65

Andolsun, içinizden cumartesi günü hakkında haddi aşanları bildiniz. İşte biz onlara "Hor ve zelil maymunlar olun" dedik ."

Bil ki Allahü teâlâ, ilk önce İsrail oğullarına olan çeşitli nimetlerini sayınca, bunu onlara yönelttiği şiddetli belâların bazılarını anlatarak tamamladı. İşte bu âyetteki husus, şiddetli belâların ilk çeşididir. Bu hususta birkaç mesele vardır:

Cumartesı Kıssası

İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, bunların Davud (aleyhisselâm) zamanın kedine arasında ve deniz kenarında yer almış olan Eyle kasabasında oldukları, bu kasabanın senenin bir ayında, dünyanın her tarafından çok çok balıkların gelmesinden dolayı, deniz yüzünün âdeta görünmez bir şekil aldığı, bu ayın dışında da bilhassa her cumartesi günü durum aynı olan bir yer olduğu; bunun ise, Cenâb-ı Allah'ın:

Onlara, deniz kenarında ki o kasabayı sor. Hani onlar cumartesi gununun (hürmetini ihlâl ederek) haddi aşıyorlardı" (A'râf, 163) âyetinde söz konusu edilen kasaba olduğu; onların deniz kıyısında havuzlar kazıp, bunlara denizden arklar, kanallar açtıkları; bu kanallar yoluyla balıkların havuzlara geldiği ve İsrailoğullarının pazar günü onları avladıkları; bu şekilde balıkları havuzlarda tutmalarının onların haddi aşmaları olduğu; sonra onların, Allah'ın azabından korktukları için, sadece havuzlardaki balıkları tutmakla yetindikleri; aradan uzun zaman geçince çocuklarının da onların yolunu tuttuğu, mal-mülk sahibi oldukları; cumartesi gününde avlanmayı hoş karşılamayan Medine ahalisinden bazı kervanların oraya gelip onları bundan nehyettikleri; fakat onların bu tür avcılıktan vazgeçmeyerek: "Biz şunca zamandır bu işe devam ediyoruz. Allah, malımızı artırmaktan başka birşey yapmadı" dedikleri; buna karşılık onlara: "Siz bu duruma aldanmayınız. Çünkü Allah'ın azabı ve helâkî er geç size gelecektir" denildiği; bundan sonra onların zelil maymunlar haline geldikleri, üç gün bu şekilde yaşadıktan sonra öldükleri rivayet edilmiştir.

Bu Kıssadan Maksad

Âyette bu kıssadan bahsedilişinin iki maksadı vardır:

a) Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir mucizesini ortaya koymaktır. Çünkü Allah'ın: "Andolsun ki....bildiniz" ifadesi, sanki Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki yahûdilere bir hitab gibidir. Hiçbirşey okumamış, yazmamış ve herhangi başka bir milletle beraber bulunmamış bir ümmî olduğu halde Hazret-i Muhmmed (sallallahü aleyhi ve sellem), bu olayı onlara haber verince, bu O'nun bunu ancak vahiy yoluyla öğrendiğini gösterir.

b) Allahü teâlâ, Ashab-ı Sebt'e (cumartesi gününün hürmetine saygısızlık gösteren yahûdilere) nasıl muamele ettiğini haber verince, sanki Medine yahûdilerine de şöyle demiş oldu: "Onların başına gelen azabın, inâd ile isyanınız sebebiyle size de gelmesinden korkmuyor musunuz? Binaenaleyh size mühlet vermemize aldanmayınız." Bunun bir benzeri de :

"Ey kendilerine kitab verilenler, yanınızdaki kitab'ı tasdik edici olarak indirdiğimiz (Kuruna), biz bazı yüzleri silip, belirsiz ederek enselerine çevirmeden önce imân ediniz..." (Nisa, 47) âyetidir.

Üçüncü Mesele

Bu âyette hazif vardır. Sanki Hak teâlâ, "Bu tür cezanın, o suçun cezası olması için, cumartesi günü haddi aşanlarınızın haddi aşmalarını bildiniz" buyurmuştur. lâfzı, onların cumartesi günü işledikleri fiilin, onlar için haram kılınmış olduöuna delâlet eder. Bunun geniş izahı bu âyette geçmemiş, (A'râf, 163) âyetinde geçmiştir. Şöyle de denilebilir: Onlar sadece bu avlanma işi ile haddi aşmışlardır. Şu da söylenebilir; Onlar bu avlanmayı helâl görüp, işledikleri için haddi aşmış sayılmışlardır.

Onları Balıklarla İmtihan Etmenin Hikmeti

Keşşaf sahibi şöyle demiştir: "Sebt" cumartesi gününe saygı duyduğunu ifade etmek üzere söylenen ifadesinden masdararr. Buna göre Allahü teâlâ onları cumartesi günü avlanmaktan nehyedince:

"Cumartesi tatili yaptıkları gün balıklar akın akın meydana çıkarak onların yakınma geliyordu. Cumartesi tatili dışındaki günlerde ise gelmiyorlardı. İşte bu şekilde onları imtihan ettik" (Araf, 163)âyetinde beyan ettiği gibi, diğer günlerde değil de cumartesi gününde balıkların akın akın gelmesinin hikmeti nedir, bu fitneyi deşmekten, sapıtmalarını murad etmekten başka bir şey değil midir? denilirse biz deriz ki: Ehl-i Sünnet'e göre, bir kulun sapıtmasını irâde etmesi Allah için caizdir. Ama Mu'tezile'ye göre, mükellefiyetteki ağırlık, sevabı artırmaya vesile olacağı için güzeldir.

Maymun Suretine Çevrilmeleri

Allahü teâlâ'nın: "Onlara hor ve zelil maymunlar olun dedik" ifadesi ile ilgili birkaç mes'ele vardır:

Birinci Mesele

Keşşaf sahibi, (......) ifâdesinin, (......)nin haberi olduğunu söylemiştir. Yâni "Hem maymun, hem de zelil ve koğulmuş varlıklar olunuz" demektir.

Onlara; "Maymun Olun!" Emrinin Makul İzahı

Allahü teâlâ'nın: sözü, emir değildir. Çünkü onlar kendilerini maymun şekline sokmaya kadir değillerdi. Bu sözden maksad, maymuna dönüşmenin süratli oluşudur. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın: "Biz birşeyin olmasını istediğimiz zaman, o husustaki sözümüz sadece (ol) dememizdir. O zaman o şey hemen oluverir" (Nahl, 40). Ve "İtaat edenler olarak geldik dediler" (Fussilet, 11) âyetlerinde olduğu gibi. Buna göre mana, Allahü teâlâ'yı. onlara hakettikleri cezayı indirmeyi murâd ettiği zaman hiçbirşey acze düşüremez. Aksine Allah, onlara, dediği anda, onlar maymun şekline dönüşürler. Yani onlar hakkında Allah bunu murâd edince, onlar Allah'ın istediği gibi oluverdiler. Bu tıpkı, "Cumartesi ashabına lanet ettiğimiz gibi...Allah'ın emri behemehal yerine gelir" (Nisa. 47) âyetinde beyan edildiği gibidir.

Ve keza bu dönüşme esnasında, Allah'ın bu sözü söylemiş olması da imkansız değildir. Ancak bu dönüşmede esas tesirli olan Allah'ın kudret ve iradesidir. Buna göre, eğer, "Bu sözün dönüşmede bir tesiri olmadığına göre, söylenmesinin ne yararı vardır?" denilirse deriz ki, bize göre Allah'ın hüküm ve fiilleri hususunda, kesinlikle aslaha riayet etmesi vacib değildir. Ama Mu'tezile'ye göre "Belki de bu söz meleklerden bazılarına veya başka varlıklara aittir."

Maymuna Çevrilmenin Mecazi Olduğunu Söyleyen Mücahid'in Görüşü

Mücahid'den rivayet edilmiştir ki Hak teâlâ, damgalamak ve mühürlemek manasında onların kalblerini döndürmüştü yoksa onların şekillerini maymun şekline çevırmemişti. Bu tıpkı;

"Ağır kitaplar taşıyan eşşekler gibi..." (Cuma, 5) âyetindeki mâna.gibidir. Bunun bir benzen de hocanın, öğrenmede başarılı olmayan kalın kafalı öğrencisine, "Eşşek ol" demesidir. Mücahid, onların şekillerinin çevrilmesinin imkansız olduğuna iki delil getirmiştir:

a) İnsan, görülen şu şekil ve hissedilen şu bünyeden ibarettir. Allah onları bozup, onların cisimlerinde maymunların terkib ve şeklini yaratınca, bu, insanı yok etmek ve maymun yaratmak olur. Bundan dolayı, bu görüşe göre "döndürme" Allah'ın, insan cismini teşkil eden arazları yok edip, maymun cismini oluşturan arazları yaratması manasına gelir. Bu sebeble bu, bir döndürme (mesh) değil, bir yok etme ve yeniden yaratma olur.

b) Eğer biz bunu mümkün görürsek, her gördüğümüz maymun ve köpeğin aslında akıllı insanlar olduğuna inanmamız gerekir. Bu ise görünen şeyler hususunda insanı şüpheye düşürür.

Mücahidin Görüşünün Tenkidi

Mücahid'in birinci görüşüne şu şekilde cevap verilmiştir: İnsan, bu heykelden (şekilden) ibaret değildir. Bu böyledir, çünkü bu İnsan bazan zayıf iken, bazan şişman olur. Bunun aksi de olabilir. Buna göre insanın cüzleri değişiyor demektir. Belli bir insan, o anda mevcut olan zat demektir. Duran (mevcut) olan insan ise zail olmayandır. Buna göre insan, bu görünen heykelin (şeklin) ötesinde bir şeydir. Bu şey, ya bedene sirayet etmiş olan bir cisimdir, veyahut da kalb ve beyin gibi, bedenin bazı yerlerinde bir parçadır, veyahut da felsefecilerin dediği gibi, cisim değil, mücerret bir varlıktır. Bütün bu ihtimaller de, bu insan şekline bazı değişikliklerin ârız olması halinde de, o şeyin devam etmesi imkansız değildir. İşte bu.döndürme (mesh) dir. Bu izaha göre, cüssesi çok büyük olan meleğin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in odasına girebilmesi mümkün olmuştur.

Mücahid'in ikinci görüşüne de şu şekilde cevab verilir: Bir meselede emin olmak, ancak ümmetin o hususta icmaı ile olabilir Söylediğimiz izahlarla meshin (çevirmenin) olabileceği sabit olunca, âyeti zahirî manasına almak mümkün olur ve Mücahid'in bahsettiği te'vile ihtiyacımız kalmaz. Bununla beraber Mücahid'in zikrettiği husus da gerçekten pek uzak olan bir ihtimal değildir. Çünkü insan, mucizelerin ve delillerin ortaya çıkmasından sonra da cahilliğinde devam ederse, örfte böyle olana bazan, "O eşektir, maymundur" denilir. Bu mecaz, zahir ve meşhur mecazlardan olunca, bu manaya varmak kesinlikle mahzurlu değildir. Bu meselede geriye iki sual kalır:

Birinci Sual: Maymun olduktan sonra, insanın hiçbir anlayışı, aklı ve bilgisi kalmaz. Bundan dolayı da başına gelen azabın ne olduğunu bilemez. Maymunlar, sıhhatli olduğu zaman elem duymadıkları için, sırf maymun oluş, elem veren bir durum değildir. Öyle ise artık hangi sebebten, maymun olmadan dolayı bir azab meydana gelecek? Buna şöyle cevab veririz:

"İnsanı; düşünen, anlayan bir insan kılan özellik bakidir. Şu kadar var ki hilkat ve suret değişince, şüphe yok ki, o konuşmaya ve insana ait işleri yapmaya güç yetiremez. Fakat o, uğursuz isyanı sebebiyle hilkatinin değiştiğini anlar ve son derece korku ile pişmanlık içine düşer. Çoğu zaman da bu azalarının değişmesinden elem duymuş olur ve yaratılıştan maymun olan hayvanların şekillerinden ötürü elem duymamaları, sonradan bu kendine uymayan şekle girmekten dolayı insanın elem duymamasını gerektirmez" denilmesi niçin caiz olmasın?

İkinci Sual: O Maymunların Nesli Devam Ediyor Mu?

Bu maymunlar hâlâ mevcud mu, yoksa Allah onları tamamen yok mu etmiştir? Eğer "Onlar hâlâ mevcuttur" dersek, bu durumda zamanımızdaki maymunların, onların neslinden olduklarını veya olmadıklarını söylemek caiz midir?

Cevab: Bütün bu ihtimaller aklen mümkündür. Ancak İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan gelen rivayete göre onlar, dünyada üç gün yaşamışlar, sonra yok olmuşlardır.

Dördüncü Mesele

Dilciler, zelil, uzaklaştırılmış ve koğulmuş şey manasınadır" demişler. Mesela bir köpek insana yaklaştığında ona, "Uzaklaş ve uzağa git, burası senin yerin değildir" manasında, denilir. Nitekim Cenâb-ı Hakk: "O göz, yorulmuş olduğa halde, hor ve hakir sana dönecektir" (Mülk, 4) buyurmuştur. Âyetteki (......) kelimesinin, "Tekrar bakmaktan menedilmiş, zelil ve küçük düşmüş olarak..." manasına olması muhtemeldir. Çünkü Hak teâlâ:

"İşte gözünü (bir defa daha göğe) çevir, (Bak orada) hiçbir çatlak görebilecek misin? Sonra gözünü iki kere daha çevir, (Nihayet) o göz yoruimuş olarak, hor ve hakir yine sana dönecektir" (Mülk, 3-4) buyurmuş ve bununla sanki şunu demek istemiştir: "Gözünü bir çatlak arayan kimsenin çevirip bakması gibi, göğe çevir. Çünkü sen, göğe ne kadar çok baksan da, gözün sana, günlerce birşeyi aramaya gayret edip, onu bulamayan kimsenin pişman olarak dönüşü gibi, zelil olarak dönecektir. Çünkü göz aradığı şeyi bulamadığı için, pişman, hor ve hakir olarak döner.

Buyruğundaki Zamirinin Muhtemel Mercileri

Hak teâlâ'nın: "Onu.....kıldık" ifadesine gelince, müfessirler bu "o" zamirinin neyi ifade ettiği hususunda birkaç görüş belirterek ihtilâf etmişlerdir:

a) Ferra, bu zamirin "Onların başına geten meshe (döndürülüşe) râcî olduğunu söylemiştir.

b) Ahfeş, zamirin merciinin (maymunlar) olduğunu söylemiştir.

c) Bu, "Cumartesi yasağına uymayanların kasabasını ibret verici bir ceza kıldık" manasınadır.

d) Böyle yapan milleti, ibret verici bir ceza kıldık, çünkü Hak teâlâ'nın: "Cumartesi hususunda hadâi aşanlarınızı andolsun ki bildiniz" (Bakara, 65) âyeti, bir millete, topluluğa ve benzeri bir gruba delâlet eder. Doğruya en yakın olan ilk iki görüştür. Çünkü kinayeleri, daha önce geçen bir şeye göndermek mümkün iken, geçmemiş bir şeye göndermenin izahı yoktur. Halbuki önceki âyette sadece Ashab-ı Sebt ve onlara verilen cezadan bahsedilmektedir.

65 ﴿