41"(Zekeriya) "Ya Rabbi, bana bir alâmet göster" dedi. Allah, "Senin alâmetin, işaretleşmenin dışında, insanlara üç gün bir şey söyleyememendir... Bununla birlikte sen, Rabb'ini çok zikret ve akşam sabah O'nu tesbih et" dedi" . Bil ki, Zekeriyya (aleyhisselâm) kendisine verilen müjdenin aşırı sevinci, Rabb'inin ikramı ve kendisine olan in'âmına güveninden dolayı, kendisine bu hamileliğin bulunduğuna dair bir alâmetin gösterilmesini istedi.. Çünkü, hamilelik durumu hemen belli olmaz. İşte bunun için O, "Ya Rabbi, bana bir alâmet göster" deyince, Cenâb-ı Hak da, "Senin alâmetin, işaretleşmenin dışında, insanlara üç gün birşey söyleyememendir" buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır: Cenâb-ı Hak burada "üç gün", Meryem sûresinde ise, "üç gece"yi zikretmiştir. Böylece bu iki âyetin toplamı, bu alâmetin geceleriyle beraber üç gün içinde bulunduğuna delâlet eder. Âlimler, bu âyetin tefsiri hususunda şunları söylemiş- terdir: a) Allahü Teâlâ Zekeriyya (aleyhisselâm)'nın konuşma kabiliyetini almış, o da insanlarla ancak remz ve işaretleşme yoluyla konuşabil mistir. Bunda şu iki fayda vardır: 1- Bunun, hanımının çocuğa kaldığına alâmet olması.. 2- Allahü Teâlâ, o süre içerisinde kendini zikir ve kendisine tâatla meşgul olsun da bu büyük nimete şükretsin diye, O'nu dilini dünyevî şeylerden alıkoymuş ve onu zikr, tesbîh ve tahlilde bulunmaya teşvik etmiştir. Bu açıklamaya göre, tek şey maksûdun bir alâmeti ve bu nimetin şükrünün edası olur. Böylece de bu şey, bütün maksatları kendinde toplamış olur. Sonra şunu bil ki, bu hâdise birçok yönden bir mu'cizeyi ihtiva etmektedir: 1- O'nun tesbîh ve zikirde bulunmaya gücünün olup, dünyevî meseleleri konuşamaması, en büyük mucizelerdendir. 2- Bünyesi sağlam ve yapısı da elverişli olduğu halde, bu aczin, belli ve muayyen günlerde tahakkuk etmesi, diğer mu'cizeler cümlesindendir. 3- Zekeriyya (aleyhisselâm)'da bu hal meydana geldiğinde çocuğun da meydana geleceğinin bildirilmesi, sonra durumun aynen onun haber verdiği gibi ortaya çıkması da, mu'cizelerden bir mu'cize olur. b) Ebu Müslim'in görüşü olup buna göre bu âyetin mânası şöyledir:. Zekeriyya (aleyhisselâm) Cenâb-ı Hak'tan hamileliğin meydana geldiğine dair bir alâmet isteyince, Allahü Teâlâ ona, "senin alâmetin, konuşamamandır; yani sen üç gün üç gece insanlarla konuşmayıp, insanlardan ve dünyadan yüz çevirerek, zikir, tesbih ve tehlil ile meşgul olup, böyle bir bağışından dolayı Allah'a şükretmekle emrolunursun.. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, bunu işaretle göster.. Bu tâatla emroluhduğun zaman şunu bil ki, senin bu arzun meydana gelecektir" demiştir. Bu görüş, bana göre güzel ve makûldür. Ebu Müslim'in tefsir hususundaki sözü güzeldir; o sözdeki inceliklere ve nüktelere çokça temas etmektedir.. c) Katâde'den rivayet edildiğine göre, Zekeriyya (aleyhisselâm), meleklerin müjdesinden sonra bir alâmet istemiş olduğu için cezalandırılmış, konuşma melekesi engellenerek, konuşamaz hâle getirilmiştir. Hazret-i Zekeriyya'nın İşaretle Konuşması Cenâb-ı Hakk'ın "İşaretleşmenin dışında..." buyruğuna gelince bunda iki mesele vardır: Birinci Mesele (......) kelimesinin aslı, hareket etmektir. Bir şey hareket ettiği zaman, denilir. Bu anlamda olmak üzere, denize de denilir. Sonra âlimler, buradaki remz hususunda, çeşitli görüşler belirterek ihtilâf etmişlerdir: a) Bu, nasıl olursa olsun et, baş, kaş, göz veya dudaklarla yapılan işaretten ibarettir. b) Remz, konuşma veya ses olmaksızın, kelimeyi dudak hareketleriyle göstermekten ibarettir. Alimler, "Remz kelimesini bu mânaya hamletmek daha uygundur; çünkü remz ile konuşma sırasındaki dudakların hareketi, sesli konuşma sırasındaki dudak hareketlerine uygun olacağı için, işaretle anlatım, mümkün bir şeydir. Buna göre bu hareketlerle, kişinin zihnindeki mânaları anlamak daha kolay olmuş olur. c) Zekeriyya (aleyhisselâm)'nın gizli ve alçak bir sesle konuşmuş olması mümkündür. Buna göre, sadece yüksek sesle konuşması yasaklanmıştı... Eğer, "Remz, bir söz çeşidi değildir; o halde niçin insanlarla konuşmamandır" ifâdesinden istisna edilmiştir?" denilirse, biz deriz ki: Remz, konuşmadan kastedilen amacı yerine getirdiği için, "söz" olarak isimlendirilmiştir. Ve yine bu istisnanın, "istisna-yı munkatî" olması da mümkündür. Ama biz "remz" kelimesini alçak sesle konuşma manasına alırsak, buradaki problem kendiliğinden ortadan kalkar. İkinci Mesele Yahya İbn Vessâb, buradaki (......) kelimesini, (rumuz, işaret) kelimesinin çoğulu olarak şeklinde iki ötre ile okumuştur.. Nitekim (peygamber, elçi) kelimesinin çoğulu da, bunun gibi gelmektedir... Bu kelime yineharflerinin fethasıylaşeklinde de okunmuştur. Bu durumdakelimesi, Zekeriyya (aleyhisselâm) ve diğer insanlardan hâl olmuş olur. Buna göre ifâdesinin mânası "Nasıl ki insanlar bir dilsizle işaretlerle konuşuyor, dilsizler de onlara işaretlerle cevaperiyorsa, bunun gibi, sen de insanlarla karşılıklı olarak remz ve işaretlerle konuşacaksın" şeklinde olur. Zikir Konusunda Buradan Alınacak Ders Hak teâlâ sonra, "Sen, Rabb'ini çok zikret" buyurmuştur. Bunun iki izahı bulunmaktadır: a) Allahü Teâlâ onun dilini, işaret ile konuşmanın dışında, dünya meselelerini konuşmaktan alıkoydu. Ama, zikir ve tesbihat konusundaysa, dili normal işini icra ediyordu.. İşte bu da, apaçık mu'cizeler cümlesindendir. b) Buradaki zikir'den murad, kalb ile zikirdir. Bu böyledir, çünkü Allahü Teâlâ'nın marifet denizine gark olmuş olanların âdeti, başlangıçta bir süre lisân ile zikre devam etmektir. Kalb, Allah'ın zikrinin nurlarıyla dolduğundaysa, dil susar, zikir kalbte devam eder. İşte bundan dolayı arif kimseler, "Allah'ı tanıyanın, dili tutulur" demişlerdir. Buna göre Zekeriyyâ (aleyhisselâm) sanki, susmak ve zikir ile marifetin mânalarını kalbinde hatırlayıp tutarak, onları devam ettirmekle ernrolunmuştur. Aşiyy ve İbkâr Kelimelerinin Mânası "Ve akşam sabah O'nu tesbih et" sözünde iki mesele vardır: Birinci Mesele (......) kelimesi, güneşin ufka doğru inmeye başladığı zamandan ufukta kayboluncaya kadar geçen zamanı ifâde etmektedir. Nitekim şair şöyle demiştir: "Ne, kuşluk serinliğinin katlanabileceğin gölgesi vardır. Ne de akşam serinliğinin tadacağın gölgesi..." (......) kelimesi, güneşin zeval vaktinden, tamamiyle battığı süreye kadar geçen zaman içerisindeki gölgedir. (......) kelimesi ise, bir kimse sabah erkenden bir iş için yola çıktığı zaman söylenilen, (......) kelimesinin masdarıdır. (......) kelimeleri de aynı mânaya gelmektedir. İlk çıkan mahsûle ve meyvelere adının verilmesi de bundandır. İşte kelimenin kök mânası budur. Daha sonra, fecrin doğuşu ile kuşluk vaktine kadar olan zamana, (......) ismi verildiği gibi, (......) ismi verilmiştir. Bazı âlimler ise bu kelimeyi, hemzenin fethasıyta (......) şeklinde okumuşlardır. Bu, (seher vakti) kelimesinin çoğulunun oluşu gibi, (......) kelimesinin çoğuludur. Nitekim, bâ ve kâf harflerinin fethasıyla (Ona sabah erkenden geldim) denilir. İkinci Mesele Âyetteki ifâdesi hakkında şu iki görüş zikredilmiştir: 1- Bundan murad, "namaz kıl" demektir. Çünkü namaz da "Tesbih" diye adlandırılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Haydi akşama girerken ve sabaha ererken Allah'ı "tesbih edin" (Yani namaz kılın)" (Rum, 17) buyurmuştur. Namaz içinde tesbih de yapıldığından ötürü, namazın "Tesbih" diye adlandırılması caiz olmuştur. İşte burada delil, şu iki bakımdan bu ihtimalin olabileceğini göstermektedir: a) Şayet biz bu ifâdeyi "tesbih" ve "tehlîl" etme manasına alır isek, bu âyet ile bundan önceki "Rabb'ini çok zikret" âyeti arasında bir fark olmazdı. Binâenaleyh bu bâtıl olmuş olur. Çünkü birşeyin yine kendisine, (aynısına) atfedilmesi caiz değildir. b) Bu, Hak teâlâ'nın, "Gündüzün iki tarafinda namaz kıl" (Hûd, 114) âyetine son derece uygundur. 2- Hak teâlâ'nın "Rabb'ini çok zikret" ifadesi lisân ile zikretme mânâsına hamledilir. Üçüncü Kıssa Hazret-i Meryem'in Tertemiz Oluşu |
﴾ 41 ﴿