil de diğer taşlar manasına aldığımızda, bu, cehennem ateşinin şiddetini gösterir. Çünkü diğer taşlarla, aslında ateşler söndürülür. Bu sebeble, ayette sanki Cenab-ı Allah şöyle demiştir: "Cehennem ateşleri ta başında, dünya ateşlerini söndüren taşlarla yandığı için, kuvvette had noktaya ulaşmıştır". Allahü teâlâ'nın "Kâfirler için hazırlanmıştır." sözüne gelince bu, hali ve sıfatı böyle olan şu ateşin, kâfirler için hazırlandığını gösterir. Burada, namaz kılan fasıklar (günahkarlar) için, bu vasıflarda olmayan başka ateşlerin (cehennemlerin) olduğuna delalet eden hiçbir delil yoktur. |
﴾ 24 ﴿