130

"Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir? Andolsun ki biz onu dünyada beğenip seçmişiz. O şüphe yok ki ahirette de sâlihlerdendir." .

Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in durumunu, Beytullah'ı yapmak, Allah'ın kullarına orayı ziyaret etmelerini emretmek gibi Allah'ın Hazret-i İbrahim'i denediği yüce şeriatından onun eliyle icra ettiği şeyleri, kulların maslahatlarına ve onlar için hayır duada bulunmaya olan düşkünlüğü gibi Allah'ın ona verdiği huyu ve şu geçen ayette bulunan diğer şeyleri zikrettikten sonra, insanların hayrette kalmaları gerektiğine işaret ederek, "İbrahim'in dininden ve getirmiş olduğa şeriata iman etmekten kim yüz çevirir?" buyurmuştur. Böylece bu ifâdede yahudî, hristiyan ve müşrik Araplar azarlanmıştır. Çünkü yahudiler, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) ile övünüyor ve Yakub (İsrail) (aleyhisselâm)'un soyundan oldukları için, kendileri ile Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) arasında bulunan alâkaya tutunuyorlardı. Hristiyanlar da, Hazret-i İsâ (aleyhisselâm), annesi tarafından Yakub (aleyhisselâm)'a dayandığı hâlde, Hazret-i İsâ ile iftihar etmemiş, (İbrahim (aleyhisselâm) ile iftihar etmişler) dir. Kureyş müşrikleri ise, câhiliyye döneminde her türlü hayra, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in inşâ etmiş olduğu Kabe sayesinde nail olmuşlardır. Bu sebepten dolayı bunların hepsi bu şekilde Allah'ın kitabına davet olunmuşlardır. Kureyş kabilesi dışında kalan Adnanî Arapların soyu da Hazret-i İsmail (aleyhisselâm)'e dayanır. Bunlar da Hazret-i İsmail'in peygamberliği ile Kahtanî Araplarına karşı övünürlerdi. İncelendiğinde hepsinin, Hazret-i İbrahim ile övündükleri ortaya çıkar.

Ahir zamanda Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak gönderilmesini Allah'dan isteyen ve bu maksadının meydana gelmesi için Allah'a yalvarıp yakaran zâtın Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) olduğu sabit olunca, en büyük iftiharları ve faziletleri Hazret-i İbrahim'in soyundan gelmek olduğunu söyleyenlere şaşmak gerek. Onlar böyle söyledikleri halde, Hazret-i İbrahim'in duası ve Allah'a yalvarıp yakarmadaki maksadı olan o peygambere iman etmiyorlar. Şüphe yok ki bu husus gerçekten şaşılacak şeylerdendir.

Allahü teâlâ'nın, "Kendini bilmeyen kimseden başka, kim İbrahim'in dininden yüz çevirir?" buyruğuna gelince, bunda birkaç mesele vardır.

İ'râb

Birşeyden hoşlanmadığın zaman, birşeyi arzu ettiğin zaman ise, dersin. Ayetteki birinci, istifham-ı inkârîdir, ikincisi ise, manasına ism-i mevsuldür. Keşşaf sahibi, ifâdesinin, fiilinin mukadder faili olan zamirden bedel olarak, mahallen merfu olduğunu söylemiştir. ifâdesi, tıpkı, "Sana Zeyd'den başka hiç kimse geldi mi (gelmedi)" ifâdesinde olduğu gibi, olumsuz oluduğu için, bedel olabilmiştir.

Hazret-i Muhammed'in Şeriatı İle Hazret-i İbrahim'inki Arasındaki Fark

Birisi şöyle diyebilir: Burada bir soru vardır. O da, "Hazret-i İbrahim'in milleti" sözünden murad, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in getirdiği dindir. Çünkü bu ifâdeden maksad, insanları bu dini kabul hususunda teşviktir. Binaenaleyh ya "Bu din (millet) usûl ve furû bakımından Hazret-i İbrahim'in milletinin (dininin) aynısıdır" denilir, veyahut da "Bu millet (din), usûl yani tevhid, nübüvvet ve güzel ahlâka riayet etme bakımından Hazret-i İbrahim'in milletinin (dininin) aynısıdır; fakat bu ikisi, şeriatın furû'unda (ahkamında) ve amellerin yapılış keyfiyeti bakımından farklıdırlar" denilir?

Birincisi bâtıldır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi şeriatının, bütün geçmiş şeriatları neshettiğini söylemiştir. O halde nasıl "Bu şeriat, Hazret-i İbrahim'in şeriatının aynısıdır" denilebilir?

İkincisi de matlubu tam ifâde etmez. Çünkü usûlü tasdik etmek, yani tevhidi, adaleti, iyi ahlâkı ve ahiret inancını tasdik, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini kabul etme manasına gelmez. O halde nasıl bu neticeyi ifâde etmek için, bu söze tutunulabilir?

Diğer bir soru da şudur: Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in şeriatinin mensuh olduğunu söyleyince, "millet" lâfzı da bir dinin usul (inanç) ve furû'u (ahkâmı) manasına gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de onun dininden yüz çevirmiş olması gerekir. Böylece kâfirlere gereken şey ona da gerekir?

Cevab: Allahü Teâlâ, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in kendisine yalvarıp yakardığını, kendisinden Hazret-i Muhammed'i peygamber olarak gönderip, O'na yardım etmesini, ve güçlendirmesini ve O'nun şeriatını yeryüzüne yaymasını istediğini anlatınca, bütün bu manaları, " İbrahim'in milleti" diyerek ifâde etmiştir. Yahudi, hristiyan ve müşrik Araplar Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in doğru söylediğini kabul edince, Hazret-i İbrahim'in arzusu olan şu şahsın peygamberliğini kabul etmeleri gerekir.

Soru soran şöyle der: Yahudi ve hristiyanlar, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'în Allah'tan bu peygamberi istemiş olduğunu kabul etmezler. Ancak, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisinin nübüvvetini tasdik etmelerini sağlamak için, bu haberi İbrahim (aleyhisselâm)'den rivayet etmiştir. Binaenaleyh, bu rivayet fesbı'f edilmediği müddetçe O'nun nübüvveti sabit olmaz, O'nun nübüvveti sabit olmadığı müddetçe de bu rivayet sabid olmaz.. Bu ise, devre (devr-i fâsid'e) götürür; "devr" in ise, sözde yeri yoktur.

Biz, yahudi ve hristiyanların bu rivayetin doğruluğunu kabul ettiklerini kabul etsek bile, ancak bu rivayette, Hazret-i İbrahim'in Allah'tan kendi ve İsmail'in zürriyetinden bir peygamber göndermesini talep ettiği zikredilmektedir. O halde nasıl, Hazret-i İbrahim'in talep ettiği peygamberin bu şahıs olduğuna kesin olarak hükmedilebilir? Belki de, bundan sonra bir başka şahıs gelebilecektir. Hazret-i İbrahim'in duasına icabet etmek, Hazret-i İbrahim ile Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasındaki zaman olarak ikibin yıl gecikince, Hazret-i İbrahim'in duâsıyla talep olunan şu muayyen şahsın dışında bir başka şahsın gelmesi için üç bin yıl kadar gecikmesi niye caiz olmasın?

Birinci soruya şöyle cevap veririz: Belki de Tevrat ve İncil bu rivayetin doğruluğuna şehâdet ederler. Eğer böyle olmasaydı, yahudi ve hristiyanlar peygamberlik davasında Hazret-i Peygamber'i yalanlamaya koşan insanların en şiddetlileri olurlardı.

İkincisine de şöyle cevap veririz. Hazret-i Peygamber'in nübüvvetini isbat hususunda dayanılan şey, onun elinde tezahür eden mucizelerin varlığıdır. Ki bunlar da Kur'an-ı Kerim ile benzerini Peygamberden başka kimsenin bilemeyeceği, gaybî haber ve olaylardan haber vermesidir. Sonra bu hüccet, maksad ve gayeyi pekiştiren bir hüccettir. Allahü Teâlâ, en iyisini bilendir.

Üçüncü Mesele

Ayette geçen, (......) lâfzını neyin nasbettiği husuşundadır. Bu hususta iki görüş vardır:

1) Kelime, meful olduğu için mansubdur. Müberred, (......) kelimesinin, hem lâzım hem de müteaddî olduğunu söylemiştir. Bu görüşe göre, bazı izahlar vardır:

a) Bunun manası, "nefsini sıkıntıya soktu ve onu ezdi" olur. (......) kelimesinin aslı, hafifliktir. elde tutulması zor yular" ifâdesi de bu köktendir. Bunun delili, (......) kelimesinin hadiste şu şekilde kullanılmış olmasıdır: "Kibir, Hakk'ı hafife alman ve insanları küçük görmendir" Çok yakın bir hadis için bakınız: Müsned, 2/170. Bu böyledir. Çünkü bir kimse, hiç bir akıllının asla kendisinden yüz çevirmediği birşeyden yüz çevirdiğinde, böyle yapmakla bütün akıllılara muhalefet ettiği için, nefsini yok etme ve acze düşürme hususunda çok ileri gitmiş olur.

b) Hasan el-Basrî, (......) kelimesinin, "bilmedi" manasına olduğunu söyleyerek, (......) ifâdesini "nefsini tanımayıp, onu zarara sokan" diye tefsir etmiştir. Buna göre, bu ifâdenin gerçek manası şöyle olur: "Hazret-i İbrahim'in dininden ancak kendini (nefsini) bilmeyen ve nefsi üzerinde tefekkür etmeyen kimse yüz çevirir. Eğer bu kendi nefsi üzerinde düşünseydi, kendisinde Allah'ın sanatına dâir bulduğu izlerle, Allah'ın birliğine ve hikmetine istidlal eder, böylece de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak peygamber olduğuna delil bulmuş olurdu.

c) "Nefsini helak edip, yok eden kimse" manasındadır. Bu görüş, Ebu Ubeyde'nindir.

d) "Nefsini saptıran kimse" manasındadır.

2) Ayetteki, (......) kelimesi mef'ûl değildir. Alimler bu ihtimale binaen bazı izahlar yapmışlardır:

a) Bu kelime, başındaki harf-i cer hazfedildiği için mansub kılınmıştır. Asında, (......) şeklindedir.

b) Bu kelime tefsir (temyiz) olarak mansubtur. Bu, Ferrâ'nın görüşüdür. Bunun manası, "Nefis cihetinden kendini bilmez..." şeklindedir. Daha sonra zamire muzaf kılınmıştır. Ayet, "ancak sefih müstesna..." takdirinidedir. Burada, (......) kelimesi te'kid için getirilmiştir. Nitekim te'kid için, "Şu işin bizzat kendisi" denilir. Bundan maksad ise bir kişinin sefihliğinin ileri derecede olduğunu beyan etmektir.

c) Bu kelime fâ harfinin şeddesiyle, (......) şeklinde de okunmuştur.

Cenâb-ı Hak, daha sonra Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in dininden yüz çeviren kimselerin sefih (akılsız) olduğuna hükmedince, bunun sebebini açıklamak üzere şöyle buyurdu: "Yemin olsun ki biz onu dünyada beğenip seçmişiz" buyurmuştur. Allahü teâlâ'nın bu sözünden maksadı şudur: "Diğer insanları değ de onu peygamberlik için seçip, ona tevhidi, adaleti, şeriatı ve kıyamete kadar devam eden bakî bir imâmet'e şâmil olan dini ona tanıtıp, sonra da bı seçme işinin Allah'ın hükmüyle olduğu beyan edilince, Allahü teâlâ onu, dünya hükümdarlarından birisinden alındığında bile alan kimse için en nihâî bir yücelik ifâde eden bu lâkabla şereflendirdi. Bir de, bu lâkabı, hükümdarlar hükümdarından ve şeriatların meliki olan Allah'dan alan kimse nasıl mesrur olur, varın düşünün! Binaenaleyh her kalb ve akıl sahibi, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in dininden yüz çevirenin sefih (akılsız) olduğunu anlasın. Cenâb-ı Hak daha sonra da, aynı makam elde edilsin diye, aynı yola girmeye teşvik için, Hazret-i İbrahim'in mertebesinin büyük olduğunu beyân etmiştir.

Ayette takdim ve te'hirin olduğu da söylenmiştir. Bu görüşe göre ayetir takdiri: "Biz andolsun ki, onu dünyada da ahirette de seçtik. O salihlerdendir." Aslında takdim ve te'hir var sayılmaksızın söz doğru olduğu için, bunu yapmamak daha uygundur Hasan el-Basrîde şöyle demiştir: "Hazret-i Ali (k.v) de, Allah'ın ikramını ve güze mükâfaatını hakeden kimselerdendir."

130 ﴿