27O fasıklor, Allah'a olan ahidlerini onu te'kid de ettîkden sonra-bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği (sıla-i rahmi) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar hüsrana (maddi ve manevi en büyük zarara) uğrayanların taa kendileridir Alimler "O(fesıklar), te'kid ettikten sonra Allah'ın vadini bozarlar"âyetinden ne murad edildiği hususunda ihtilaf etmişler ve şu görüşleri belirtmişlerdir: 1) Bu misaktan maksad, Allah'ın kullarına, kendisinin birliğini, peygamberinin doğruluğunu gösteren delilleridir. Böylece bu, tevhide sarılma hususunda bir ahd ve misak (söz) olmuş olur. Çünkü bu deliller ile zikrettiğimiz tevhide ve Hazret-i Peygamberin doğruluğuna sarılmak gibi şeyler demektir. İşte bundan ötürü de Cenab-ı Allah'ın "Siz bana olan ahdinizi (sözünüzü) yerine getirin ki ben de size olan ahdimi yerine getireyim" ayeti pek yerinde olmuştur. 2) Bununla Cenâb-ı Hakk'ın, kendisine: "Onlar, kendilerine azab ile korkutan bir peygamber gelirse, diğer ümmetlerin herhangi birinden daha ziyade doğru yolu tutacaklarına, olanca yeminleri ile Allah'a ahdetmişlerdi. Fakat onlara azab ile korkutan bir peygamber gelince, bu onların, (hakdan) uzaklaşmadan başka birşeylerini artirmadı. "(Fatır. 42) ayetiyle işaret ettiği kimselerin kastolunmuş olması da muhtemeldir. O kimseler, yemin edip söz verdikleri şeyi yapmayınca, Allahü teâlâ onları "ahdini ve misakını bozanlar" diye nitelendirmiştir. Birinci te'vilin her sapan ve inkar eden hakkında umumi olması mümkündür. İkinci te'vil ise ancak ayette bahsedilen kimselere hastır, bunun böyle olduğu sabit olunca, birinci te'vilin ikinci te'vilden, iki bakımdan üstün olduğu ortaya çıkar. a) Birinci te'vile göre ayeti, umumi manaya almak mümkündür, ikincisine göre tahsis gerekir. b) Birinci takdire göre fasıkları kınamak gerekir. Çünkü onlar, Allah'ın, enfüste ve âfakta (kendiferinde ve âlemde) açıkladığı, netleştirdiği, tekrarladığı ve indirdiği tenzîlî delillerle de sağlamlaştırıp muhkem kıldığı ahdi bozmuşlardır. Bir de Cenâb-ı Allah, bu delilleri onların akıllarına yerleştirmiş ve bunları kuvvetlendirmek için peygamberler göndermiş, kitablar indirmiştir. İkinci takdire göre de onları kınamak gerekir. Çünkü onlar, yapmaları gerektiğine inandıkları şeyi yapmamışlardır. Birincisine göre daha çok kınama gerekeceği malumdur. c) Kaffâl şöyle demiştir: Bu ayetle kastedilmiş olanların, peygamberlerine indirilen kitablarda Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tasdik etmelerine dair kendilerinden ahd ve misak alınan; kendilerine, gerek Hazret-i Muhammed'in gerekse ümmetinin durumu açıklanan Ehl-i kitabtan bir gurub olması muhtemeldir. Böylece bu gurub, ahitlerini bozdular, ondan yüz çevirerek Hazret-i Peygamberin nübüvvetini inkar ettiler. d) Alimlerden bir kısmı ise, bununla, insanlar zerreler şeklinde iken ve onları böylece Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in sulbünden çıkararak, insanlardan almış olduğu misak kastedilmiştir demişlerdir ki, bu Cenâb-ı Hakk'ın: "Onları kendilerine şahid tutarak, "Ben, sizin Rabbiniz değil miytm"(dedl). Onlar da, "evet Rabbimizsin" dediler"(A'raf, 172) ayetinin manasıdır. Kelamcilar bu görüşün değersiz olduğunu söylemişlerdir; çünkü Cenab-ı Hakk'ın, kullarını, unutma ve yanılma ile bilgisi kalblerinden kaybolup giden şeylerden sorumlu tutmayacağı gibi, hatırlayamadıkları bir misak sebebiyle de kullarının aleyhine ihticâcda bulunmaz. O halde, nasıl olur da, bu sebeple onları kınar? e) Cenâb-ı Hakk'ın yaratıklarına olan ahdi üç tanedir: 1) Birinci ahid: Hazret-i Adem'in bütün zürriyetinden aldığı ahittir ki, bu O'nun bubiyyetini ikrardan ibarettir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Hani Rabbin almıştı..."(A'raf, 172) sözüyle anlatılmıştır. 2) İkinci ahid: Peygamberlerine tahsis etmiş olduğu ahittir ki, bu ahde göre peygamberler peygamberliklerini tebliğ, Allah'ın dinini ikame edecek ve onda ayrılığa düşmeyeceklerdir. Bu da; "Hani Allah, peygamberlerden misaklarını almıştı.."(Ahzâb, 7) ayetinde anlatılan husustur. Üçüncü ahid: Alimlerden aldığı ahiddir. Bu da, Cenâb-ı Hakk'ın "Hani Allah, onu insanlara mutlaka açıklayacaksınız, gizlemiyeceksiniz" diye, kendilerine kitab verilenlerden misak almıştır" (Âl-i İmran, 187) ayetinde batottnûş olduğu husustur. Keşşaf şöyle demiştir: Ayette geçen lafzındaki zamir, ahd"e racidir; ahid de, Allah'ın ahdini kabul edeceklerine dair verdikleri kuvvetli sözdür. ve lafızlarının manasına gelmesi gibi, lâfzının da anlamıma gelmesi caizdir. Zamirin, onlardan âyetlerine, kitaplarına ve peygamberlerine dair ahid aldıktan sonra Allah'a raci. olması da caizdir. Allah'ın Vasedilmesini İstediği Şey Cenâb-ı Hakk'ın 'Allah'ın birleştirilmesini emrettiği (sıla-i rahmi) keserler" sözünden, Allah'ın neyi murad ettiği hususunda alimler ihtilaf ederek, bu hususta birkaç izah tarzı zikretmişlerdir: 1) Bununla, Cenâb-ı Hakk'ın birleştirilmesini emrettiği yakınların hukukunu ve sıla-i rahmi gözetmeyen kimseler murad edilmiştir. Bu.tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın: "Demek, idareyi ele alsanız, hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık münasebetlerini keseceksiniz öyle mi?" (Muhammed.22)ayetinde bahsettiği gibidir. Bu ayette (Bakara, 27), müşriklerin, kendileriyle Hazret-i Peygamber arasındaki akrabalık bağını kestiklerine işaret vardır. Bu açıklamaya göre, ayet hususi, has olur. 2) Cenab-ı Hakk'ın o müşriklere iplerini mü'minlerin ipine bağlamalarını emretmiştir, ama onlar müminlerden ayrılmış, kâfirlerle bütünleşmişlerdir. İşte Allah'ın buyruğundan maksadı budur. 3) O müşrikler, nizalaşmaktan ve fitne çıkarmaktan nehyolunmuşlardı; halbuki onlar, hep bununla meşgul olmuşlardır. Cenâb-ı Hakk'ın "Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar" ayetinde apaçık olan şeyin, burdaki fesad ile müşriklerle sınırlı kalmayıp başkalarına da geçen fesat murad edilmiştir. Bundan da daha açık alan şey, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e itaat etmekten insanları alıkoymalarının kastedilmesidir. Çünkü yeryüzündeki salah ve nizarpın tamamı ancak Allah ve peygamberine itaatla olur. Çünkü, İslâm dininin bütün emir ve yasaklarıyla insan kendisine terettüp eden bütün şeyleri yapar, başkasına sataşmayı terkeder. Karşılıklı zulmü ve haksızlıkları terketmek de, bundandır. Zulmün ortadan kaldırılmasında ise, yerlerin ve göklerin kendisiyle ayakta durduğu adalet bulunmaktadır. Nitekim Cenâb-ı Hak, Firavun'dan bahsederek şöyle demiştir. "Ben, onun, sizin dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesad çıkarmasından korkuyorum "(Mümin, 26). Sonra Hak teâlâ, bu işleri yapanların hüsrana uğrayacağını haber vererek "İştebunlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir " buyurmuştur. Buradaki hüsran hakkında birçok görüş bulunmaktadır. 1) Onların cennet nimetlerinden ümidi kesmiş olmalarıdır. Çünkü hiçbir fert yoktur ki, onun cennette bir ehli ve bir evi bulunmasın!.. Kul eğer Allah'a taat ederse, buna ulaşır; eğer Allah'a isyan ederse, buna müminler varis olurlar... İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak; "İşte bunlar, Firdevs cennetine varis olan varislerin ta kendileridir; onlar orada ebedi kalıcıdırlar"(Muminun, 10-11) ve' Hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de teraftarlarını hüsrana uğratanlardır"'(şura, 45) buyurmuştur. 2) Onların, yapmış oldukları iyiliklerinden ümitlerini kesmiş olmalarıdır; Çünkü onlar, küfürleri sebebiyle iyi amellerini ibtal etmiş ve onlara, bu amellerinden herhargi bir hayır ve sevab ulaşmamıştır. Buna göre ayet yahudiler ve münafıklar hakkındadır; zira yahudilerin kendi dinlerine göre yapmış oldukları iyi amelleri vardır; münafıklar da, zahiren, inançlarında samimi olanların yapmış oldukları amellerin aynısını yapmışlardır. Ne var ki bütün bunlar boşa çıkmıştır. 3) Onların, dünyevi lezzetlerden mahrum kalma korkusundan dolayı, küfürlerinde ısrar etmiş olmalarıdır. Sonra onların bu lezzetlerden mahrum kalmaları, ya Hazret-i Peygambere onlarla cihada izin verildiği zaman veya ölümleri esnasındadır... Kaffâl (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Özet olarak diyebiliriz ki "hâsir", bir iş yapıp da, yaptığı işinin mukabilini alamayan herkese itlak edilen umumi bir isimdir. İşte bundan dolayı, böyle bir kimseye hâsir denmiştir. Mesela, bir işe girişip ve onunla ilgili her şeyi yaptığı halde, ondan bir fayda temin edemeyen bir kişi hakkında, "Kaybetti, hüsrana uğradı" denilir; çünkü o, bir şeyler vermesine mukabil, ona karşılık onun yerine geçecek bir şeyler alamamıştır. İşte buna göre, Allah'a isyan eden kâfirler hâsir diye adlandırılmışlardır.-Nitekim Cenâb-ı Hak: "İnsan, muhakkak ki bir hüsran içindedir; iman edenler ve amel-i salih işleyenler hariç"(Asr, 2-3). "De ki: Size amelce ençok hüsrana uğrayanları bildireyim mi? Dünyadaki işleri boşa gidenler.. "(Kehf, 103-104) buyurmuştur. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 27 ﴿