136"Deyiniz ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakûb'a ve torunlarına indirilene; Musa'ya ve İsa'ya verilene ve, peygamberlere Rableri katından verilen her şeye iman ettik! Onlar arasında hiçbir ayırım yapmayız. Biz, Allah'a teslim olmuşlarız" . Cenâb-ı Allah önce cedelî bir yolla cevap verdikten sonra, bu ayette de bürhanî delil getirerek cevap vermiştir. Bu cevap da şudur: Peygamberlerin (aleyhisselâm) nübüvvetlerini bilmenin yolu, onların ellerinden mucizelerin sâdır olmasıdır. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in elinden mucize sudur edince, Hazret-i Peygamberin nübüvvetini itiraf edip, O'nun peygamberliğine inanmak vâcib olmuştur. Çünkü peygamberlerin bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek, delilde bir çelişki meydana getirir ki, bu da aklen imkânsızdır. İşte bu ayetten de kastedilen budur. Bu ayetin zikredilmesinin esas maksadı da budur. İmdi, "Şeriatlarının mensûh olduğunu söylediğimiz halde Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa'ya iman etmek nasıl caiz olur?" denilirse, deriz ki: Biz, bu şeriatlardan herbirinin kendi zamanlarında hak olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla bizden yana bir çelişki meydana gelmemiş olur. Ama yahudî ve hristiyanlar, elinde mucizeler zuhur eden kimselerin yani peygamberlerin bir kısmına inanıp, elinde mucizeler bulunmasına rağmen Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini inkâr edince, onlar çelişkiye düşmüşlerdir. Böylece aradaki fark, kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Sonra biz deriz ki, bu ayette birkaç mesele, vardır: Allahü Teâlâ onların (......) dediklerini nakledince, buna mukabil Hazret-i Peygamber için, daha sonra da O'nun ümmeti için, (......) buyurmuştur. Bu Hasan el-Basrî'nin görüşüdür. Kâdî, Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifâdesinin bütün mükellefleri, yani Hazret-i Peygamber ve ümmetini içine aldığını söylemiştir. Buna iki şey delâlet etmektedir: 1) Cenâb-ı Hakk'ın, "Deyiniz!" buyruğu, umumi bir hitaptır. Böylece herkesi içine alır. 2) Yine O'nun, "Bize indirilene..." ifâdesi, ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uygun düşer. En azından O'nun, bu ifâdenin içine dahil olmuş olması gerekir. Hasan el-Basrî görüşüne şu iki hususu delil olarak getirmiştir: a) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), daha önce Cenâb-ı Hakk'ın, buyruğu ile emrolunmuştu.. b) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şerefin zirvesindedir. Binaenaleyh, zahire göre ona müfred olarak hitap etmek gerekir. Bunun cevabı şöyledir: Her nekadar bu karineler ihtimal dahilinde olsa da, Allahü teâlâ'n, "Allah'a iman ettik deyiniz" ifâdesinin umûmî oluşunu, tahsis edecek bir kuvvete ulaşamazlar. Allahü teâlâ, "Allah'a imân ettik" sözünü önce getirmiştir. Çünkü Allah'a iman bütün şer'î hükümlere imânın temelidir. Binaenaleyh Allah'a iman edip tanımayan kimsenin, peygamberi ve Allah'ın kitabını tanıması imkânsızdır. Bu da, "Allah'ı tanımanın yolu sadece Kitap ve Sünnet'tir" diyen Mukallide ile Ta'lîmiyye fırkalarının görüşlerinin bozukluğuna delâlet eder. Hak teâlâ'nın, (Torunlan) sözü hususunda, Halil şöyle demiştir: "İsrailoğulları hakkında 'Sıbt", tıpkı Araplar için kullanılan kabîle kelimesi gibidir." Keşşaf sahibi şöyle demiştir: "Sıbt, torun manasınadır. Hazret-i Hasan ile Hüseyin (radıyallahü anha), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in iki sıbtıdır (torunudur). Buna göre ayetteki, "torunlar" manasınadır ve kastedilenler Hazret-i Yakub (aleyhisselâm)'un torunları ve oniki oğlunun zûrriyetleridir. Peygamberler Arasında Ayırım Yapmak Doğru Değildir Cenâb-ı Allah'ın, "Onlar arasında hiçbir ayırım yapmayız" ayetiyle ilgili iki izah tarzı vardır: a) Peygamberlerin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmeyiz. Çünkü biz böyle yaparsak, delilimizde tenakuza düşmüş oluruzl. Bu ise caiz değildir. b) ifâdesinin manası: "Biz o peygamberlerin, dinin esası olan îtikadda birbirinden farklı olduklarını kabul etmiyor, aksine hepsinin, neticesi İslam olan temeller üzerinde ittifak ettiklerini söylüyoruz. Nitekim Cenâb-ı Hak, "O dini doğru tutun, onda tefrikaya düşmeyin..." diye din hususunda hem Nuh'a tavsiye ettiğini, hem sana vahyettiğimizi, hem İbrahim'e, Musa'ya ve tsâ ya tavsiye ettiğimizi sizin için de şeriat yaptı" (şûra, 13) buyurmuştur. Birinci izah ayetin siyakına (devamına) daha uygundur. Allahü Teâlâ'nın, (......) ifâdesinin manası şöyledir: "Bizim müslümanlığımız, heva-vü hevesimiz için değil, Allah'a itaat etme arzusuyladır. Durum böyle olunca, bu bir mucize meydana geldiğinde ona inanmayı gerektirir. Ama mucize gösteren bazı peygamberleri kabul edip, bazısını kabul etmemek, bu imanın Allah'a itaat ve boyun eğme için olmayıp, aksine heva-vü hevese ve nefsin arzularına tabî olma manasına geldiğine delâlet eder. |
﴾ 136 ﴿