127

"Allah bu (yardımı), ancak size bir müjde olsun ve kalpleriniz onunla yatışsın diye yaptı. Nusret ancak aziz ve hakim olan Allah'ın yanındadır. (Bir de bunu)kâfirlerin Heri gelenlerini kessin, yahut onlan tepesi aşağı getirip de emellerine kavuşmayanlar olarak gerisin geri dönsünler diye (yaptı)" .

Bu âyetteki (Bunu., yaptı) ifâdesindeki zamir masdara râcîdir. Hak teâlâ sanki, "Allah bu yardım ve desteği, ancak muzaffer olacağınıza bir müjde yaptı" buyurmaktadır. Bir önceki âyetteki (size yardım edecek) buyruğu bu yardıma delâlet etmektedir ve yardım bu âyette zamirle ifade edilmiştir. Nitekim Allahü teâlâ "(Kesilirken) üzerlerine Allah'ın ismi anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu bir fısktır" (Enam. 121) buyurmuştur. Bu, "Onu yemek bir fısktır" manasına gelir. Buna, "yemeyin" fiili delâlet etmektedir ve bundan dolayı zamirle ifâde edilmiştir. Zeccâc, "Bu âyet, "Allah, bu yardımı ancak size bir müjde olsun diye zikretmiştir" manasındadır" demiştir. "Büşrâ" kelimesi, masdarından bir isimdir. Bu kelimenin izahı (Bakara. 85) âyetinin tefsirinde geçmişti.

Fiilin İsme Atfedilmesinin İzahı

Allahü Teâlâ daha sonra, "ve Kalpleriniz onunla yatışsın dîye.." buyurmuştur. Bununla ilgili bir soru vardır, o da şudur: Âyetteki (......) kelimesi fiil, (......) kelimesi ise isimdir. Fiilin isme atfedilmesi güzel kabul edilmez. Binâenaleyh ya "ancak size bir müjde ve itminan olsun diye., .", veyahut da "ancak sizi müjdelemek ve kalpleriniz itminan bulmak için..." şeklinde olması gerekirdi. Öyle ise hiçin bunlar bırakılmış ve fiilin isme atfedilmesi yoluna başvurulmuştur? Buna iki şekilde cevap verilir:

1- "İmdâd" kelimesinin zikredilmesinde iki gaye bulunmakta olup bunlardan birisi, arzu edilme bakımından diğerinden daha kuvvetlidir. Bu gayelerin birincisi, mü'minlerin kalbine neşe vermek, onları neşelendirmektir. Cenâb-ı Hakk'ın, "ancak bir müjde olsun diye" buyruğu ile murad edilen budur. İkincisi ise, Allah'ın yardım ve muzafferiyetinin onlarla beraber olduğu, bu sebeple de savaştan korkmamaları hususunda bir itminan ve güven meydana gelmesidir. Esas maksad da, işte budur. İşte, arzu edilme bakımından bu iki durum arasında bir farklılığın bulunduğuna dikkat çekmek için Cenâb-ı Hak bu iki ifâdeyi ayrı ayrı zikretmiştir. Binaenaleyh bunun bir müjde olması, arzu edilen bir şeydir; ama daha güçlü olarak arzu edilen ise, bu itmi'nân ve güvenin meydana gelmesidir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, illet bildiren lâm harfini itmi'nân fiilinin başına getirerek, "ve., yatışsın, güven bulsun diye, ." buyurmuştur. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın, "Hem onlara binmeniz için, hem zînet için de atları, katıdan, merkepleri yarattı" (Nahl, 8) buyruğudur. Esas maksat binmek olduğu için, illet bildiren lâm harfi, "binmek" fiilinin başına getirilmiştir. İşte, burada da böyledir.

2- Cevap sadedinde bazıları şöyle demiştir: Buradaki vâv harfi zaiddir. Kelamın takdiri ise, "Allah bunu ancak, kalpleriniz onunla yatışsın diye size bir müjde yapmıştır" şeklindedir.

Cenâb-ı Hak daha sonra, "Nusret ancak Allah'ın yanındadır" buyurmuştur. Bundan maksat, mü'minlerin tevekküllerinin meleklere değil ancak Allah'a olması gerektiğidir. Bu, kulun imanının ancak, sebebleri bir tarafa bırakıp, müsebbibü'l-esbâb olan Allah'a tamamıyla yönelmekle kemâle ereceğine dikkat çekmektedir. Allah'ın, "Aziz ve hakîm olan" tavsifine gelince, "azîz" kelimesi O'nun kudretinin kemâline; "hakîm" kelimesi ise O'nun ilminin kemâline işaret etmektedir. Binâenaleyh kulların ihtiyaçları Hak teâlâ'ya gizli kalmaz ve O, kulların dualarına icabette acze düşmez. İşte muzafferiyet ancak böyle olan bir zat'ın rahmetinden; yardım da ancak böyle olan bir varlığın lütf-u kereminden beklenebilir. Hak Tealâ daha sonra "Kâfirlerin ileri gelenlerini kessin..." buyurmuştur. Bu ifâdenin başındaki lâm harf-i cerri, "Nusret ancak, aziz ve hakim olan Allah'ın yanındadır" cümlesine mütealliktir. Buna göre manası, "Allahü teâlâ'nın size, melekleri imdada göndererek yardım etmesinden maksadı, o mü'minlerin kâfirlerden bir gmbu kesmeleri, yani onları vurup öldürmeleridir. Yine bu lâm harf-i ceninin, ifâdesine ma'tuf olduğu da söylenmiştir. Fakat bu ifâde, başında atıf vâvı olmaksızın getirilmiştir. Çünkü cümlenin kısımları birbirine yakın olduğu zaman atıf harfinin düşürülmesi caizdir. Bu, efendinin hizmetkârına, atıf harfini hazfederek, "Sana, benim hizmetimi görmen, bana yardım etmen ve hizmetimi yerine getirmen için ikramda bulundum" demesi gibidir. Çünkü bu cümlenin kısımları birbirine yakın oldukları için atıf harfi düşmüştür. İşte burada da böyledir. Âyetteki (......) kelimesi, bir taife ve cemaat manasınadır. Burada "vasat" (orta) kelimesinin değil de "taraf" kelimesinin getirilmesi yerinde olmuştur. Zira.birşeyin ortasına ancak onun bir tarafından aldıktan sonra ulaşılabilir. Bu, "Kâfirlerden size yakın olanlarla muharebe edin" (Tevbe, 123) ve "Görmediler mi ki biz yeryüzüne yönelerek onu etrafından eksiltiyoruz" (Ra'd, 41) âyetlerine uygundur.

Sonra Cenâb-ı Allah "yahut onları tepesi aşağı getirir" buyurmuştur, (......) kelimesi Arapça'da birşeyi yüz üstü yere vurmaktır. Meselâ "Onu, yüz üstü yere vurdum, o da yüz üstü yere çakıldı" denilir. Kelimenin izahı budur, sonra ileride yine izah edilecektir. Bundan murad, rezil rüsvay etmek, helak itmek, lanetlemek, hezimete uğratmak, kızmak ve zelil kılmaktır. İşte bu kelimenin tefsiri hakkında müfessirler, bunları zikretmişlerdir.

Âyetteki "emellerine kavuşamayanlar" kelimesine gelince, (......) kelimesi, mahrumiyet manasınadır. Bu kelime ile "ye's" arasındaki fark şudur: Haybet, ancak birşey umulduğunda meydana gelir. Ye's ise, bazan birşeyin olmasını umduktan önce, bazan da sonra olur. Bu sebeple "ye's"in zıddı, recâ (ümit), haybet'in zıddı ise "zafer" (elde etme)dir. Allah en iyisini bilir.

127 ﴿