20"Eğer seninle mücâdele ederlerse, (şöyle) de: "Ben, bana tâbi olanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim etmişimdir." Kendilerine kitap verilenlerle ümmîlere de de ki: "İslâm'a girdiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse, muhakkak ki doğru yolu bulurlar. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Allah, kullarını hakkıyla görücüdür" . Bil ki, Allahü Teâlâ daha önce, ehl-i kitabın kendilerine ilim geldikten sonra ihtilâf ettiklerini ve buna rağmen küfürlerinde ısrar ettiklerini zikredince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e onlarla olan mücadelesinde onlara söyleyeceği şeyi beyân ederek;"Eğer seninle mücadele ederlerse, (şöyle) de: Ben kendimi Allah'a teslim etmişimdir." Bu sözün zikredilmesinin sebebi hususunda iki izah şekli vardır: Birinci şekil: Bu, onlarla mücadele etmekten yüz çevirmeyi ifâde eder. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet nazil olmadan önce, kendisinin sıdkına dair hüccet ve delilleri defalarca ve muhtelif şekillerde onlara göstermişti. Zira bu sûre Medenî'dir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise, Kur'ân-ı Kerim, ağacın duâ etmesi, kurdun konuşması vb. şekillerde onlara mucizeler göstermişti. Yine Cenâb-ı Allah bu âyetten önce, İslâm dininin doğruluğuna dair âyetler de zikretmişti. Bu âyetlerin birincisi, Allahü Teâlâ'nın, "O hayydır, kayyûmdur" (Al-i imran, 2) sözüyle ilâhlığı konusunda hristiyanların sözlerinin bozuk ve fasit olduğuna dair zikrettiği hüccet ile, Hazret-i Peygamberin nübüvvetinin doğruluğuna dair, "Sana, bir hak olarak kitabı indirdi" (Âl-i İmran. 3) sözüyle zikretmiş olduğu hüccettir. Allahü teâlâ ayrıca onların şüphelerini zikretmiş, bunların hepsine, daha önce de açıkladığımız gibi cevap vermiştir. Sonra onlara, (Âl-i İmran. 13) âyetinin tefsirinde de açıkladığımız şekilde, Bedir günü müşahede ettikleri başka mu'cizeleri de zikretmiştir. Sonra, "Allah şu hakikati, kendinden başka hiçbir İlâh olmadığını açıkladı" (Âl-i İmran, 18) sözüyle, tevhîd konusundaki sözünün doğruluğunu beyân edip, Allah'ın bir zıddı, benzeri, eşi ve çocuğu bulunmadığını açıklamıştır. Sonra Cenâb-ı Hak, bu yahudi ve hristiyanların haktan sapmalarının ve din konusundaki ihtilâflarının, ancak onların azgınirk ve hasetlerinden ötürü olduğunu bildirmiştir. İşte bu açıklamalar, eğer onlar ihlas sahibi olsalardı, onları Hakk'a boyun eğmeye ve deliller üzerinde tefekküre sevkederdi. Böylece kâfir fırkalarının aleyhine hüccet getirme sebeplerinin tamamı, hiçbir şey kalmaksızın meydana gelmiş, bulunmuştur. İşte bundan sonra Allahü teâlâ: "Ben, bana tâbi olanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim etmişimdir" buyurmuştur. Yani, "Biz delilleri ve apaçık hüccetleri iyice açıkladık. Eğer siz taassub ve hasedi bırakır da bunlara sarılırsanız, sizler de hidâyete ermiş olursunuz. Şayet bu delil ve hüccetlerden yüz çevirirseniz, muhakkak ki Allah sizi cezalandırır." İşte bu te'vil, bütün sözlerde alışılmış bir yöntemdir. Zira, hakkı savunan kimse, inatçı ve bâtıldan yana olan birisiyle karşı karşıya gelip de, ona karşı birbiri ardınca hüccetleri sıraladığında, sonunda şöyle der: "Ben ve bana uyanlar, hakka inkiyâd edip ona teslim oluyor, Allah'a kulluk etmeye yöneliyoruz. Binâenaleyh, getirdiğim bunca delillerden sonra bana uyar ve üzerinde bulunduğum Hakk'a ittibâ ederseniz, hidâyete ermiş olursunuz; eğer böyle olmaktan yüz çevirirseniz, şunu bilin ki Allah hakkıyla görüp gözetendir." İşte, Hak'tan yana olup da delil getiren kimsenin, inatçı ve bâtıldan yana olan kimseye karşı en son söyleyeceği şey, başvuracağı metod budur. İkinci şekil, şöyle dememizdir: Hak teâlâ'nın: "Kendimi Allah'a teslim etmişimdir" sözü, bir delil getirme ve onu ortaya koymadır. Bunu şu şekillerde açıklayabiliriz: Birinci vecih: Ehl-i kitap, Allah'ın varlığını, O'nun ibâdete müstehak olduğunu kabul ediyorlardı. Buna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sanki, ehl-i kitaba şöyle demek istemiştir: "Bu, hepimizin anlaştığı bir husustur. Buna göre ben, üzerinde anlaşmış olduğumuz miktara tutunuyor ve insanları buna davet ediyorum. Aramızdaki ihtilâf bu konularda değildir. Sizler, iddiacı makamındasınız. O halde iddialarınızı isbât etmeniz gerekir.." Çünkü yahudiler, teşbîh ve tecsimi; hristiyanlar, Hazret-i İsa'nın Hanlığını; müşriklerse putlara ibâdet etmenin şart olduğunu iddia ediyorlardı. Binâenaleyh bunları iddia eden kimselerin, bunları isbât etmeleri gerekir. Ama bana gelince, ben sadece Allah'a itaat etmenin ve O'na kullukta bulunmanın farz olduğunu söylüyorum ki, bu hususta siz de aynı görüştesiniz." Bu âyetin bir benzeri de, Hak teâlâ'nın: "De ki: "Ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda müsâvî olan bir kelimeye yani şuna gelin: "Allah'dan başkasına tapmayalım.." (Al-i imran, 64) âyetidir. İkinci vecih: Ebü Müslim el-İsfehanî'nin söylediği şu husustur: Yahudi, hristiyan ve putperestler, bazı yasa ve hükümler hariç, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in büyüklüğünü, O'nun sözündeki haklılığını ve dinindeki sıdkını kabul ediyorlardı. Böylece Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, Hazret-i İbrahim'in dinine tâbi olmasını emretmiş, ve "Sonra sana, "Bir muvahhid müslüman olarak İbrahim'in dinine uy!" diye vahyettik" (Nahl, 123)diye buyurmuştur. Daha sonra da Cenâb-ı Hak, burada bu mevzuda, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, Hazret-i İbrahim'in söylediği söz gibi söylemesini emretmiştir. Çünkü Hazret-i İbrahim, "Şüphesiz ki ben, bir muvahhid olarak yüzümü, o gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim" (En âm, 79) demişti. Buna göre Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Kendimi teslim etmişimdir" (Enam, 79) sözü, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in "Yüzümü yönelttim" desi gibidir. Yani, "Allahü Teâlâ'nın dışındaki bütün her nev'i mâbûddan yüz çevirip, ibâdetimle sırf Allah'a yöneldim ve ibâdeti sırf O'na has kıldım" demektir. Buna göre âyetin takdiri şöyledir Allahü teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: "Ya Muhammed, eğer onlar seninle bu tafsilatlı meselelerde tartışırlarsa de ki: "Ben, Hazret-i İbrahim'in yoluna yapışmışım, O'nun yolundayım! Sizler de O'nun yolunun hak olduğunu ve her türlü şüphe ve töhmetten uzak olduğunu kabul ediyorsunuz..." Buna göre bu, ilzâmî delillere tutunmak kabilinden olur ve Hak teâlâ'nın: "Onlarla mücadeleni en güzel bir şekilde yap" (Nahl, 125) buyruğunun kapsamına girmiş olur. Üçüncü vecih: Bu konuyu yazarken hatırıma gelen, şu husustur: "Allahü Teâlâ bu âyetten önce, "Allah katında gerçek dinin İslâm olup, başkası olmadığını" belirtmişti. Sonra da O, "Eğer seninle mücadele ederlerse..." buyurmuştur. Bunun m, ânâsı, "Yani, "Allah katında gerçek dinin İslâm olduğunu" söylemen konusunda seninle mücâdele ederlerse, de ki bunun delili, kendimi Allah'a teslim etmiş olmamdır... Bu böyledir, çünkü dinden maksad Rubûbiyyetin gereklerini bihakkın yerine getirmektir. Ben zâtımı Allah'a teslim edip, O'ndan başkasına ibâdet etmeyip, hayrı sadece O'ndan bekler, sadece O'nun hüküm ve hükümranlığından korkar ve başkasını da O'na ortak koşmazsam, işte bütün bunlar O'nun Rubûbiyyetinin ve benim ubûdiyyetimin gereklerini bihakkın yerine getirme, vefa gösterme olur." Böylece, kâmil dinin İslâm olduğunu söylemek sahih olur. İşte, bu izah da âyete münasip ve uygun düşer. Dördüncü vecih: Hatırıma şu da gelmiştir: Bu âyet, Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'den naklettiği, "Babacığım, işitmeyen, görmeyen, sana hiçbir faydası olmaz şeylere niye tapıyorsun?" (Meryem, 43) sözüne münasiptir. Yani, "İbâdet ancak fayda ve zarar verebilen, işimi, kudret elinde; hükmümü ise, kudret kabzesinde tutan bir varlık için caizdir" demektir. Çünkü hristiyanlardan herbiri, Hazret-i İsa'nın bu tür şeylere kadir olamıyacağını bilince Hazret-i İsa'ya teslim olup, ona inkiyâd etmem aklen mümkün olmaz.. Ben, zâtımı ancak, hayır ve şerrin, fayda ve zararın, tedbir ve takdirin kendisinden sudur ettiği zâta teslim ederim... Beşinci vecih: Bu ifâdenin, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in, "Rabb'i O'na: "(Kendini Hakk'a) teslim et" dediği zaman O, "Alemlerin Rabb'ine teslim oldum" demişti" (Bakara, 131) sözündeki metoduna bir işaret olması da muhtemeldir Bu, İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Hak teâlâ'nınl "Kendimi Allah'a teslim etmişimdir" sözüne gelince, bunda birkaç izah şekli bulunmaktadır: a) Ferrâ, bunun mânâsının, "ibâdet ve amelimi sırf O'na tahsis ettim" şeklinde olduğunu; "sırt O'nun için yaptım, O'na başkası ortak olmadı" mânâsında da, tl denildiğini belirterek şöyle der: "Buradaki yüz, zât) kelimesinden maksat, Hak teâlâ'nın tıpkı:, der. Yine kendisinden geri dönemiyeceği bir şeye dalan kimseye de, "yüz üstü gitti" denilir. b) Bu tabirin mânâsı, "işimin ve ibâdetimin özünü Allah'a teslim ettim" demektir. Buna göre mânâ, "Benden sadır olan her ameli yapmamın yegâne sebebi, Allah'a kulluk, O'nun ulûhiyyetine ve hükümlerine inkiyâddır " şeklindedir. c) Bu tabirin mânası, "Kendimi Allah'a adadım" demektir. İbâdet hususunda, kişinin kendisini Allah'a adamasından daha yüce bir makam bulunmaz. Böylece insan kendisini Allah'a ibâdete vermiş, Allah'ın dışındaki herşeyden yüz çevirmiş gibi olur. Cenâb-ı Hakk'ın: "Vebana tâbi olanlar., ."buyruğuna gelince, bunda iki mesele vardır: Âsim, Hamza ve Kisâî kesre ile yetinip, Hazret-i Osman Mushafı'na ittibâ ederek, yâ harfini hazfedip şeklinde; diğer kıraat imamları ise, kelimenin aslını gözeterek (......) şeklinde okumuşlardır. Bu ifâdenin başında (......) lafzı, O'nun (......) ifadesindeki tâ harfine atfedildiği için, mahallen merfûdur. Yani mâna, "Bana tabî olan da, kendisini Allah'a teslim etmiştir" şeklindedir. İmdi şayet, "Cenâb-ı Hak (......) değil de, niçin (......) buyurmuştur?" denilirse biz deriz ki: Söz O'nun ifadesiyle uzayınca, (araya bu söz girince), bu ifâde muttasıl zamirin te'kidi yerine geçmiş olur. Şayet meselâ, "Ben, evet ben ve Zeyd teslim olduk!" denilmeyip de, '.ıi "Teslim oldum, Zeyd de..." denilmiş olsa güzel olmaz, doğru olmaz. Ama "Bugün ben ve beraberimde gelenler, gönül rahatlığıyla teslim olduk" denilirse, doğru ve güzel olur. Sonra Hak teâlâ: "Kendilerine kitap verilenlerle ümmilere de de ki: "İslâm'agirdiniz mi?" buyurmuştur. Bu hususta da birkaç mesele vardır: Âyet, Hazret-i Muhammed'in dinine muvafık olmayan, uymayan kimselerin tamamını kapsamaktadır. Bu böyledir, çünkü onların bir kısmı, yahudi ve hristiyanlar gibi kitap ehli olma davalarında ister haklı olsunlar, isterse davalarında mecüstler gibi yalancı olmuş olsunlar, ehl-i kitaptırlar; onların bir kısmı ise, ehl-i kitaptan değillerdir ki, bunlar da putlara tapan müşriklerdir. Şu iki sebepten dolayı Cenâb-ı Hak, müşrik Arapları "ümmî" diye tavsif etmiştir: a) Onlar ilâhî bir kitaba sahip olduklarını iddia etmedikleri için, okuma ve yazma bilmeyen kimselere teşbih edilerek, ümmî diye tavsif edilmişlerdir. b) Bundan murad, onların okuyup yazması olan kimselerden olmayışlarıdır. Bu okuyup yazmama işi, onların galip sıfatlarıdır. Onların içinde okuyup yazması olanlar bulunsa bile, bu onlar arasında pek nadir olan bir husustur. Allah en İyisini bilendir. Bu âyet, Hak teâlâ'nınakkında umûmî bir ifâde olduğunu gösterir. Çünkü, kendilerine bir kitap indirildiğini kabul edenler, O'nun: "Kendilerine kitap verilenler..." tavsifinin; kitabı olmayanlar da, O'nun "ümmîler.." tavsifinin muhtevasına dahildirler. Sonra Cenâb-ı Hak:"İslâm'a girdiniz mi?" buyurmuştur. Bu ifâdenin başındaki istifham hemzesi, istifhâm-ı takriridir. Bundan maksat, teslim olmayı emirdir. Nahivciler şöyle demişlerdir: Hak teâlâ emri, istifham şeklinde getirmiştir. Çünkü bu ifâde, fiilin yapılmasını isteme, buna davet etme hususunda bir emir gibidir. Ancak, emri bir istifham cümlesiyle ifâde etmedeki mânâ daha çoktur. Bu da, muhatabın inatçı olduğunu, insaftan uzak bir kimse olduğunu anlatmaktır. Çünkü âdil ve insaflı kimseye bir hüccet ve delil izhâr edilince, hiç beklemeksizin hemen o anda onu kabul eder. Bu senin, meseleyi kendisine iyice izah edip, her türlü açıklamayı yapmış olduğun kimseye, "Meseleyi anladın mı?" demen gibidir. Çünkü bu ifâdede, muhatabın anlayışının kıt olduğuna bir işaret bulunmaktadır. Nitekim Hak teâlâ, içkiyle ilgili âyetin sonunda "Vazgeçtiniz değil mi?" (Maide, 91) buyurmuştur. Bu tabirde onların yasaklanan şeyden vazgeçmek istemediklerine ve ona karşı aşırı bir istek duyduklarına bir işaret bulunmaktadır. Allahü teâlâ daha sonra, "Eğer İslâm'a girerlerse, muhakkak ki doğru yolu bulurlar" buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü İslâm, Allah'ın kendisine ilettiği, hidâyet ettiği şeylere sımsıkı sarılmaktır. Allah'ın hidâyetine sarılan ise, hidâyete ulaşmış olur. Bu ifâdenin, "Eğer İslâm'da sebat ederseniz, âhirette kurtuluşa ve necata ulaşırsınız" mânasında olması da muhtemeldir. Sonra, Cenâb-ı Hak buyurmuştur. Yani, "İslâm 'a girmekten ve sana ittibâ etmekten yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir" demektir. Bundan maksat, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teselli edip, O'nun vazifesinin sadece delilleri tebliğ ederek, onları açıklamak olduğunu anlatmaktır. O, getirmiş olduğu Kur'ân'ı tebliğ edince, üzerine düşeni bihakkın ifâ etmiş olur. Onların kabul edip etmemesi, ona ait bir şey değildir. Allahü Teâlâ daha sonra "Allah, kullarını hakkıyla görendir" buyurmuştur ki, bu da bir va'ad ve vaîd ifâde eder ve bunun mânâsı da açıktır. |
﴾ 20 ﴿