169

"Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden, helâl ve temiz olanlarından yeyiniz. Şeytanın adımlarına uymayınız. Çünkü o, gerçekten sizin için apaçık bir düşmandır. Şeytan size sadece kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı (Allah hakkında) bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder" .

Bil ki Cenâb-ı Allah tevhidi, tevhidin delillerini ve muvahhidlere verilecek sevabı açıkladıktan sonra, şirki, Allah'tan başka varlıkları Allah'a eş koşanları ve kâfir başkanlarına uyanları zikretmiş, bunun peşisıra da her iki gruba (yani hem mü'minlere, hem kâfirlere) olan nimetleri ile ihsanını ve, Allah'a karşı günah işleyenin günahı ile Allah'ı inkâr edenin inkârının, ilâhî ihsanların ve nimetlerin kesilmesinde müessir olmadığından bahsetmiş ve, "Ey insanlar yeryüzündeki şeylerden yeyiniz" buyurmuştur. Bu ayette birçok meseleler vardır:

Birinci Mesele

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bu ayet, kendilerine "sâibe" (adak olarak salıverilen), "vasile" (putlara adanan) ve "bahire" (kulağı yarılıp salıverilmiş) olan hayvanları haram edenler hakkında nazil olmuştur. Bunu yapanlar Sakif, Benû Amir b. Sa'sa'a, Huza'a ve Benû Müdlic kabileleri idi.

Helâl Kelimesinin Mânası Baklanda Geniş Bilgi

"Helâl"ukendisinden, mahzurluk düğümü çözülen mubah" demektir. Bu kelimenin aslı, "akd" (düğümlemek) kelimesinin zıddı olan "hail" (çözmek) masdandır. Birisi bir yere geldiğinde söylenen, (Mekana, yere indi, konakladı) ifâdesi bu köktendir. Çünkü o şahıs, oraya inmek için yükünün ipini çözmüştür. Müddetinin bitmesi ile düğümü çözüldüğü için, ödenmesi gerektiği zaman borç hakkında, "Borcun ödenmesi gerekti" denilmesi; ihramının ipini çözdüğü için ihramdan çıkana, (ihramından çıktı) denilmesi; azaba manî olan düğümün çözülmesini ifâde etmek için, "ona ceza vacib oldu" manasında, denilmesi; giyilmek üzere katlanmış şeklin açılmasıyla elde edilen izâr ve ridâya, yani vücudun üst ve altını örten elbiseye (hülle) denilmesi ve, yemin bağı kendisi ile çözüldüğü için, yemin editen şeyi helâl kılan şeye, denilmesi, hep bu aslî manaya raci olur.

Bil ki haram, bazan ölü eti, kan ve domuz etinde olduğu gibi, harama konu olan şeyin pis olması sebebiyle haram olmuştur. Bazan da, başkasının malının, sahibi tarafından yenmesine izin verilmediği zaman haram oluşu gibi, pis olmadığı halde (başka bir sebeble) haram olur. Helâl hakkında böyle iki şart yoktur.

Üçüncü Mesele

Allah'ın, "helâl ve temiz olanlardan" kelimelerini, istersen ifâdesinin hali olarak mansub oku, istersen mefûl sayarak mansub oku.

Tayyip Ne demektir?

"Tayyib" kelimesi lügatta bazan "temiz" manasına olur ve, haramın "pis diye vasıflandırılması gibi, helal, tayyir (temiz) diye vasıflandırılır. Cenab-ı Allah, "De ki: "Pis (olan haram) ile temiz (olan helâl) bir değildir" (Maide, 100) buyurmuştur.

"Tayyib" aslında, kendisinden lezzet duyulan ve hoşa giden şeydir. Temiz ve helâl olan şeyler, teşbih yolu ile, "tayyib" diye tavsif edilmişlerdir. Çünkü nefis, pis olan şeyden hoşlanmaz ve ondan lezzet duymaz.

Haram olan şeyden de lezzet alınmaz. Zira şeriat ondan men eder.

Âyette geçen "tayyib"den muradın ne olduğu hususunda iki vecih söylenmiştir:

1) O, lezzet duyulan şey manasınadır. Çünkü biz, bu kelimeyi "helâl" manasına alırsak, bu bir tekrar olmuş olur. Buna göre de helâl ancak, arzu edilen bir şey cinsinden olursa "tayyib" olur. Zira "arzu duyulmayan şey" manasına kullanılsa haram olmuş olurdu. Bu ise, akıllı bir kimsenin ancak bir şüphe olduğu zaman, söyleyeceği şeydir.

2) Bundan murad "mubah" dır.

Birinci görüş sahibinin; 'Bunu helâl manasına alırsak tekrar olmuş olur" sözünü kabul etmiyoruz. Çünkü Allah'ın, (helâl olanlardan) ifâdesinden murad, cinsi helâl olan şeydir.

Temiz olanlardan" ifâdesinden murad ise, içinde başkasının hakkı olmayan şeydir. Çünkü haram olan şeyi yemek, hoşa gitse de, sonunda insanın cezalandırılmasına sebeb olacağı için zararlıdır ve binaenaleyh hoşa gitmemesi gerekir. Nitekim Cenâb-ı Allah, 'yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarında ancak ateş yemiş olurlar" (Nisa, 10) buyurmuştur.

Şeytanın Adımlarına Uymamak

Cenâb-ı Allah'ın, mu "Şeytanın adımlarına uymayınız" ayeti hususunda bazı meseleler vardır:

Birinci Mesele

İbn Âmir ve Kisâi, kendisinden gelen iki rivayetten birine göre İbn Kesir ve.Hafs'ın rivayetine göre Âsim, (......) kelimesini hâ ve tâ harflerinin zammesi ile, şeklinde, diğer kıraat imamları da tâ harfinin sükûnu ile, (......) şeklinde okumuşlardır. Tâ harfini zamme okuyanlar, kelimenin mûfredi, olduğu, cemî yapıldığı zaman ayne'l-fiilinin (yani ikinci harfinin) cemiden dolayı harekeli kılındığı için böyle okumuşlardır. Nitekim bu vezinde olan isimlere böyle yapılır. Meselâ, (......) kelimesinin cemisi de, (......) gelir. Benzeri cemilerde yapıldığı gibi, cemî olduğu için kelimenin ayne'l-fiilinin harekelenmesi ise, bu kökten olan isim ile sıfatı birbirinden ayırmak içindir. Bu şöyledir: İsmi cem yaptığın zaman kelimelerinde de olduğu gibi, bunun için ayne'l-fiillerini cemilerinde harekelersin. Sıfat ise ayne'l- fiili sükun kılınarak cemî yapılır. Mesela: (cüssesi büyük) ve, (büyük) kelimeleri gibi, (adım) kelimesi, sıfat değil isimdir. Bundan dolayı bu kelime ayne'l-fiili harekeli olarak cemî yapılır. Ama, şeklinde, ayne'l-fiili sükûn olarak okuyanlar, kelimeyi aslı gibi bırakmışlar ve hafiflik, kolaylık olsun istemişlerdir.

İkinci Mesele

İbnu's-Sıkkît, Cübbâî'nin ondan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: kelimeleri aynı manadadır. Ferrâ'dan şöyle dediği nakledilmiştir:

(Bir adım attım) denilir. iki ayak arasında kalan mesafedir. Aynı şekilde, "Bir avuç toprak attım" denilir. Buradaki, (......) kelimesi avuçlanan şeyin ismidir. de aynı manaya gelir. de avuca alınan şey manasınadır. Durum böyle olunca avuç-la avuçlanan şeye denildiği gibi, bir adımın atıldığı mekana da, denilir. Buna göre ayetin manası şöyle olur: "Şeytanın yoluna uymayın, yolunu tutmayın." Çünkü "Hatve" yer ismidir. Bu Zeccâc'ın ve İbn Kurteybe'nin de görüşüdür. Çünkü onlar "Şeytanın hatveleri (adımları), yolları demektir" demişler. Eğer, (......) kelimesini, Cübbâi'nin dediği gibi, (......) kelimesi ile aynı sayar (yani adım manasına alır) isen o zaman ayetin takdiri şöyle olur: Şeytanı önder edinmeyin, onun izinde durmayın, olmayın. Takdirler birbirinden farklı ise de, her iki mana da birbirine yakındır. Bu, lügat ile ilgili olan izahtır.

Ama ayetin manasına gelince, burada Allah'ın muradı, lügat ile ilgili olan şey değildir. Aksine bu ayette sanki, bahsedildiği şekilde yemesi mubah kılınan kimseye şöyle denilmektedir: "Helâli bırakıp da şeytanın seni davet ettiği şeye yönelerek, haddi aşmaktan sakın." Bu söz ile Allahü teâlâ, mükellefi harama yürümekten menettiği gibi, helâlden şüpheliye yürümesini (geçmesini) de men etmiştir. Çünkü şeytan insanın kalbine şüphe yerine geçen (şüpheli olan) şeyleri atar ve bununla ona helâi olmayan şeyi süslü gösterir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Allah, bu şüpheli şeylerden men etmiş ve sonra bu sakındırmanın sebebini açıklamıştır. Bu sebeb de, şeytanın apaçık bir düşman, düşmanlığını ortaya koyan bir düşman olmasıdır.

Şeytanın İnsana Karşı Yedi Düşmanlığı

Bu böyledir, çünkü şeytan, düşmanlık hususunda yedi şeyi kendisine gerekli saymıştır. Onlardan dördü "Onları mutlaka saptıracağım, kuruntulara düşüreceğim ve onlara emredeceğim de davarlarının kulaklarını (putlarına adadıklarını göstermek için) yaracaklar. Onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler" (Nisa, 119) ayetinde; üçü de, "Muhakkak senin sırat-ı müstakimine oturacağım, sonra o İnsanların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulup (onları saptıracağım), sen onların çoğunu şükredici bulamayacaksın" (A'râf, 16-17) ayetinde zikredilmiştir.

Şeytan bu şeyleri yapmayı kendisine prensip edindiğine göre, düşmanlığını ortaya koyan bir düşmandır. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ onu "apaçık bir düşman" diye tavsif etmiştir.

Cenâb-ı Allah'ın, "Şeytan size sadece kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder" ayeti, şeytanın düşmanlıklarının tafsilâtı gibidir. Bu ayet üç şeyi ihtiva etmektedir:

a) (kötülük). Bu kelime, ister uzuvlara ait, ister kalbe ait fiillerin ma'siyeti olsun, bütün günahları ifâde eder.

b) Bu da kötülüğün bir çeşididir. Çünkü bu, kötülüğün en çirkin çeşididir, ve büyük günahlardan olup yüz kızartıcı sayılan şeylerdendir.

c) "Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemeniz." Sanki bu da, fuhşiyyâtın (yani yüz kızartıcı günahların) en çirkinidir. Çünkü Hak teâlâ, bunu da büyük günahlardan saymıştır. Bu izaha göre, bu ayet, "Şeytanın adımlarına uymayınız" ayetinin bir tefsiri gibi olmuştur. Böylece ayete, şeytanın küçük ve büyük günahlara, inkâra ve Allah'ı bilmemeye davet edişi de dahil olmaktadır. Burada birkaç mesele vardır:

Şeytanın Vesvesesi Hakkında

Bil ki şeytanın işi ve vesvesesi, bizim içimizde hissettiğimiz havâtırdan (kötü düşünce ve hislerden) ibarettir. Âlimler bu navâtır hakkında birkaç bakımdan ihtilaf etmişlerdir:

1) Bunların mahiyeti mahiyeti ihtilâf etmişler ve bir kısmı 'Bunlar gizli birtakım harfler ve seslerdir" demişler. Felsefeciler ise "Bunlar, aynalarda görülen şekiller gibi, harf ve seslerin tasavvur ve hayalleridir. Çünkü bu şekiller her yönden olmasa da bazı yönden tasavvur edilen o şeylere benzerler" demişlerdir.

Birisi şöyle diyebilir: Bu harflerin şekilleri ve hayal edilmeleri, birer harf oluşu itibariyle, o harflerin kendisine benzer mi, benzemez mi? Eğer benzer ise, bu harflerin tasavvurumuza akseden su retle ri.harf terin kendisi olur. O zaman da söz, bu havâtırın birer ses ve harf olduğu neticesine gelir. Eğer benzemez ise, harflerin tasavvurumuzdaki şekilleri harf değildir. Fakat ben, kendimde bu harf ve seslerin dışarıdaki nizam ve sırasına göre tertib edilmiş olduğunu hissediyorum, Arap olan, gönlündeki mana hakkında ancak Arapça ile konuşur. Acemler de kendi dilleriyle... Bu harflerin tasavvuru, birbiri peşine gelmesi ancak, dıştaki tertip ve nizamına uygun olarak teşekkül eder. Böylece bunların kendi içimizde, birer gizli harf ve ses olduğu ortaya çıkmış olur.

2) Bu havâtırın failinin kim olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bizim kaidelerimize göre, bütün sonradan olan varlıkların yaratıcısı Hak teâlâ'dır. Bu aşikârdır. Mu'tezile'nin kaidelerine göre ise, onlar böyle söylemiyorlar. Yine onlara göre, "Konuşan kimse, sözü söyleme fiilini işlemiştir. Eğer bu havâtırın faili Allah olsaydı ve bunlarda da yalan ve tutarsız şeyler bulunsaydı, o zaman Hak teâlâ'nın bunlarla tavsif edilmiş olması gerekirdi. Bu havâtırın failinin kul olduğu da söylenemez. Çünkü kul bazan bu havâtırın meydana gelmesini istemez, onu gönlünden atmaya çalışır, ama atamaz. Aksine onlar peşipeşi-ne gelirler.

O halde bunda bir başka failin bulunması gerekir. Bu da ya melek, veya şeytandır. Belki de melek ile şeytan, beynin ve kalbin en ücra noktalarında sözlerini söylerler. İnsan son derece sağır olsa bile bu harf ve sesleri duyar. Sonra biz, şeytan ve meleklerin, kendi kendilerine kâim olan (varlıkta kalan) zatlar oldukları halde bir mekân işgal etmediklerini söylesek bile, onların bu gibi fiillere kadir olmaları akıldan uzak görülmez. Yine onların cism-i lâtif varlıklar olduğuna hükmetsek bile, bunlar insanın içine giremeseler bile, bu sözlerini insanın içine ulaştırmaya kadirdirler, denilmesi, ve "Bunlar son derece lâtif cisimli varlıklar oldukları için, insanın içindeki en damarlara, bedenin gözeneklerine nüfuz etmeye, sözü kalbin ve beynin en uç noktalarına ulaştırmaya güçleri yeter. Sonra bunlar, lâtif oluşlarının yanında, bazı parçalarının diğer parçalarına ayrılmayacak şekilde birleşmesi sebebiyle, yapıları son derece sağlamdır. Bu sebeble onların damarlara ve derinin gözeneklerine nüfuz etmeleri, parçalanmalarını ve bölünmelerini gerektirmez. Süfün bu ihtimallerin fâsid olduğuna bir delil yoktur. Bunların hakikatini ancak Allah bilir.

Melekler Hayrı İlham Ederler

Meleklerin hayrı ilham ettiklerini isbata, Hak teâlâ'nın, "Hani Rabbin meleklere, "Muhakkak Ben sizinle beraberim. Haydi, iman edenlere sebat verin" diye vahyetmişti" (Enfal, 12)ayeti delildir. Bu, "O, mü'minlere sebatı ilham edip, onları düşmanlarına karşı cesaretlendiriniz" demektir. Bunun, hadisten delili ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "İnsanoğlunda şeytanın vesvesesi meleğin de ilhamı vardır" Tirmizi. Tefsir, 3 (5/219). hadisidir. Yine hadiste, "İnsanoğlunun bir çocuğu doğduğu zaman, iblis ona bir şeytan musallat eder" Cenâb-ı Allah da ona bir melek gönderir. Şeytan onun kalbinin sol tarafına yapışır. Melek ise kalbinin sağ tarafına yapışır ve herbiri onu kendi tarafina davet eder" denilmiştir.

Sûfilerden ve felsefecilerden, hadisteki hayra davet eden meleği "aklî kuvvet"; şerre davet eden şeytanı da "şehvet ve gadab kuvveti" diye açıklayanlar vardır.

Şeytan Sadece Kötülük Yapmayı Emreder

Ayet, şeytanın sadece kötülükleri emrettiğini göstermektedir. Çünkü Cenâb-ı Hak, bu hususu hasr ifâde eden, (......) kelimesiyle anlatmıştır. Bazı sûfiler şöyle demişlerdir: "Şeytan bazan, hayra davet eder. Ancak maksadı, o kimseyi o hayırdan şerre çekmektir. Bu birkaç türlü olur: Ya onu, iyi elandan şerre çekebilmek için, daha iyi olandan iyi olana çeker. Veya onu, kolay olan hayırlı şeyden, insanın taatlardan tamamen soğumasına sebebiyet vermek için, onun meşakkatini artırmak gayesi ile, meşakkatli olan hayırlı şeye çeker.

Taklid

Allahü teâlâ'nın, "Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi... ifadesi, bütün bozuk mezhebleri, hatta hakkı taklîd etmeye bile şâmildir. Çünkü o insan her nekadar, hak olan şeyi taklid ile kabul etse bile, bilmediği şeyleri söylemiş olur. Böylece de bu ayetteki zemmin kapsamına girdiği için, zemmedilmeyi hak etmiş olur.

Kıyas İle Amel

(......) kıyası kabul etmeyenler, Allahü Teâlâ'nın, (......) ayetine tutunmuşlardır. Buna şekilde cevap veririz: Kıyas ile amel etmenin vacib olduğuna dair delil bulunduğu zaman, kıyas ile amel etmek, Allah'a karşı bilmediği şeyi değil, bildiği şeyi söylemek olur.

169 ﴿