64

Sonra, onun arkasından yine yüz çevirdiniz. Eğer size Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, elbette sizler hüsrana uğrayanlardan olurdunuz"

Cenâb-ı Hakk'ın: (......) ifadesi, "Daha sonra misâktan ve onun gereğini yapmaktan yüz çevirdiniz" demektir.

Katfâl -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir: Herkes tarafından bilinir ki Benî İsrail, Tevrat'ı kabul edip, Tûr dağı üzerlerine kaldırıldıktan bir müddet sonra, birçok hususta Tevrat'tan yüz çevirip, meselâ onu tahrif etmişler, onunla âmel etmeyi bırakıp, peygamberleri öldürmüş, onları inkâr edip emirlerine karşı çıkmışlardır. Belki de o Tevrat'ta sadece bazılarına âit olan hükümler vardır. Bunlardan, önce gelenlerin yaptıkları, sonra gelenlerin yaptıkları hükümler vardı. Gece gündüz harikulade haller müşahede ettikleri halde Tîh çölünde devamlı Hazret-i Musâ (aleyhisselâm)'ya karşı çıkan ve ona hertürlü eziyeti reva gören, konakladıkları yerde açıktan günah işleyen, hatta bir kısmı yere batırılmış, bir kısmı ateşte yakılmış ve veba hastalığı ile azab olunmuş kimseler vardı. Bütün bunlar onların okudukları Tevrat tefsirlerinde vardı. Onlardan daha sonra gelen nesiller, saklanamayacak işler yapmışlardır. Bundan dolayı (düşmanları tarafından) Beytu'l Makdis'in harab edilmesi suretiyle cezalandırıldılar. Daha sonra Hazret-i İsâ (aleyhisselâm)'yı da inkâr ettiler ve onu öldürmek istediler. Kur'an'da her nekadar onların yüz çevirdikleri Tevrat hükümlerinin neolduğu beyan edilmemiş ise de bunlar malûm şeylerdir. Bu, Allahü teâlâ tarafından onların atalarının inadcılıklarını haber vermektir. Bu sebeble onların, kendi kitabları ve peygamberlerine karşı tavırları bu anlatılan tavır olunca, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in getirdiği kitabı inkâr edip, onun hak peygamber olduğunu kabul etmemeleri şaşılacak birşey değildir. Allah en iyisini bilir.

Cenâb-ı Hakk'ın: "Eğer Allah'ın size fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizler hüsrana uğrayanlardan olurdunuz" âyeti ile ilgili iki konu vardır:

Birinci Konu: Buradaki Fadl (Lütuf) dan Maksad: Kaffâl, bu âyetin tefsiri hususunda iki görüş söylemiştir:

a) Allah'ın size mühlet vermesi ve hakettiğiniz azabı tehir etmesi gibi, lûtufları olmasaydı, sizler canlarını cehennem ateşine karşılık satan, hüsrana uğramış, yani mahvolmuş kimseler zümresinden olurdunuz. Allah'ın bu buyruğu, onların bu gibi bir hüsrandan kurtulduklarını gösterir. Çünkü Allahü teâlâ, onlar tevbe edinceye kadar mühlet tanımak suretiyle, onlara lütufta bulunmuştur.

b) Onlarla ilgili bu haber, (......) ifâdesi ile son bulmuştur. Bunun peşinden buyurulmasının, sözü evveline döndürmek olduğu söylenmiştir. Yani "Üzerinize dağı kaldırmak suretiyle Allah size lütfetmiş olmasaydı, Tevrat'ı inkâr etmeye devam ederdiniz. Fakat Allah size ikramda bulundu, size rahmet etti ve bunları size lütfetti de böylece siz tevbe ettiniz" demektir.

İkinci Konu: İlahî Lütuf Hakkında Mu'tezile'nin Bocalaması:

Birisi şöyle diyebilir: (Eğer.....olmasaydı) kelimesi, başka bir şey olduğu zaman diğer oirşeyin olamayacağını ifade eder. Bu nedenle kelime, "hüsrân"ın olmamasının, fazl-ı ilâhînin bulunmasının ayrılmaz bir hali olmasını gerektirir. Bu sebeble, hüsranın bulunduğu yerde Allah'ın lûtfunun bulunmaması gerekir. Bu ise Allahü Teâlâ'nın, dînî lûtuflardan kâfirlere hiçbirşey vermediğini gösterir. Ki bu Mu'tezile'nin görüşüne terstir." Ka'bi bu soruyu şöyle cevaplamıştır: Allahü teâlâ, fazl-ı İlâhi hususunda herkese eşit davranmıştır. Fakat insanların bazıları bundan istifâde etmiştir. Bu sebeble böyle denilebilir. Nitekim çocuklarına hediye vermede eşit davranan, ama ancak bazı çocukları bundan istifâde edebilen bir kimseye, "Şayet baban sana lütuf kâr davranmasaydı, sen fakir olurdun" denilmesi gibi...Bu, zayıf bir cevabtır. Çünkü dilciler (......) lâfzının, başka birşey olduğu zaman diğer birşeyin olamayacağını ifâde ettiğini açıkça belirtmişlerdir. Bu kaide sabit olunca, Kâ'bi'nin sözü gerçekten düşer.

Cumartesi Yasağına Uymayıp Maymuna Çevrilen Yahudiler

64 ﴿