19

"Allah katında gerçek din, İslâm'dır. Hitap verilenler, kendilerine İlim geldikten sonra, ancak aralarındaki hasedden dolayı ihtilafa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse (bilsin ki) Allah, hesabı pek çabuk görendir" .

Cenâb-ı Allah'ın "Allah katında gerçek din İslâm'dır" buyurmuştur. Bununla ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Kıraat imamları, -Kisâî hâriç- baştaki hemzeyi meksur olarak (......) şeklinde okumuşlardır. Kisâî ise, meftuh olarak okumuştur. Ekseriyetin kıraatinin ebebi açıktır. Çünkü bu âyetten önceki söz, tamamlanmıştır. (Bu yeni bir sözdür.)

Kisâî'nin kıraatinin izahı hususunda nahivciler şu üç görüşü zikretmişlerdir:

a) Bunun takdiri, Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına, Allah katında gerçek dinin İslâm olduğuna şahadet etmiştir" şeklindedir. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın bir olması, gerçek dinin İslâm olmasını gerektirir. Zira İslâm dini, Allah'ın vahdaniyetini de içine almaktadır.

b) Bunun takdiri, "Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına ve Allah katında gerçek dinin İslâm olduğuna şahadet etmiştir" şeklindedir.

c) Basralılara göre, ikinci cümle, birinci cümlesinden bedeldir. Biz, İslâm dininin tevhidin kendisini içine aldığını söylersek, bu senin "Zeyd'in kendisini dövdüm" demen gibi olur. Eğer, "İslâm dini tevhidi içine alır" der isek, bu, senin "Zeyd'e yani başına vurdum" sözün gibi, bedel-i istimal kabilinden olur.

-Binâenaleyh şayet, "Bu izaha göre, "Allah" isminin yeniden bu cümlede getirilmesinin göz ardı edilmiş olması gerekir. Bu, Zeyd'e yani Zeyd'in başına vurdum" denilmesi gibi olur.?" denilir ise, biz deriz ki, Araplar bazan zamirin yerine açık ismi getirirler. Nitekim şâir:"Ölümü, hiçbir şeyin ölümü geçemediğini görüyorum" demiştir. Bunun misalleri pek çoktur.

İkinci Mesele

Ayetin, kendinden önceki âyetle irtibatı, (......) şeklinde okuyanlara göre şöyledir: "Allah, kendisinden başka ilâh olmadığı ve katında gerçek din İslâm olduğu için şahadet etmiştir. Çünkü İslâm tevhid dinidir. Allahü teâlâ da bu tevhide şahadet ettiği için, Allah katında gerçek dinin İslâm olması gerekmiştir." Âyeti, (......) şeklinde okuyanlara göre ise, Allahü teâlâ tevhidin, bizzat kendisinin, meleklerin ve ilim sahiplerinin doğruluğuna şahadet ettiği bir din olduğunu beyân buyurmuştur. Her ne zaman durum böyle olursa, Allah katında gerçek dinin İslâm olduğunun söylenmesi gerekir.

Üçüncü Mesele

Arapçada "Din" "Karşılık, mükâfaat ve ceza demektir; verilen mükâfaatın sebebi oldukları için yapılan ibâdetlere de "din" denilmiştir.

İslâm'ın Manası, İmân Ve İslâm

"İslâm" kelimesinin Arapçada üç mânası vardır:

a) İslâm: İslâm'a, yani boyun eğip itaata girmeden ibarettir. Nitekim Cenâb-ı Hak, buyurmuştur, yani "Size boyun eğip uyanlara...... "mü'min değilsin" demeyiniz" (Nisa, 94).

b) "silm'e giren" yani "barışa giren" demektir. Bu tıpkı Arapların, "Bir yerde uzun zaman kaldı ve kıtlığa düştü" sözleri gibidir. "Silm" kelimesi, selâmet (kurtuluş) mânâsındadır.

c) İbnu'l-Enbârî şöyle demiştir: "Müslim" kelimesi, ibâdetini sırf Allah için yapan mânâsındadır. Bu, Arapların O, falancaya hastır" sözlerinden alınmıştır. Buna göre "İslâm" kelimesinin mânâsı: Dini ve inancı sırf Allah'a has kılma ve yapma demektir. Lügâvî bakımdan, "İslâm" lafzının izahı bundan ibarettir.

"İslâm"ın şeriat örfündeki mânâsı "imân"dır. Bunun delili şu iki şeydir:

1- Tefsirini yapmakta olduğumuz bu âyet. Çünkü "Allah katında gerçek din İslâm'dır" buyruğu, Allah katında makbul olan dinin sadece İslâm olduğunu gösterir. Binâenaleyh eğer imân, İslâm'dan başka birşey olsaydı, imânın Allah katında makbul bir din olmaması gerekirdi. Bunun böyle olmadığında ise bir şüphe yoktur.

2- Hak teâlâ'nın, "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan (bu din) asla kabul olunmaz" (âli imran, 85) âyetidir.

Eğer imân, İslâm'dan başka birşey olsaydı, imânın da Allah katında kabul olunmayan bir din olması gerekirdi. Buna göre şayet, "Bedeviler, "imân ettik " dediler. De ki: "Siz imân etmediniz. Fakat (bari) "Müslüman olduk" deyin.." (Hucurat. 14) âyeti, İslâm'ın imândan başka birşey olduğu hususunda açık bir ifâdedir" denilir ise, biz deriz ki: Yukarıda da açıkladığımız gibi, lügâvi bakımdan İslâm, inkiyad edib boyun eğme mânâsındadır. Münafıklar da kılıç korkusundan ötürü, zahiren inkiyâd edip müslümanların isteklerine uyunca, görünüşe göre onlardan da İslâm tahakkuk etmiş olur. Zahiren İmânları da bulunmuş olur. Çünkü Hak teâlâ: "Müşrik kadınları, onlar îmân etmedikçe nikahlamayınız ' (Bakara, 221) buyurmuştur. Üzerinde hüküm yürütülebilecek imân, zahiren yapılan ikrardır. Buna göre, İslâm ile imân bazan zahire göre, bazan da hakikata göre nazâr-ı dikkate alınmıştır. Münafık için zahirî bir İslâm bulunup, kalbi Allah'ın dinine inkiyâd etmediği için, bâtınî bir İslâm bulunmayınca, âyetin mânâsı şöyle olmuş olur: "Siz kalben ve içinizden müslüman olmadınız. Fakat zahiren "Müslüman olduk" deyiniz." Allah en iyisini bilendir. Cenâb-ı Allah: "Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, sırf, kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) Allah hesabı pek çabuk görendir " buyurmuştur. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Ehli Kitabın Aralarında İhtilafa Düşmeleri

Âyetten maksat, Cenâb-ı Hakk'ın, delilleri izah ettiğini, şüpheleri giderdiğini, kendilerine kitap verilenlerin ise, ancak kendi kusurları sebebiyle inkâra sapmış olduklarını açıklamaktır. Buna göre, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kitap verilenler... ihtilâf etmedi" ifâdesinde birkaç izah bulunmaktadır:

a) Bunlardan murad, yahudilerdir. Yahudilerin ihtilâfları ise şudur: Hazret-i Musa'nın vefatı yaklaştığı zaman, Tevrat'ı yetmiş âlime teslim eder ve onları Tevrat'ın bekçileri yaparak, Yûşa'yı da halef bırakır. Aradan birkaç nesil geçince, bu yetmiş âlimin oğulları, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki hased ve ihtiras sebebiyle Tevrat hakkında ihtilâfa düşerler ve dünya arzusundan dolayı birbirlerine hased ederler.

b) Bunlardan murad, hristiyanlardır. Düştükleri ihtilaf ise, Allah'ın kulu ve resulü olduğuna dair kendilerine ilim geldikten sonra, Hazret-i İsa'nın durumu hakkındaki ihtilâflarıdır.

c) Bunlardan murad, yahudî ve hristiyanlardır. Bunların ihtilâfları ise, yahudilerin "Uzeyr Allah'ın oğludur!" demesi; hristiyanların da, "Mesih Allah'ın oğludur" demesi, böylece Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini inkâr etmeleridir. Öte yandan da, "Peygamberliğe, bizler Kureyş'ten daha lâyıkız; çünkü onlar ümmîdirler; bizler ise, Kitap sahibiyiz!" şeklinde görüş öne sürmeleridir.

İkinci Mesele

Ancak kendilerine İlim gelditen sonra" ifâdesinden murad ise, "şayet iyicetetkik edip düşünselerdi, kendileri için bir ilim hasıledecek deliller onlara geldikten sonra..." şeklindedir. Çünkü biz, bunu (delillere değil de) ilme hamletseydik, onlar inatçı olmuş olurlardı. Büyük bir topluluk hakkında ise inat, doğru olmaz. Bu âyet, ehl-i kitabın tamamı hakkında gelmiştir ki, onlar da büyük bir toplulukturlar.

Üçüncü Mesele

"ihtirastan dolayı" kelimesinin mansûb olması hakkında iki görüş vardır:

a) Ahfeş'in görüşü: Buna göre bu kelime "mefûlün leh" olduğu için mansûbtur. Yani, "hasetleri sebebiyle, ihtirasları için" demektir. Bu senin şöyle demene benzer: "Sana, hayrı talep ve kötülüğü men etmek için geldim!"

b) Zeccâc'ın görüşü: Buna göre bu kelime, mânâ yoluyla masdar olduğu için mansûbtur. Çünkü "Kendilerine kitap verilenler azmadı..." ifâdesi yerine kâimdir. Böylece de âyetteki (......) kelimesi masdar yapılmıştır.

Mef'ûlün leh ile masdar arasındaki fark şudur: Mef'ûlün leh, fiilin gayesidir. Masdar ise, failin ortaya koyduğu bir mef'ûl-ü mutlakdır.

Dördüncü Mesele

Ahfeş, Hak teâlâ'nın (......) ifâdesinin, O'nun (ihtilâf etti) sözünün mef'ûlü olup, takdirinin ise, "Onlar aralarında hasetten dolayı, ancak, aralarında bir hased vesilesi olarak kendilerine ilim geldikten sonra ihtilâf ettiler" şeklinde olduğunu söylemiştir. Onun dışındakiler ise mânânın, "Onlar ancak, kendilerine ilim geldikten sonra, ve de sırf aralarındaki azgınlık ve hased ve tecâvüzden dolayı ihtilâf ettiler" şeklinde olduğunu söylemiştir.

Kaffâl ise şunu söylemiştir: Bu ikincisi birincisinden daha güzeldir; çünkü birincisi, onların kendilerine gelmiş olan ilim sebebiyle ihtilâfa düştüklerini vehmettirirken, ikinci görüş de onların ancak, hased ve azgınlıklarından dolayı ihtilâfa düşmüş olduklarını ifâde eder.

Allahü teâlâ daha sonra "Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) Allah hesabı pek çabuk görendir" buyurmuştur. Bu, bir tehdittir. Bu tabir hakkında iki izah şekli vardır:

a) Bunun mânâsı, "Âyetleri inkâr eden kimse, çarçabuk Allah'a varır, Allah da onu hesaba çeker, yani küfründen dolayı onu cezalandırır" şeklindedir.

b) "Allahü teâlâ, amelleri her ne kadar çok olsa da o kimseye, âmellerini, günahlarını ve muhtelif inkârlarını süratli ve eksiksiz bir şekilde bildirecektir " demektir.

Ehl-i Kitap Karşısındaki Tutum

19 ﴿