190"Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın ve haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah haddi aşanları sevmez" . Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Allahü teâlâ, bir önceki ayette, Allah'ı tanıma yolunda takva ile istikâmeti emretmiş ve "Evlere arkalarından girmeniz bhr (iyilik) değildir. Fakat birr, ittikâ edenin (bini) dir. Öyle ise evlere kapılarından giriniz" buyurmuş, Allah'a taat yolunda takvayı emretmiştir. Takva, yasak olan şeyleri bırakmak, vacib olanları yapmaktan ibarettir. O halde istikamet ilim, takva ise ameldir. Mükellefiyet de ancak bu iki şey hususunda olur. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu ayette, "takva" nın kısımlarının insana en zor ve en güç gelenini ki bu da Allah'ın düşmanlarıyla savaşmaktır- emretmiş ve "Ve Allah yolunda cihâd ediniz" buyurmuştur. Ayetin sebebi nüzulü hakkında iki görüş vardır: 1) Rebî ve Ibn Zeyd, Bu ayet savaş hakkında nazil olan ayetlerin ilkidir. Bu ayet nazil olunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisiyle savaşanlarla savaşmış, kendisiyle savaşmayanlarla savaşmamış ve Allah'ın "Müşrikleri öldürün..." (Tevbe, 5) âyeti nazil oluncaya kadar, bu durum üzere devam etmiştir. 2) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hacc maksadıyla ashâbıyla beraber yola çıkıp, Hudeybiye'de konaklamıştı. Burası, ağacı ve suyu bol olan bir yer idi. Müşrikler, Kâbe'yi ziyaret etmelerine manî olmuşlardı. Böylece Hazret-i Peygamber, ziyarette bulu nam ayarak bir ay orada bekledi. Daha sonra müşrikler Hazret-i Peygamber'le, bu yıl geri dönüp ertesi yıl dönmek, müşrikler, Hazret-i Peygamber Kâbe'yi tavaf edip, kurbanını da kesip ve istediğini de yapıncaya kadar Mekke'yi üç günlüğüne terk etmek üzere anlaşma yaptılar. Allah'ın Resulü de buna razı olup, onlarla bu şekilde bir anlaşma yaptı. Daha sonra, aynı yıl Medine'ye geri döndü ve ertesi yıl hazırlanmaya başladı. Sonra Hazret-i Peygamber'in ashabı, Kureyş'in sözlerinde durmayacaklarından, onların, ashabı Mescid-i Haramdan menedip, onlarla savaşa tutuşacaklarından; ashabın ise, hem haram ayda, hem de Harem-i Şerifte müşriklerle savaşmayı istemedikleri gibi endişeler izhar ettiler. İşte bunun üzerine Allahü Teâlâ bu ayetleri indirdi ve ashaba, ihtiyaç hissederlerse nasıl savaşacaklarını beyan ederek, "Allah yolunda cihad ediniz" buyurdu. Allahü Teâlâ'nın ayetinin mânası, "Allah'a itaat ve O'nun rızasını taleb etme yolunda savaşın" demektir. Ebû Musa, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den Allah yolunda savaşanın kim olduğu sorulduğunda, O'nun şöyle dediğini rivayet etmiştir: "O, Allah'ın (......) kelimesinin en yüce ve en yüksek olması için savaşan, gösteriş ve kahraman sayılma duygusu içinde savaşmayan kimsedir " Mûslûmanlarta Savaşanlardan Maksad Kimlerdir? Alimler, Allah'ın, "Sizinle savaşanlar" buyruğu ile kimlerin murad edildiği hususunda aşağıdaki görüşlere yer vererek, ihtilâf etmişterdir: 1) Bu, İbn Abbas'ın görüşüdür. Buna göre bundan murad, "Sizinle, ya hacca mâni olmak veyahut da hiç sebep olmaksızın doğrudan doğruya sizinle savaşan kimselerle savaşın" şeklindedir. Bu izah, ayetin sebep-i nüzüfü hakkında İbn Abbas'tan naklettiğimiz rivayete de uygundur. 2) "Savaşmaya gücü ve ehli olan kimselerle savaşın" demektir. 3) "Barış yapmak isteyenler hariç, savaşmaya kudreti bulunup ehil olan kimselerle savaşın" demektir. Nitekim Hak teâlâ, "Eğer onlar barışa meylederlerse, sen de sulha yanaş" (Enfal, 61) buyurmuştur. Bil ki, birinci görüş ayetin zahirine daha yakındır. Çünkü Hak teâlâ'nınayetinin zahiri, onların savaşabilecek kimseler olmasını gerektirir. Savaşmadan önce, savaşa hazırlanan ve ona iyice hazır olmaya çalışan kimseler, ancak mecazî bir yolla "savaşan" diye vasıflandırılabılirler. Bu Ayetteki Savaş Hükmünün Mensuh Olduğu Görüşü Alimlerden, "bu ayetin mensûh olduğunu" söyleyenler vardır Çünkü, bu ayet, Allahü Teâlâ'nın "sizinle savaşanlarla, Allah yolunda dhâd edin" âyetinin delaletiyle, Allahü Teâlâ'nın savaşanlarla savaşmayı vâcib kıldığını; savaşmayanlarla savaşmaktansa nehyettiğini gösterir. Daha sonra da Allahü Teâlâ, "Haddi (ölçüyü) aşmayın" (sizinle savaşmayan kimselerle savaşmayın) buyurmuştur. Böylece bu âyetin, savaşmayanlarla savaşmayı yasakladığı ortaya çıkmış olur. Bundan sonra da Hak teâlâ, "Onları nerede yakalarsanız, öldürünüz" (Bakara, 191) buyurmuştur. Böylece bu ayet, birinci âyetin savaşmayan kimselerle savaş hususunda olmasını gerektirir. Binaenaleyh, bu ayet, önceki âyetin mensûh olduğunu gösterir. Bir kimse, şöyle diyebilir: Biz, tefsirini yaptığımız bu ayetin, bizimle savaşmayan kimselerle savaşmayı emretmeye delâlet ettiğini kabul ediyoruz. Ne var ki, bu hüküm mensûh olmamıştır. Bu görüşte olanların, "Tefsirini yaptığımız ayet, bizimle savaşmayan kimselerle savaşmaktan men'e delâlet eder" sözlerini de kabul etmiyoruz. Cenâb-ı Hakk'ın, "Haddi aşmayınız" buyruğu sizin zikrettiklerinizin dışında, başka hususlara da muhtemeldir. Bu ihtimallerden birisi, "Harem-i Şerifte savaşa ilkin siz başlamayın" şeklindedir. Diğer bir ihtimal de şöyledir: "Sizinle kendileri arasında bir anlaşma bulunan kimselerden kendileriyle savaşmaktan nehyedildiğiniz kimselerle savaşmak veya tuzak kurarak, ya da bir davette bulunmaksızın ansızın saldırmak veyahut da kadın, çoluk-çocuk ve iyice yaşlanmış kimseleri öldürmek suretiyle haddi ve ölçüyü aşmayın!.." Bütün bu durumlara göre, ayet mensûh olmaz. Buna göre şayet, "Farzedelim ki, âyette bir nesh cereyan etmemiş.. Fakat Allahü Teâlâ'nın ilk önce savaşan kimselerle savaşmayı emredip, daha sonra işin sonunda da, İster savaşsınlar, ister savaşmasınlar, onlarla savaşma hususundaki müsadesinin sebebi nedir?" denilirse, biz deriz ki: İşin başında Müslümanların sayısı az idi. Bundan ötürü, onların menfaatine olan, yumuşaklık ve güzellikle muamele etmek emredilmiştir. İslâm, güç ve kuvvet Kazanıp, Müslüman cemaat çoğalıp, mucizeler zuhur ettikten ve onların ardarda mucizeler geldikten sonra bütün bunlara rağmen muhataplar içinde şirke devam eden kimseler bulununca, onların Müslüman olmalarından ümit kesilmiştir. İşte bundan dolayı hiç şüphesiz Allahü Teâlâ, onlarla her halükârda savaşmayı emretmiştir. Mutezile Hak teâlâ'nın"Muhakkak ki Allah, haddi aşanları sevmez" buyruğu ile istidlal ederek şöyle demişlerdir: Eğer haddi aşmak, Allah'ın iradesi ve O'nun yaratmasıyla olsaydı, bu ifade doğru olmazdı. Bunun cevâbı, yukarda geçti. Allah en iyisini bilendir. |
﴾ 190 ﴿