28

"Allah'ı nasıl inkar ediyorsunuz? Sizler ölüler idiniz de, o sizi diriltti: sonra sizi öldürür, sonra da tekrar diriltir. Sonra Ona döndürüleceksiniz ".

Cenâb-ı Hak Subhanehü, buraya kadar "tevhid, nübüvvet ve meâd'ın delilleri hususunda konuşmuştur. Buradan O'nun: Ey İsralloğulları, sizlere vermiş olduğum o nimetimi ayınız"(Bakara, 40) ayetine kadarki kısımlarda da, Allah'ın bütün mükelleflere vermiş olduğu nimetler beyan edilecektir. Bu nimetler dört edir.

1) Diriltme nimetidir ki, Bu işte bu ayette bahsedilen husustur. Bil ki Ceıâb-ı Hakk'ın (Allah'ı nasıl inkar edersiniz?) ifadesi, her ne kadar bir haber sorma şeklinde ise de, bundan maksat susturmak ve azarlamaktır. Çünkü, nimetin büyüklüğü, bu nimeti yerene isyanın da büyük anasını gerektirir... Bu şöyle açıklanır: Babanın, onu terbiye edip, tahsilini yaptırarak bir okul bitirtip, onu mal mülk sahibi yaparak güzel işlere koyması suretiyle çocuğuna olan nimeti büyüdükçe, çocuğun böyle bir babaya isyan etmesi de çok büyük bir kusur olur. Böylece Cenâb-ı Hak, bununla onları dört elle sarıldıkları küfürden uzaklaştırmak ve imanı kazanmaya teşvik etmek için kendilerine vermiş olduğu büyük nimetlerini hatırlatarak, küfrün ne kadar büyük olduğunu beyan etmiştir.

Böylece Allahü Teâlâ nimetleri içerisinde aslolan nimetinin "hayat vermek" olduğunu hatırlatmıştır. İşte, esas maksat da budur.

Eğer, "Niçin birincisini (......) ile diğerlerini ise (......) ile atfetmiştir? " denilirse, deriz ki: Çünkü, birinci diriltme hemen ölümü takib eden diriltmedir; ölüme gelince o, ihyadan (yaşamadan) sonra gelir; aynı şekilde eğer onunla neşr kastediliyorsa, ikinci diriltme de ölümden açık bir şekilde sonradır. Burada birkaç mesele vardır:

Küfrün İzahı Hakkındaki Sünnî ve Mû'tezilî Anlayış

Mu'tezile şöyle demiştir: Bu ayet, küfrün kullar tarafından olduğuna, birkaç bakımdan delalet etmektedir.

1) Şayet Cenâb-ı Allah, o kullarda küfrü yaratan olsaydı, onları kınamak "Allahı nasıl inkâr ediyorsunuz?" demesi caiz olmazdı. O'nun "Niye siyahî oluyorsunuz?"'Niçin beyaz tenli oluyorsunuz? Üye sıhhatli oluyorsunuz veya hasta oluyorsunuz?" demesi de caiz değildir. bütün bunlar, Allah'ın kullarda yarattığı şeylerdir.

2) Eğer Allah o kullarını taa başında şaki olarak ve cehennem için olsaydı; onları yaratmaktan maksadı sadece inkâr etmeleri ve cehenneme düşmeleri olsaydı, nasıl, onları kınayarak, derdi?

3) Hakim olan Allah'dan, insanlarda küfrü yaratması halinde, onlara (Allah'ı nasıl inkâr edersiniz?); Onları imandan alı koyması halinde "İnsanları iman etmekten alıkoyan ancak... "(isra, 94) "Onlara ne oluyor da iman etmiyorlar" (İnşikak, 20), onlarda yüz çevirme işini yarattığı halde

"Onlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar. "(Müddessir, 49); onlarda imandan çevrilmeyi yarattığı halde "Nasıl döndürülüyorsunuz?" ve "Nasıl çevriliyorsunuz "(Yunus 32) demesi nasıl caiz görülür.

Bu tür sözlerin, kullara delil getirmesi babında yer almasından ise, bunlarla Allah'ın kâfirlerle alay etmiş olduğunu söylemek daha evladır.

4) Cenâb-ı Hak, kullarına dediği zaman, bu sözü kullarına bir delil olarak sunmak ve onlardan bir cevab almak için mi söylemiştir yoksa böyle değil midir?

Eğer Allah, bir cevab almak için söylememiş ise, bunda bir fayda olmaz ve kullarına böyle hitab etmesi anlamsız olur. Eğer Allahü teâlâ bunu kuluna karşı bir hüccet yöneltmek için söylemiş ise kul şöyle diyebilir: Hakkımda küfrü gerektirecek birçok şey meydana geldi:

Birincisi:"Sen benim kâfir olacağımı bildin. Küfrümü bilmen, küfretmemi gerektirir."

İkincisi: "Sen, benim kâfir olmamı murad ettin. Bu irade, inkâr etmeyi gerektirir."

Üçüncüsü: "Sen, küfrü bende yarattın ve ben, senin yaptığını bertaraf etmeye kadir değilim."

Dördüncüsü: "Sen, bende küfrü gerektiren kudreti yarattın."

Beşincisi: "Sen, bende küfrü gerektirecek iradeyi yarattın".

Altıncısı: "Sen, bende küfrü gerektirecek iradeyi gerektiren kudreti yarattın."

Sonra küfrün hasıl olmasına sebeb olan bu altı şey meydana gelince ve imanın meydana gelmesi bu sebeblerin iman tarafında bulunmasına dayanınca ve iman tarafında hiçbiri bulunmayınca, imanın meydana gelmemesi için, herbiri tek başına imana mani olabilen oniki sebeb meydana çıkmış olur. Bütün bu sebebler varken, (Allah'ı nasıl inkâr edersiniz?) denilmesini akıl nasıl kabul eder?

5) Cenâb-ı Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e "Onlara şöyle de: "Size, bu büyük nimeti yani hayat nimetini veren Allah'ı nasıl inkar ediyorsunuz?" buyurmuştur.

Cebriyye'ye göre, Cenâb-ı Allah'ın kâfire hiçbir nimeti yoktur. Çünkü, onlara göre, Cenab-ı Allah'ın kâfirlere yaptığı herşey, o kâfiri küfürde derece derece ilerletmek ve cehennemde onu yakmak içindir.

Bu şekilde Allah'ın kulun üstünde hangi nimeti vardır? Bu, ancak, başkasına bir sahan zehirli helva sunan kimsenin durumuna benzer. Zahiren o tatlı ise de ve nimet sayılsa da, onun içi öldürücüdür. Bu bakımdan hiçkimse bunu bir nimet olarak kabul etmez. Devamlı azabın bu zehirden daha zararlı olduğu herkesçe bilinir. Bu sebeble, Allah'ın kâfir üzerinde herhangi bir nimeti yoktur. Hal böyle iken, peygamberine o kâfirlere karşı "Bu büyük nimeti size veren Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz" demesini nasıl emreder.?

Buna cevab şudur: Bütün bu vecihler araştırıldığında, bu vecihlerin neticesi medh, zem, emir, nehiy, sevab ve ikab yoluna sarılmaya, temessük etmeye varır. Yine biz bu vecihlere, bu şüphe konusunda güvenilir bir sözle mukabele ederiz. Bu söz şudur: Şüphesiz Cenâb-ı Hak, o şeyin olmayacağını bilmiştir; Şayet o şey meydana gelirse, O'nun ilmi cehle dönüşmüş olur ki, imkansızdır. İmkansızı gerektiren şey de imkansızdır. Bu sebeble Cenâb-ı Hakk'ın;

"Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sizler ölüler idiniz de, o sizi diriltti" demesiyle birlikte, bu işin meydana gelmesi imkansızdır. Aynı şekilde, küfre olan kudret iman etmeye de elverişli ise, bu kudretin bir müreccih olmadan, sadece imanın kaynağı olması imkansızdır.

Eğer bu müreccih kul ise, soru aynen geri dönmüş olur; Allah ise, bu Allah'dan meydana gelmediği sürece, küfrün meydana gelmesi imkansız olur. Eğer böyle bir tercih Allah'tan meydana gelirse, o zaman da küfrün meydana gelmesi kesin olur. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın "Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz" demesi nasıl düşünülebilir?

Mu'tezile, med ve zem hususunda sözü uzatıp, açıklamalarını dallandırınca, sana, bu iki izah tarzıyla ona karşılık vermen gerekir. Çünkü iki açıklama, Mutezile'nin bütün sözünü temelinden yıkar ve onun bütün şüphelerini altüst eder. Muvaffakiyet Allah'dandır.

Doğmadan Önce Ölü Olmak Ne Demektir?

Alimler, Allahü teâlâ'nın "Sizler ölüler idiniz" sözünden muradın, "Sizler henüz toprak ve nutfeler halinde idiniz" olduğunda ittifak lerdir. Çünkü Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in yaratılışının başlangıcı topraktan; Hazret-i İsâ (aleyhisselâm) hariç, Hazret-i Adem (as.)'in zürriyetinin yaratılışının başlangıcı nutfeden idi. Fakat alimler, "ölü" isminin cansızlara hakiki manası ile veya mecazi olarak verilip verilemeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluk bunun mecazi olduğunu, çünkü bütün cansızların ölüye benzetildiğini, halbuki bu ikisinden birinin diğeri ile hiçbir alakası olmadığını, zira ölünün kendisine ölüm gelen şey olduğunu, binaenaleyh, ölümün, örfen, diri olması mümkün olan birşeyin sıfatı olması gerektiğini, bu sebeble de etten bedeni olan ve (hayati) nam taşıyan varlıklar için olabileceğini söylemişlerdir.

Diğerleri ise, cansızlara "ölü" isminin verilmesinin hakiki manada olduğunu ve bunun Katade'den de rivayet edildiğini söylemişlerdir. Katade şöyle demiştir: İnsanlar, babalarının sulbünde ölüler idiler de Cenab-ı Allah onları diriltti. Sonra onları çıkardı, sonra da kaçınılmaz olan ölümle onları öldürdü. Ölümden sonra onları yeniden diriltecek." İşte iki ölüm ve iki hayattan maksad budur. Bu görüşte olanlar, görüşlerine Allah'ın:

"Allah ölümü ve hayatı yarath"(Mülk, 2) ayetini delil getirmişlerdir. Çünkü insanın cansız olması demek olan ölümün hayattan önce zikredilmiş olması, ölü isminin cansız nesnelere hakiki manada verilmesinin mümkün olduğunu göstermektedir. Öncekilerin görüşü doğruya daha yakındır. Çünkü cansız varlıklar hakkında, ölü olmadıkları halde, "ölüler" denilmiştir. Dolayısı ile meyyit (ölü) ve mevat (o cansız) isimlerinden herbiri diğeri yerinde teşbihe benzer şekilde kullanılmıştır. Kaffâl şöyle der: Bu, tıpkı Cenâb-ı Hakkın: "İnsanın üzerindene öyle uzun bir zaman gelip geçti ki, o vakit insan anılmaya değer bir şey bile değildi "(Müminun, 1) ayeti gibidir. Böylece Cenab-ı Hak, insanın anılmaya değer bir varlık olmadığını açıklamış, bunun üzerine de onu canlandırmış ve onu duyup gören bir mahluk yapmıştır. Arapların "Falanın ismi-sanı anılmaz oldu." "Bu ölü bir iştir. Bu ölü işe yaramaz, alıcısı olmayan bir ticaret eşyasıdır" gibi sözleri de, bu kelimenin mecazi kullanılışlarındandır. El-Muhabbal es-Sa'dİ şöyle demiştir:

"Sen benim adımı ihya ettin. Ben zaten önemsiz biri değildim. Ama ne var ki bazı anmalar bazılarından daha çok dikkat çekicidir." Bunun gibi, âyetinin manası da şudur: Yani sizler önemsiz varlıklar idiniz, zikre değeı birşey değildiniz. Çünkü henüz birşey olmamıştınız. Derken Allah sizi ihye etti yani gören duyan varlıklar haline getirdi.

Bu Âyet Kabir Azabının Olmadığına Delil Olamaz

Bazıları, bu ayeti, Kabir azabının olmadığına delil getirerek, şöyle demişlerdir: "Çünkü Cenâb-ı Hak, insanları bir kere dünyada, bir kere de ahirette dirilteceğini beyan etmiş, kabir hayatından bahsetmemiştir. Bunu;

"Sonra siz bunun peşisıra ölüler (olacaksınız). Sonra siz kıyamet gününde muhakkak diriltilip kaldırılacaksınız" (Muminûn, 15-16). ayeti te'kid eder. Cenâb-ı Hak bu iki durum arasında bulunan başka bir hayattan bahsetmemiştir." Yine bu kimseler sözlerine devamla; "Hak teâlâ'nın: "Onlar, "Ey Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün. İki defa da dirilttin." dediler" (Mü'min, 11) ayetiyle istidlalin caiz olmadığını, çünkü bunun kâfirlerden nakledilen bir söz olduğunu söylemişlerdir. Bir de: İnsanlardan çoğu, Cenâb-ı Allah onları çıkarıp, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"(Araf, 172) dediğinde, Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'in sulbünde âlem-izerr (Âlem-i Ervah)de hayata mazhar oldukrarını kabul etmişlerdir. Bu takdire göre kabirde herhangi bir hayatın olduğunu isbata ihtiyaç kalmaksızın, iki hayat ve iki ölüm meydana gelmiş olur demişlerdir.

Buna şöyle cevab veririz: "Cenâb-ı Allah'ın, kabir hayatından bu ayette sahsetmemesinden, onun olmaması gerekmez."

Yine birisi şöyle diyebilir: Cenâb-ı Allah bu ayette kabir hayatını zikretmiştir. Çünkü O'nun "Sonra sizi diriltir" sözü devamlı olan bir hayatı ifade etmez. Aksi halde Hak Teâia'nın "Sonra O'na döndürüleceksiniz" demesi caiz olmazdı. Zira (......) lafzı, terâhî (arada bir fasılanın olacağını) ifade eder. Allah'a döndürülmek ise, bir terahi olmaksızın devamlı olan hayatın hemen peşinden meydana gelmiş olur. Şayet bu ayeti, bu yönden, kabir hayatına delil kabul edersek, daha isabetli olur.

Allah'ın Üç Kere Öldürdüğü Kimseler

Hasan Basri (radıyallahü anh) âyeti ile, insanların tamamına yakın ekseriyetinin kastedildiğini söylemiştir. İnsanların bir kısmını ise şu âyetlerde bildirildiği üzere Allahü teâlâ üç defa öldürmüştür. Bu meselâ:

"Yahud o kimse gibisini (görmedin mi) ki binalarının çatılan çökmüş, duvarları üstüne yıkılmış bir (harcb) kasabaya uğramış; 'Allah burasını ölümden sonra acaba nasıl diriltecek ?' demiş. Allah onu yüz yıl ölü bırakmış, sonra diriltmiş..."(Bakara. 259); "Memleketlerinden, Ölüm korkusu ile, binlerce kişi olarak çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölünüz" buyurup (onları öldürdü) ve sonra diriltti"'(Bakara, 243);

"Gözünüz bakıp dururken o yıldırım sizi çarpmıştı. Sonra ölümünüzün peşi sıra Allah sizi yeniden diriltti" (Bakara, 55-56); "Biz, "ona (ölüye) o (sığırın) bir parçası ile vurun" dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir "(Bakara, 73); "Böylece kullarımızı, onların haline muttali kıldık ki, Allah'ın vadinin hak olduğunu ve kıyametin (vaki olacağın)da hiç bir şüphe bulunmadığını bilsinler"(Kehf, 21) ve Hazret-i Eyyub (aleyhisselâm)'ün kıssasında:

"Biz ona hem ailesini, hem onlarla beraber bir mislini daha verdik "(Enbiya. 84) ayetlerinde anlatıldığı gibi. Çünkü Cenâb-ı Allah, bu son ayette, Hazret-i Eyyub (aleyhisselâm)'ün ailesini öldürdükten sonra, ona geri verdiğinden bahsetmiştir.

Ayetinde Mücessime'ye Delil Yoktur

Mücessime, Allah'ın "Sonra O'na (Allah'a) döndürüleceksiniz " ayetini, Cenâb-ı Hakk'ın bir mekanda bulunduğuna delil getirmiştir. Halbuki bu ayetten Allahü teâlâ'nın maksadı, insanların, O'nun hükmüne döndürülecekleridir. Çünkü Cenâb-ı Hak, kabirdekileli diriltir, onları mahşerde toplar. İşte Allah'a rücû (dönme, döndürülme) budur. Allah, bunu bu ifade anlatmıştır. Çünkü bu, Allah'dan başkasının hükmetmesini deruhte edemeyeceği bir yere dönüştür. Nitekim Araplarda, ondan başkasının hüküm veremeyeceği bir yere döndüğü zaman, "Onun işi, Emire döndü" derler.

Ayet-i Kerime'nin Delâlet Ettiği Muhtelif Hususlar

Bu ayet bazı hususlara delalet etmektedir:

1) Ayet, Allah'dan başka diriltmeye ve öldürmeye hiç kimsenin kadir olamayacağına delalet etmektedir. Bu sebebten, bu ayetle, tabiatçıların, hayat ve ölümde müessir olanın, şu şu felekler, yıldızlar, enâsır-ı erbaa (dört asli unsur, su, hava, ateş ve toprak) ve maddenin özellikleri olduğu görüşü geçersiz olmuştur. Nitekim Cenâb-ı Allah bir topluluğun:

"Bu hayat, dünya hayatımızdan başka birşey değildir. Ölüyoruz, yaşıyoruz. Bizi zamandan başka birşey helak etmez (öldürmez) "(Câsiye, 24) Dediğini nakletmektedir.

2) Ayet, haşr ve neşrin sıhhatine delalet etmekte ve haşre delalet eden delile de dikkat çekmektedir. Çünkü Cenab-ı Hak, birinci seferinde arlıklara ölümlerinden sonra hayat verdiğini beyan etmiştir. Bu sebeple diriltmenin ikinci defada da vâki olması gerekir.

3) Ayet, mükellefiyet, tergib (teşvik) ve terhibe (korkutmaya) delalet eder.

4) Ayet, yukarıda izahı geçtiği gibi hem cebre, hem de kadere delalet eder.

5) Bu, dünyada zühdün gerektiğini gösterir. Çünkü Cenab-ı Allah "Derken sizi diriltti, sonra öldürdü, sonra (yeniden) tütecek" buyurarak, ölümün mutlaka olacağını beyan etmiştir. Sonra yine insanları bu ölürr üzere bırakmayıp, mutlaka kendisine döndüreceğini de belirtmiştir. Ölümün mutlaka olmasına gelince, Cenâb-ı Hakk bu hususu şöyle beyan etmiştir: İnsan bir meni iken Allah onu diriltmiş ve ona en güzel bir şekil vermiş ve onu her tarafı ölçülü bir insan haline getirmiş, mükemmel bir akıl verip, çeşitli fayda ve zararları görebilecek bir biçimde yaratmış. Onu, mallara, çocuklara, evlere ve köşklere sahib kılmış, sonra onu öldürmek ve adeta hiçbirşeye malik olmamış gibi kılmak, dünyada ne bir ismi ne bir yokmuş gibi kılmak suretiyle mal-ı mülkü ondan izale etmiştir. Onu uzun müddet, Allahü teâlâ: "Onların önlerinde bir engel vardır" (Mü'minûn, 100) diye haber verdiği gibi, kendisine çağrıldığı halde cevab verememiş, konuşması istendiği halde konulamamış, en yakın akrabaları bile onu ziyaret etmemiş, aksine ailesi ve çoluk çocuğu kendisini unutmuş olduğu bir halde onu kabirde bırakır. Nitekim Yahya b. Mu'az er-Râzî şöyle der:

"Akrabalarım kabrimin hizasından geçerler. Sanki onlar beni tanımıyorlar." Yine kabirdeki insan adeta şöyle der: Allah'ım, sanki ben tek başınaymışım gibi, onlar beni kabre yan üstü koydular. Cenazemi getirenler geri gittiler. Garibler (yabancılar) benim garibliğime ağladılar. Beni sevenler, kabrin kenarından bana seslendiler. Ben feryadü figan ederken, kabrimi ziyaret edenler bana acıdılar. Bana bakanlar, aciz kalışımı açıkça gördüler. Meleğimin şöyle demesinden başka ümidim kalmadı: "Şu akrabaları kendisinden uzaklaşmış yalnız adama bakın! Sevenleri kendisinden ayrılmış, tek kalmış adama bakın! O, dünyada bana yakındı ama, kabirde yabancı oldu. O, dünyada beni çağırır ve bana uyardı. Bu eve (kabre) girerken benim kendisine lütufta bulunacağımı umuyordu. Ey ihsanı devamlı olan Allah'ım, burada ona ihsanda bulun. Ey mağfireti bol olan Allah'ım, senden umduğumu gerçekleştir."

Kulun, Allah'a mutlaka döneceğine gelince, bu husus böyledir. Çünkü Cenab-ı Hak, şu ayetlerde sûra üfürülmesini emretmiştir:

"Artık Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere, göklerde kim varsa, yerde kim varsa düşüp ölecektir. Sonra o (sûra) bir daha üfürülecektir. O anda görürsün ki (Ölüler) kalkmış bakınıp duruyorlar" (Zümer, 68);

"Onlar sanki dikili bir şeye (putlara v.s.) koşuyorlar gibi kabirlerinden fırlaya fırlaya akarlar" (Mearic, 43) ve sonra, nitekim:

"Rabbine saf saf arzolunurlar" (Kehf, 48) ayetinde bildirildiği gibi Cenâb-ı Allah'a takdim olunurlar. Böylece.

"Rahman (Allah'ın heybeti)'nden dolayı sesler kısılmıştır" (Taha, 108) ayetinde de bahsedildiği gibi onlar, huşu ve huzû' içerisinde ayakta beklerler. Bir zat şöyle demiştir: "Allah'ım! biz kabirlerimizin içinden başlarımız tozlu, korkunun şiddetinden yüzlerimiz değişmiş, kıyametin dehşetinden başımız önümüze eğilmiş, kıyametin uzun sürmesinden karınlarımız acıkmış, mahşerdekilere karşı edeb yerlerimiz açılmış, günahlarımızın yükünden belimiz kırılmış olarak kalktığımızda ve günahlarımıza pişman olmuş olarak ne yapacağımızı şaşırdığımızda, bizden yüz çevirerek musibetleri artırma ve bize olan rahmetini ve bağışım genişlet. Ey rahmeti büyük, mağfireti geniş Olan Allah'ım! "

28 ﴿