90

"Gerçekten imanlarından sonra küfre girmiş, sonra da küfrünü artırmış olanların tevbeleri asla kabul olunmaz. İşte onlar sapıkların taa kendileridir" .

Bu âyetle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Âlimler, küfrü artıran şey hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu husustaki prensip şudur: Mürted, irtidadında devam ve ısrar etmek suretiyle Küfrünü artırmış olur. Binâenaleyh ısrar küfür üzerine bir ziyade sayılmıştır. Bazan da, Küfrünü artıran kimse, o küfrüne, başka bir hususu da inkâr ederek yeni bir küfür katmış olur. Bu ikinci ihtimale göre âlimler şu değişik izahları yapmışlardır:

a) Ehl-i Kitap, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilmeden önce, O'na inanıyorlardı. O, peygamber olarak gönderilince, O'nu inkâr etmeye başlamışlar; daha sonra da her an O'nu ta'n etmeleri, sözlerinde durmamaları, mü'minleri fitne ve fesatla yoldan çıkartmaya çalışmaları ve gördükleri her mu'cizeyi inkâr etmeleri sebepleriyle küfürlerini artırmışlardır.

b) Yahudiler, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı tasdik etmişler, sonra da Hazret-i İsa'yı ve İncil'i kabul etmeyerek kâfir olmuşlar, daha sonra Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Kur'ân-ı Kerim'i de inkâr ederek küfürlerini artırmışlardır.

c) Âyet, irtidâd edip, Mekke müşriklerine sığınanlar hakkında nazil olmuştur. Onların küfürlerini artırmaları, "Biz, Muhammed'in başına, zamanın çeşitli belâlarının gelmesini bekleyerek, Mekke'de duracağız" demiş olmalarıdır.

d) Bu ifâdeden maksad. irtidâd edip, daha sonra da -münafıklık yaparak-İslama döndüklerini söyleyen bir topluluktur. Allahü teâlâ, onların bu nifakını "küfür" olarak ifâde etmiştir.

Tevbenin Kabul Edilmemesi Meselesi

Allahü teâlâ, bir önceki âyette mürtedlerin tevbesini kabul edeceğini, bu âyette ise kabul etmeyeceğini bildirmiştir ki, bu, şiddetli bir tenakuz gibidir. Yine delil ile sabittir ki, tevbe, şartlarına uygun bir şekilde yapıldığında şüphesiz makbul olur. İşte bu sebepten dolayı müfessirler, "(Onların) tevbeleri asla kabul olunmaz" âyeti hususunda ihtilaf etmiş ve şu görüşleri belirtmişlerdir:

1- Hasan el-Basrî, Katâde ve Atâ şöyle demişlerdir: "Bunun sebebi, onların ancak ölürken tevbeye yönelmeleridir. Halbuki Cenâb-ı Hak, "Kötülükleri yapıp yapıp da, kendilerine ölüm geldiği zaman, "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenlerin tevbesi (makbul) değil" (Nisa. 18) buyurmuştur.

2- Bu tabirin, onların, kalplerinde ihlâs olmadığı halde, dilleriyle tevbe etmeleriyle ilgili olması muhtemeldir.

3- Kâdi, Kaffâl ve İbnu'l-Enbârî şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ önce, imandan sonra inkâr edenlerden bahsedip, sonra da böyle kimselerin tevbe etmezlerse lanete müstehak kimseler olduklarını beyan buyurunca, bu âyette de onların tevbelerinden sonra yeniden inkâr ederlerse, tevbelerinin makbul olmayıp adetâ hiç yapılmamış sayılacağını açıklamıştır." Bu görüş, âyete diğerlerinden daha uygundur. Çünkü ifâde, "Tevbe edip, hallerini düzeltenler müstesna.... Çünkü Allah gafur ve rahimdir. Eğer onlar bu durumda olur da, sonra küfürlerini artırırlarsa, onların tevbeleri asla kabul olunmaz" mânâsındadır.

4- Keşşaf sahibi şöyle demektedir: "Onların tevbeleri asla kabul olunmaz" tabiri, onların küfür üzere ötmelerinden kinayedir. Çünkü kâfirlerden tövbesi kabul edilmeyenler, küfrü üzere ölenlerdir. Binâenaleyh sanki şöyle denilmektedir: "Yapacaklarını yapmış olan yahudi ve mürtedler, küfür üzere ölen ve tevbeleri kabul olunmayanların sınıfına giren kimselerdir.”

5- Belki de murad, onların sadece o ziyâde küfürden tevbe etmiş olmalarıdır. Çünkü aslından ötürü tevbe edilmemiş olduğu müddetçe, o ziyâdeden ötürü yapılmış olan tevbe makbul olmaz.

Ben derim ki bütün bu cevaplar, biz Cenâb-ı Hakk'ın, "Gerçekten imanlarından sonra küfre girmiş, sonra da küfrünü artırmış olanların..." buyruğunu istiğraka değil de, geçmiş olan, mahud olan (bilinen) bir şeye hamlettiğimiz zaman söz konusu olur, geçerli olur. Aksi halde, teklif zamanında, irtidâdından ihlaslı olarak dosdoğru bir biçimde tevbe eden nice mürted vardır. Kaffâl ve Kâdî'den naklettiğimiz cevaba gelince, lafzı biz ister istiğraka, isterse mahud ve bilinen bir şeye hamledelim, bu cevap daima aynı kalan, değişmeyen bir cevaptır.

Hak teâlâ'nın, "İşte onlar sapıkların ta kendileridir" buyruğu hakkında iki soru bulunmaktadır:

Birinci soru: Cenâb-ı Hakk'ın, İşte onlar sapıkların ta kendileridir" buyruğu, onların dışında kalan kimselerin "sapık ve dâl" olmamalarını gerektirir. Halbuki durum böyle değildir. Çünkü, ister iman ettikten sonra, isterse aslında kâfir olsun, her kâfir bir dâl, bir sapıktır.

Cevap: Bu, onların sapıklık ve dalâletin zirvesinde ve en ileri derecesinde bulunduktan mânasına hamledılmiştir.

İkinci soru: Allahü Teâlâ onları ilk önce, küfürlerinde devam etmek ve küfre iyice dalıp aşın olmakla vasfetmiştir. Halbuki küfür, dalâlet çeşitlerinin en çirkini ve en ileri derecede olanıdır. Vasıf ise, mübalağa için yapılır. Mübalağa ise, bir şeyi, hal bakımından daha kuvvetli olan bir şeyle tavsif etmek suretiyle olur; yoksa hal bakımından daha zayıf olan bir şeyle tavsif etmekle değil!...

Cevap: Biz bundan muradın, onların sapıklık ve dalâletin zirvesinde ve en ileri derecesinde bulundukları mânası olduğunu daha önce zikretmiştik. Bu izaha göre de mübalağa tahakkuk etmiş olur.

Kafir Kıyamet Günü Dünyadaki Bütün Malları Fidye Vermek İster

90 ﴿