193"Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın dini oluncaya kadar o (kâfirlerle) savaşın. Eğer vazgeçerlerse, zalimlerden başkasına hiçbir düşmanlık beslenmez" . Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Bazı âlimler bu ayetin, "O (kâfirlerle) Mescid-i Haram'da, onlar orada sizinle savaşmadıkça, savaşmayın" (Bakara, 191) ayeti ile neshedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Doğrusu, durum böyle değildir. Çünkü Mescid-i Haramda kâfirlerin savaşı başlatmaları, bu haramlığı kaldırır. Bu konuda söylenecek en ileri söz şudur: "Bu sıfat umûmidir. Fakat İmam Şafiî'nin (Allah ondan razı olsun) mezhebi ki bu doğru mezhebtir ve "Âmm lâfızlar ister kendilerini tahsis eden ifadeden önce gelmiş olsunlar, ister sonra gelsinler, o ifade ile tahsis edilirler" şeklindedir. Allah en iyi bilendir. Bu ayetteki "fitne"den ne kastedildiği hususunda birkaç izah vardır: a) Fitne, şirk ve küfür manasındadır. Bu görüşte olanlar şöyle dediler: "Kâfirlerin fitneleri şu sebeptendir: Onlar Mekke'de Hazret-i Peygamber'in ashabını dövüp eziyet ediyorlardı. Bundan dolayı bazı Müslümanlar Habeşistan'a göç etmek zorunda kaldılar. Sonra müşrikler bu eziyetlerini, Müslümanlardan bir kısmının Medine'ye hicretine sebebiyet verinceye kadar sürdürdüler. Müşriklerin bu fitneyi çıkarmalarından maksadları, Müslümanların İslâm'ı terk ederek kâfir olmalarım sağlamaktı. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ bu ayeti indirdi. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Onlara gâlib gelinceye kadar, onlarla savaşın, sakın onlar sizi dininiz hususunda fitneye düşürmesin; sakın şirke düşmeyin." b) Ebu Müslim şöyle demiştir: Bu ayette "fitne" suç manasındadır. Çünkü Allahü teâlâ Müslümanlara, vuku bulduğunda birçok zararlar meydana getireceğinden korkulan, başladığında mü'minler aleyhine büyük bir fitne olacak olan savaşı başlatmasınlar diye, kâfirlere karşı savaşmayı emretmiştir. Bu durumda: Eğer; "onlarla savaşmanın onların küfrünü yok etmeyeceğini bilmenize rağmen, daha nasıl, "Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar, onlarla savaşm" denilebilir? Hâlbuki bundan, Allah'ın haberinin hak ve gerçek olmadığı gerekmez" denilirse, biz deriz ki, buna iki bakımdan cevâp verilir: 1) Bu, genel ve gâlib duruma hamledilmiştir. Çünkü onlarla savaşıldığın-da, genellikle meydana gelen sonuç, küfrün ve şirkin zeval bulmasıdır. Çünkü öldürülen kimsenin küfrü ortadan kalkmış olur. Öldürülmeyen kimsenin küfrünü sürdüreceği endişesi taşınır. Encok görülen bu olunca, bu şekilde söylenmesi de caiz olmuştur. 2) Ayet-i kerimeden maksat, "Sizden küfrü kaldırmaya bir azm ve kasıt olarak, onlarla savaşınız" dır. Çünkü kâfirlerle savaşan kimsenin maksadının bu olması gerekir. İşte bu sebeple, kâfirle savaş halinde olan kimsenin, savaşsız olarak onu küfründen vazgeçirebileceği düşüncesi ağır basınca, bu kimsenin onu öldürmekten vazgeçmesi vâcib olur. Hak teâlâ'nın "Ve din Allah'ın oluncaya kadar..." buyruğuna gelince bu, "fitnenin şirke hamledildiğine delâlet eder." Çünkü şirk ile dinin tamamının Allah'a mahsus olması arasında, üçüncü bir hal yoktur. Buna göre bundan maksat, Allahü Teâlâ'dan başka kendisine tapınılan ve itaat edilenler değil, sadece Allahü Teâlâ'nın mâ'bûd ve yegâne itaat edilen varlık sayılmasıdır. Buna göre ayetin takdiri şöyle olur: Allahü Teâlâ şöyle demiştir: "Küfür yok olup. İslâm kökteşi nceye.ebedi cezaya götüren şeyler zail olup, sevaba ulaştıracak şeyler var oluncaya kadar onlarla savaşın..." Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlar Müslüman oluncaya kadar siz onlarla savaşmaya çağırılacaksınız" (Fetih, 16)âyetidir. Bunda, Cenâb-ı Allah'ın savaşı ancak bu maksattan dolayı emretmiş olduğunun izahı ve açıklaması bulunmaktadır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer vazgeçerlerse." âyetinden murad, "Onlar, kendileriyle savaşılmasının vücûbunu gerektiren işten vazgeçerlerse..." demektir. Ki bu iş de, onların küfürleri ve Müslümanlarla savaşmalarıdır. İşte bu vazgeçme hâlinde onlarla savaşmak caiz olmaz. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kâfir olanlara söyle ki, eğer vazgeçerlerse daha önce işlemiş oldukları günahtan bağışlanır" (Enfal, 38) ayeti gibidir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Ancak zalim olanlara düşmanlık yapılır" âyetinde iki izah şekli vardır: 1) Eğer, onlar vazgeçerlerse, onlara düşmanlık yapılmaz. Yani, onlardan ancak, küfürden vazgeçmeyenlerle savaşılır; çünkü küfü derindeki ısrarları sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın, "Muhakkak ki şirkr büyük bir zulümdür" (Lokman, 13) âyetinde de buyurduğu gibi, kendilerine zulmetmiş olan kimselerdir. Buna göre eğer, "aslında hak ve yerinde olduğu halde, bu savaşa niçin düşmanlık denilmiştir?" denilirse, biz deriz ki, çünkü bu savaş kâfirlerin düşmanlığının cezası olan savaştır. Bundan dolayı bu cezaya, düşmanlık isminin verilmesi doğru olmuştur. Nitekim aynı şekilde olmak üzere Cenâb-ı Allah, "Bir kötülüğün cezası, benzeri bir kötülüktür " (Şurâ, 40); "Kim size karşı haddi aşarsa siz de ona karşı, onun size haddi aştığı kadar, haddi aşın" (Bakara, 194); "Tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu (yani tuzaklarını boşa çıkardı)" (Al-i imran. 54) ye, "Onlar mü'minlerle alay ettiler; Allah da onlarla alay etti (yani alaylarının cezasını verdi)"(Tevbe, 79) buyurmuştur. 2) "Eğer, onlar şirklerinden ve savaşmaktan vazgeçtikten sonra siz onlara saldırırsaniz, sizler zalim olursunuz.. Böylece de biz azîmuşsân size karşı haddi aşan kimseleri, size musallat kılarız" demektir. |
﴾ 193 ﴿