59Zulmedenler ise sözü kendilerine söylenen (şekilden başka bir) şekle çevirmişlerdi. Biz de o zalimlerin üstüne, yaptıkları fasıkîığın cezası olarak, gökten murdar bir azab indirmiştik Zalimler ve Onlara Gönderilen Azab Allahü Teâlâ'nın “zulmedenler” ifadesine gelince, burada Allah onları "zalim" diye nitelendirmiştir. Onlar ya dinî ve dünyevî hususlardaki hayırların eksilmesine gayret ettikleri için veyahutta kendilerine haksızlık ettikleri için zalim olmuşlardır. Yukarıda geçtiği gibi, insanın kendisine haksızlık etmesi de zulümdür. Cenâb-ı Allah'ın "Biz de zulmedenlere, gökten murdar bir azab indirdik " ayetine gelince, bu ayetle ilgili iki konu vardır: Birincisi: Bu âyette "zulmedenler" (Bakara, 59) ifâdesinin iki kere geçmesi, İsrailoğullarının durumlarının son derece çirkin olduğunu göstermek ve onlara azab indirilmesinin zulümleri sebebi ile olduğunu anlatmak içindir. İkincisi: Ayetteki "Ricz", azab demektir. Bunun delili, Allahü teâlâ'nın: "Onların başına ricz, yani azab gelince...geldi " (Araf, 134) âyeti ile, "Eğer, bizden azabı giderirsen..." (A'raf, 134) âyetidir. Zeccâc, ve kelimeleri ikisinin manası da birdir ve "azab" demektir" demiştir. Allahü teâlâ'nın: "Allah sizden şeytanın riczini gidersin..." (Enfal, 11) âyetine gelince bunun manası, "Allah o şeytanın pisliğini ve sizi davet ettiği inkârı sizden gidersin" demektir. Sonra bu azabın ne olduğu konusunda da ayette bir işaret yoktur. İbn Abbas (radıyallahü anh) onlardan yirmidörtbin kişinin bir saat içinde ansızın öldüğünü söylemiştir. İbn Zeyd ise şöyle demiştir: Allah onlara veba hastalığı verdi de bir kuşluk vaktinden yatsıya kadar yirmibeşbin kişi öldü, geriye kimse olmadı. Fısk ve Zulüm Hakkında Hak teâlâ'nın "Yaptıkları fasıklığın cezası olarak..." ifadesine gelince, "fısk", zararlı olan bir çıkıştır. Yaş hurma kabuğundan çıktığı zaman denilir. Şeriat dilinde "Fısk, Allah'a itaat etmekten çıkıp, Allah'a karşı isyan etme haline girmekten ibarettir." Ebu Müslim âyetteki fıskın, Allah'ın âyetindeki "zulüm" olduğunu, bu tekrar edilişin faydasının ise manayt te'kid olduğunu söylemiştir. Halbuki gerçekte burada şu iki sebebten ötürü tekrar yoktur: a) Zulüm bazan küçük günahları, bazan büyük günahları işlemekten dolayı olur. İşte bu sebebten ötürü, Allahü teâlâ, peygamberlerini: "Ey Rabbimiz, Biz kendimize zulmettik" (A'raf, 23) âyetinde, zulüm etme vasfı ile nitelemiştir. Bir de yine Allahü teâlâ: "Hiç şüphesiz şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 13) buyurmuştur. Şayet zulüm sadece, büyük günah işlemek olsaydı, bu durumda âyette (büyük) lafzının geçmesi gereksiz bir tekrar olurdu. Halbuki "fısk"ın da büyük günahlardan olması gerekir. Buna göre Allahü Teâlâ, onları ilk önce "zulüm" ile tavsif edince, bu zulümlerinin küçük günahlardan dolayı değil de büyük günahlardan dolayı olduğu bilinsin diye ikinci olarak "fâsık" diye vasıflandırmıştır. b) Onların bu tebdil (sözü değiştirme) sebebi ile "zalim" ismine müstehak olmaları ihtimali de vardır. İşte bu tebdil sebebi ile, onlara gökten murdar bir azab inivermiştir. Dahası, bu tebdilden önce işlemiş oldukları fâsıklıktan dolayı da bu azab onlara inmiştir. Bu izah şekline göre, tekerrür durumu zail olur. İkinci İzah: Bil ki Allahü teâlâ bu ayeti A'raf suresinde de şu şekilde zikretmiştir: "O zaman onlara, "Şu kasabada yerleşin. Onun istediğiniz yerinden yeyin. Kapısından hepiniz secde ederek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. Muhsin olanlara daha fazlasını da vereceğiz" denilmişti. Fakat İçlerindeki o zulmedenler, kendilerine söylenen sözü değiştirdiler. Biz de üzerlerine, zulmettikleri için gökten murdar bir azab indirdik" (A'raf, 161-162). Şeriatta Bildirilen Zikirler Tevkîfî midir? Bil ki bazı âlimler, Allah'ın "zulmedenler., değiştirdiler" ifadesinin, zikir olarak rivayet edilen şeylerin tevkîfî olduğuna, onları değiştirmenin caiz olmadığına, o zikirlerin yerine başka birşey söylenemeyeceğine delil olduğunu söylemişlerdir. Şafii alimleri, iftitah tekbirinin yerine ta'zim ve tesbih ifade eden lafızlarının kullanılmasının, kezs Kur'an'ın Farsça okunmasının caiz olamayacağına delil getirmişlerdir. Ebu Bekir er-Razî, bu görüşe şöyle cevab vermiştir: "İsrailoğulları, kendilerine söylenen sözü, zıddı olan başka bir söz ile değiştirdikleri için zemme müstehak olmuşlar ve bu yüzden zemmedilmeleri gerekmiştir. Ama aynı manada olmak üzere değişik lafız kullananlar zemme müstehak olmaz." Ebu Bekir er-Razi'nin bu sözüne şu şekilde cevab verebiliriz: Allah'ın "Zulmedenler, kendilerine söylenen sözü değiştirdiler" âyetinin zahiri, ister aynı manada olsun ister ayrı manada olsun, sözün yerine başka bir söz kullanan herkesi içine alır. Bu âyetle ilgili birçok soru vardır: Âyette İlgili Sualler Birinci Soru: Allahü teâlâ niçin, Bakara suresinde (Hani.. demiştik) ve A'raf sûresinde de (Hani onlara denilmişti ki...) buyurmuştur? Cevab: Allahü teâlâ manada kapalılığı gidermek için, Kur'an'ın evvelinde, bu sözü söyleyenin kendisi olduğunu açıkça ifade etmiştir. Bir de Allahü teâlâ söze "Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın" diyerek başlamış, sonra nimetlerini teker teker saymıştır. Binâenaleyh bu yere uygun olan, denilmesidir. A'raf süresindeki âyette ise, Bakara süresindeki bu açıkça ifadeden sonra, ifadesinde herhangi bir kapalılık kalmamıştır. İkinci Soru: Allahü teâlâ niçin. Bakara sûresinde "Hani biz giriniz... demiştik." A'raf suresinde ise "yerleşiniz" demiştir? Cevab: Girmek, yerleşmeden daha öncedir. Dolayısı ile her ikisinin de meydana gelmesi gerekir. Bu sebeble, önce geçen surede "girme", sonra gelen surede ise "yerleşme" zikredilmiştir. Üçüncü Soru: Niçin Allahü teâlâ, Bakara'da (......) ile "öyle ise yeyiniz", A'raf'da ise (......) ile "ve yeyiniz" buyurmuştur? Bunun cevabı, Bakara sûresinde (......), A'raf sûresinde ise (......) buyruklarının tefsirinde bildirilen hususlardır. Dördüncü Soru: Allah, niçin Bakara suresinde "Sizin günahlarınızı (hatalarınızı) bağışlayalım A'raf suresinde ise (......) buyurmuştur. Cevab: cem-i kesret (çokluk ifade eden cemî) (......) ise cem-i müennes salimdir. Bu, az sayı ihtiva eden cemiler için kullanılır. Bakara suresinde, Cenab-ı Allah sözü kendisine nisbet ederek, buyurunca, bu sözüne, cömertliğine ve keremine yakışan bir hususu eklemiştir. Bu da O'nun, çok olan günahları bağışlamasıdır. Böylece çokluğu ifade eden bir cemi lafzı kullanmıştır. A'raf sûresinde ise, sözü kendisine nisbet etmeyip "Onlara... denildi " buyurunca, bu lafzı azlık ifade eden bir cami olarak getirmiştir. Netice olarak diyebiliriz ki Allah faili zikredince, o, failin keremine yakışan "çok günahları affetme" vasfını da zikretmiştir. A'raf suresinde faili (yani kendisini) zikretmeyince çokluğu ifade eden lafzı da zikretmemiştir. Beşinci Soru: Cenab-ı Hak, niçin Bakara sûresinde "bol bol (yeyin)" buyurdu da, A'raf da bunu hazfetti. Bu sorunun cevabı, dördüncü sorunun cevabı gibidir. Çünkü Allah bir fiili kendisine nisbet ettiği zaman, onunla beraber şüphesiz en büyük nimetini, bol bol yemeleri nimetini zikretmiştir. A'raf suresinde fiili zatına nisbet etmediği için, burada en büyük nimeti zikretmemiştir. Altıncı Soru: Allahü teâlâ, niçin Bakara suresinde (......) buyurmuş, A'raf'da sonra gelen (......) cümlesini öne almıştır. Cevab: harfi, mutlak manada beraberliği (cem'i) ifade eder. Yine (......) âyetinin muhatablarının bazılarının günahkâr diğer bazılarının ise günahsız olduklarını, günahkâr olanların günahlarının affolunması için uğraşmalarının ibadetle, meşgul olmalarından önce geldiğini, şüphesiz onların mükellefiyetinin önce (......) demeleri, sonra da secde ederek kapıdan girmeleri olduğunu; günahsız olanlarının ise öncelikle ibadetle, ikinci derecede de nefsin kibrini kırmak ve ibadetten dolayı düşeceği ucbünü gidermek için tevbe ile meşgul olmaları gerektiğini söylemek mümkündür. Bundan dolayı günahsız olanların secde ederek kapıdan girmeleri, daha sonra da "bizi bağışla" demeleri gerekir. Ayetin muhatablarının böyle iki kısma ayrılmaları İhtimal dahilinde olunca, Cenab-ı Allah da bu iki kısımdan her birine ait hükmü ayrı surelerde zikretmiştir. Yedinci Soru: Cenâb-ı Hak, niçin Bakara sûresinde harfi ile A'raf'da ise harfi olmaksızın buyurmuştur? Cevab: Allahü teâlâ, A'raf sûresinde iki husus zikretmiştir: Tevbe etmeyi gösteren "hıtta" sözü, ve ibadet etmenin bir tezahürü olan secde ederek kapıdan girme işi... Bunların peşisıra da iki mükafaattan bahsetmiştir. "Hıtta" sözüne karşılık söylenen "Günahlarınızı bağışlayalm" ve secde ederek kapıdan girmenin karşılığı olan "Muhsinlere (sevabı) artıracağız" vaad-i ilahisi... Bu nedenle iki şarttan her birine, bu iki cezadan birinin verildiğini göstersin diye, Allah harfini getirmemiştir. Ama Bakara sûresinde, mağfiret velziyadenin mecmuunun, girme ve hıtta deme fiillerinin mecmuunun karşılığı olduğunu ifade eder. Sekizinci Soru: Cenâb-ı Hak, Bakara sûresinde (......), A'raf sûresinde ise (......) buyurmuştur. A'raf süresindeki âyette fazladan bir (......) lafzının söylenmesindeki mana nedir? Cevab; A'raf'da bu lafzın ilave edilmesinin sebebi şudur: Burada kıssanın baş tarafı, (......) lafzı ile tahsis edilmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak: "Musa'nın kavminden, hakka irşad eden ve onunla adalet yapan bir topluluk vardı" (A'raf, 159) buyurmuş, onlardan böyle olanların varlığını bildirmiş, sonra da onlara verdiği çeşitli nimetler ile onlara yönelik ilahi emirlerini saymıştır. Kıssa sona erince de "Onlardan zâlim olanlar ise (sözü) değiştirdiler" buyurarak, sözün sonu başına uygun olsun diye, kıssanın başında lafzını zikrettiği gibi, sonunda da zikretmiştir. Böylece Musa'nın kavminden "zalim olanlar", yine onun kavminden hidayete ermiş olanlara" mukabil olmuş olur. Orada adil bir topluluktan bahsetmiş, bu kısımda ise zalim bir topluluktan bahsetmiştir. Her iki topluluk da Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın kavmindendir. A'raf sûresinde fazladan (......) lafzının zikredilmesinin sebebi işte budur. Bakara süresindeki âyete gelince, Allahü teâlâ: (......) âyetinden önce olan âyetlerde bir ismyiz ve tahsis zikretmemiştir ki kıssanın sonunda da böyle bir tahsis yapmak gereksin. Böylece bu ikisi arasındaki fark ortaya çıkmış oldu. Dokuzuncu Soru: Hak teâlâ, niçin Bakara'da; (......) A'raf'da ise (......) buyurmuştur? Cevab: İnzal (indirme), azabın işin taa başında olduğunu, İrsal (gönderme) ise azabın onlara tasallutunu ve onların tamamı ile kökünü kazıdığını ifade eder. Bu ise (yani irsal) ancak ahirette olur. Onuncu Soru: Niçin Cenâb-ı Hak, Bakara sûresinde "Fâsıklıklarından dolayı..."; A'raf sûresinde ise "Zulmetmelerinden dolayı..." buyurmuştur? Cevab: Allahü Teâlâ Bakara sûresinde zulmün, fasıklık olduğunu açıklayınca, Bakara sûresinde böyle bir açıklama geçtiği için, A'raf sûresinde sadece zulüm lafzı ile yetinmiştir. Hazret-i Musa'nın Kayadan On İki Pınar Fışkırtması |
﴾ 59 ﴿