31"De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafur ve rahimdir" . Bil ki Allahü teâlâ yahudileri, kendisine ve peygamberlerine imâna, tehdid ve va'îdleri ile davet edince, onları bir başka şekilde de buna davet etmiştir ki, o da şudur. Yahudiler: "Biz, Allah'ın oğulları ve dostlanyız" (Maide, 18) diyorlardı. Bundan dolayı bu âyet nazil olmuştur. Yine rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş, Mescid-i Haram'da putlara taparken, yanlarında durup şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu, vallahi siz Hazret-i İbrahim'in dinine muhalefet ediyorsunuz." Bunun üzerine Kureyşliler, "Biz, Allah'ı sevdiğimiz için, "Bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye bu putlara tapıyoruz" (zümer, 3) dediler. İşte bundan dolayı, tefsir ettiğimiz âyet nazil oldu. Bir başka rivayete göre, hristiyanlar "Biz, Allah'ı sevdiğimizden ötürü Mesih (İsâ)'ya ta'zim ediyoruz" dedikleri için bu âyet nazil olmuştur. Hülâsa olarak, bu insan gruplarından herbiri Allah'r sevdiğini ve Allah'ın rızası ile taatını gözettiklerini iddia ederler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Ey habibim, "Eğer Allah'ı sevdiğiniz iddianızda doğru iseniz, O'nun emirlerine boyun eğip, O'na muhalefet etmekten kaçının" de" buyurmuştur. Buna göre sözün manası şöyle olur: "Allah'ı seven herkesin, O'nun gazabını çekecek şeylerden mutlaka iyice kaçınması lazım. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini kesin gösteren deliller bulunduğuna göre, ona uymak gerekir. Eğer ona uyulmuyor ise, bu o sevginin bulunmadığına delâlet eder." Bu âyetle ilgili bazı meseleler vardır: Muhabbet" (sevgi) ile ilgili uzun açıklamamız, Bakara, 165)âyetinin tefsirinde gec- misti. Kelamcılar, "Allah'ı sevmenin", "O'nu yüceltme, O'na taat, ve O'nun mükâfaatını sevme" manasında olduğunda ısrar ederek şöyle derler: "Muhabbet, irâde cinsinden bir fiilidir. İrâde ise, acak sonradan olan varlıklar ve menfaatlerle ilgilidir." Kelamcıların bu görüşü zayıftır. Çünkü, herşey hakkında, "O, bir başka sebepten ötürü sevilmiştir" denilemez. Aksi halde teselsül ve devr-i fasit gerekir. Binâenaleyh bunun, bizzat sevilen birşeyde son bulması gerekir. Nitekim biz, lezzetin li-zâtihi mahbub olduğunu biliriz. Yine biz Rüstem ve İsfendiyar'ın kahramanlıkları hususundaki haberlerini duyduğumuzda, bize hiç faydası olmadığına inandığımız halde, gönlümüz onlara meyleder. Hatta çoğu kez bu meyi ve sevginin, üzerinde ısrar etmek caiz olmayan bir hata ve günah olduğuna inanırız. Böylece biz, lezzetin li-zatihî sevimli oluşu gibi, kemâlin de li-zâtihî mahbûb olduğunu anlarız. Kemâlin kemali Hak Subhânehu ve Teâlâ'ya aittir. Binâenaleyh bu durum, Allah'ın zâtından ve kendileri için Allah'ın kemâl ile celâl eserlerinden bir eserin tecellî ettiği Allah katındaki mukarreblerden ötürü, li-zâtihî mahbûb olmasını (sevilmesini) gerektirir. Kelamcılar şöyle derler: "Allah'ın kuluna muhabbeti (sevgisi), hem dinî hem de dünyevî bakımdan hayır ve menfaatleri kuluna ulaştırmasını irâde etmesinden ibarettir." Yahudiler, kendilerinin Allah'ı sevdiklerini iddia ediyorlar ve Allah'ın da kendilerini sevmesine arzulu olduklarını ortaya koyuyorlardı. Âyet, şu iki bakımdan, Allah'ı sevmenin peygambere uymayı gerekli kıldığını göstermektedir: a) Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabî olun. Çünkü mu'cizeler, Allahü teâlâ'nın bana uymanızı gerekli kıldığını göstermektedir. b) Eğer siz Allah'ın sizi sevmesini arzu ediyorsanız, yine bana uyunuz. Çünkü bana uyduğunuzda Allah'a itaat etmiş olursunuz. Allah ise, kendisine itaat eden herkesi sever. Yine bana uymanızda, Allah'a itaat, O'na ta'zim ve O'nun dışındaki bütün varlıklara ta'zimi terkten başka birşeye davet yoktur. Allah'ı seven herkes, buna arzu duyar. Çünkü muhabbet, sevilene (mahbûba) tamamıyla yönelmeyi ve mahbûbun dışındaki herşeyden yüz çevirmeyi gerektirir. Üçüncü Mesele Keşşaf sahibi, bu konuda Allah'ın velilerini tenkide dalarak burada akıllı insanın müstehcen kitaplarda bile yazamayacağı şeyleri yazmıştır. O'nun evliyâulahi tenkide cüret ettiğini farzetsen bile, bu gibi çirkin sözleri tefsire dair eserine koymaya nasıl cesaret etmiştir? Biz, Allah'tan muhafazasını ve hidayetini talep ederiz. Allahü teâlâ sonra, "ve günahlarınızı bağışlasın" buyurmuştur. Allah'ın kulunu sevmesinden murad, ona sevab vermesi; günahlarını bağışlamasından murad ise, onun cezasını kaldırmasıdır. İşte bu, her akıllının isteyeceği en büyük ve en önemli şeydir. Sonra O, "Allah, gafur ve rahîmdir" buyurmuştur. Yani, Allah, kullarının çeşitli günahlarını diğer insanlardan gizlemesi bakımından dünyada iken gafur, fazlı ve keremi ile de onlara âhirette rahimdir. |
﴾ 31 ﴿