128"İşten hiçbirşey sana ait değildir. (Allah) ister onların tevbesini kabul eder, ister onları azaplandırır. Çünkü onlar zâlimdirler" . Âli İmran 128. Âyetinin Nüzul Sebebi Hakkında Rivayetler Bu âyetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadır: Birinci Mesele Bu âyetin sebeb-i nüzulüne dair iki görüş vardır: a) Meşhur olan görüşe göre, bu âyet-i kerime Uhud kıssası hakkında nazil olmuştur. Bu görüşte olanlar üç değişik izah üzere ihtilaf etmişlerdir: 1- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kâfirlere beddua etmek isteyince bu âyet nazil olmuştur. Bunu söyleyenler de üç ihtimal zikretmişlerdir: Birincisi: Rivayete göre Utbe İbn Ebî Vakkas, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in başını yardı ve dişini kırdı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yüzünden kanlar akmaya başladı. Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim (radıyallahü anh) ise, bir taraftan Hazret-i Peygamber'in yüzündeki kanları yıkarken, bir taraftan da, "Kendilerini yaratıcılarına inanmaya çağıran peygamberlerinin yüzünü kanlara boyayan bir kavim nasıl iflah olur!" diyordu. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o kâfirlere beddua etmek isteyince, bu âyet nazil oldu. İkincisi: Salim İbn Abdullah'ın babası İbn Ömer (ra.)'den rivayet ettiğine göre, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), müşrik topluluklara lanet ederek şöyle demiştir: "Allah'ım Ebu Süfyan'a lanet et; Hars İbn Hişam'a lanet et; Safvan İbn Ümeyye'ye lanet et!" İşte bunun üzerine, o âyet nazil olmuştur. Âyetteki "(Allah) ister onların tevbesini kabul eder" buyruğunun de gösterdiği gibi, Cenâb-ı Hak bu kimselerin tevbesini kabul etmiş ve bunlar çok güzel müslümanlar olmuşlardır. Üçüncüsü: Bu âyet, Hazret-i Hamza İbn Abdulmuttalib (radıyallahü anh) hakkında nazil olmuştur. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), savaş meydanında Hazret-i Hamza'nın cesedini ve ona müşriklerin yaptığı işkenceleri görünce, "Yemin ederim ki ben de onlardan otuz kişiye işkence yapacağım" demişti ve bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Kaffâl (r.h) şöyle demiştir: "Bütün bunlar Uhud savaşında olmuştur. Binaenaleyh âyet, hepsi hakkında birden nazil olmuş olup, bütün ihtimallere hamletmek imkansız değildir." 2- Bu âyet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in emrine muhaletet eden ve mevzilerini terkeden müslüman okçulara lanet etmek istemesi sebebiyle nazil olmuştur. Böylece Hak teâlâ, onu bundan menetmiştir. Bu, İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edilmiş olan görüştür. 3- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), emrine muhalefet eden, bozguna sebep olan ve kendilerine beddua ettiği müslümanlar için istiğfar dilemek istedi de bu âyet nazil oldu. İşte bütün bu ihtimal ve izahlar, "Bu âyet, Utıud kıssası hakkında nazil olmuştur" şeklindeki görüşümüze dayanmaktadır. b) "Âyet-i kerime başka bir hâdise hakkında nazil olmuştur, o da şudur: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabının seçkinlerinden bir topluluğu, Kur'an öğretmeleri için Bi'r-i Ma'ûne halkına göndermişti. Âmir İbn Tufeyl, askerleriyle birlikte onların üzerine gitti ve onları yakalayıp öldürdü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buna çok üzüldü ve kâfirlere kırk gün beddua etti. İşte âyet, bunun üzerine nazil olmuştur." Bu, Mukâtil'in görüşü olup, uzak bir ihtimaldir. Çünkü ekseri âlimler, bu âyet-i kerimenin Uhud kıssası hakkında olduğunda ittifak etmişlerdir. Sözün gelişi de buna delâlet eder. Burada sözün başı ve sonuyla ilgisi olmayan bir kıssa anlatmak uygun değildir. Hazret-i peygamber'in İsmeti Hakkındaki Şüpheye Cevap Bu âyetin zahiri, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yapma durumunda olduğu bir iş hakkında gelmiş olduğuna delâlet etmektedir. Böylece bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i o davra- nıştan menetmek gibi olmuştur. Bu durumda ortaya şöyle bir müşkil çıkmaktadır: Eğer Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in du davranışı Allah'ın emriyle olmuşsa, Allahü teâlâ, O'nu bundan nasıl menetmiş olabilir? Eğer bu davranışın Allah'ın emri ve izni ile olmadığını söylersek, bu durum Cenâb-ı Hakk'ın, "O (Peygamber), kendi hevâ-vü hevesinden söylemez" (Necm, 3) âyetiyle nasıl uyuşur? Yine âyet-i kerimeler, peygamberlerin ismetine (günahsız olduklarına) delalet etmektedir. Buna göre bu âyette menedilmiş olan şey, eğer iyi ise, Allah onu niçin menetmiştir? Eğer çirkin ise, onu yapan nasıl mâsûm (ismet sahibi) sayılır? Bu soruya birkaç şekilde cevap verilebilir: 1- Bir işten menetmek, menedilen şeyin yapılmış olduğunu göstermez. Çünkü Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e "Eğer şirk koşarsan, andolsun ki amellerin boşa gider" (Zümer, 65) demiştir. Halbuki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç şirk koşmamıştır. Yine Hak teâlâ, "Ey Peygamber Allah'tan kork..." (Ahzab, 1) buyurmuştur. Bu emir, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Allah'tan korkmadığına delâlet etmez. Bunun peşine Cenâb-ı Allah, "Kâfirlere itaat etme" (Ahzab, 1) buyurmuştur. Bu da, onun kâfirlere itaat ettiğine delâlet etmez. Bu menetmenin faydası şudur: Amcası Hazret-i Hamza'ya öldükten sonra işkence edilmesi ve müslümanların öldürülmesi gibi çok şiddetli hüzün ve büyük kızgınlıklara sebep olabilecek hadiseler meydana gelmişti. Açık olan şudur ki, kızgın, insanı uygun olmayan söz ve fiillere sevkedebilir. İşte bu nahoş durumları görmüş olması Hazret-i Peygamber'i, yakışmayan söz ve fiillere sevketmesin diye, ismetini takviye ve temizliğini te'yid için, Hak teâlâ O'nu bu âyetle menetmiştir. 2- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu işi yapmış olsa bile, bu efdal ve evlâ olanı terketme kabilinden olan birşeydir. Bundan dolayı Allahü teâlâ ona, efdal ve evlâ olanı seçme yolunu göstermektedir. Bunun bir benzeri de, "Eğer, herhangi bir ceza ile karşılık verecek olursanız, ancak size yapılan ukubetin misliyle cezalandırın. Sabrederseniz, andolsun ki bu sabredenler için daha hayırlıdır. Sabret. Senin sabrın ancak Allah('ın muvaffak kılmasıyladır)." (Nahl, 126) âyetidir. Allahü teâlâ sanki "Eğer sen bu zâlimi cezalandıracak isen, misliyle mukabele etmekle yetin" demiş, sonra da şöyle devam etmiştir: "Eğer onu serbest bırakırsan bu daha evladır." Daha sonra ise, Hazret-i Peygambere onu bırakmasını kesin olarak emrederek, "Sabret senin sabrın ancak Allah'ın muvaffak kılmasıyladır." buyurmuştur. 3- Belki de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gönlü onlara lanet okumaya meyledince bu hususta Rabb'inden izin istemiş, Cenâb-ı Hak da bu âyette, onu bundan nehyetmiştir. Bu açıklamaya göre, buradaki nehiy Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ismetine bir zarar vermez. Cenâb-ı Hakk'ın, "İşten hiçbir şey sana alı değildir" buyruğu hakkında iki görüş vardır: 1- Bunun manası, "Bu vakıa ve bu hadiseden sana terettüb eden bir şey yoktur" şeklindedir. Buna göre müfessirlerden şu açıklamalar nakledilmiştir: a) "Vahyettiğim şeylerin dışında, kullarımın maslahatlarından sana bir şey terettüp etmez." b) "Onları helak etme meselesinde sana terettüp eden herhangi bir şey yoktur. Çünkü Allahü Teâlâ onların maslahatlarının ne olduğunu daha iyi bilir ve çoğu kez onların tövbelerini kabul eder." c) "Allah'ın, onların tevbelerini kabul etmesi veya onlara azâb etmesinde sana herhangi bir şey terettüp etmez." Hazret-i Peygamberin Kâfirlere Lanet Etmeyişinin Hikmeti 2- Bundan murad, nehyin zıddı olan emirdir. Buna göre mana, "Benim emrime uygun olması durumu hariç, kullarımın işinden sana terettüp eden bir şey yoktur" şeklindedir. Bu Hak teâlâ'nın, "İyi biliniz ki bütün hüküm Allah'ındır" (Enam, 62)ve "Önünde de sonunda da emir Allah'ındır" (Rum, 4) âyetlerinde olduğu gibidir. Bu iki görüşe göre de âyetin maksadı, Cenâb-ı Hakk'ın izni ve emri olması durumu hariç, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i her türlü fiil ve sözden men etmektir. Bu da, kulluk derecelerinin en mükemmeline iletme ve irşâd etmedir. Sonra âlimler Hazret-i Peygamber'in lanet etmekten men edilmesinin hangi sebepten dolayı olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları, bunun sebebi, "Cenâb-ı Hakk'ın çoğu kez bazı kâfirlerin halinden onların tevbe edeceğini biliyor veyahut tevbe etmese bile, ne varki Cenâb-ı Hak, o kâfirden müslüman, itaatkâr ve müttakî bir çocuğun doğacağını biliyor. Allah'ın rahmetine lâyık olan böyle bir kimseye, tevbe etmesine veya böyle bir çocuğun ondan dünyaya gelmesine kadar, dünyada mühlet vererek, çeşitli belâları ondan savuşturmastdır. Hazret-i Peygamber bu kimselere helak olmaları için beddua ettiğinde eğer onun duası kabul olunursa, böyle bir gaye elden kaçırılmış olurdu. Eğer duası kabul olunmazsa, bu Hazret-i Peygamber'e önem vermemek gibi bir şey olurdu. İşte bu mânalardan dolayı Cenâb-ı Hak, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i lanet etmekten men etmiş ve ona, her şeyi Allah'ın ilmine havale etmesini emretmiştir" demişlerdir. Bazıları da bunun maksadının, kulluk acziyyetini ortaya koymak ve kulun, Allah'ın mülk ve metekûtu hakkındaki inceliklere ve sırlara dalmamasını tembihtir. Bana göre en güzel olan izah şekli budur ve rubûbiyyet, ubûdiyyet hakikatine delâlet eden usûl bilgisine en uygun olan da budur. Ferrâ, Zeccâc ve bunların dışında kalanlar, bu âyet hakkında şu iki hususu zikretmişlerdir: 1- Hak teâlâ'nın, "(Allah) ister onların tevbesini kabul eder" buyruğu, kendinden önceki ifâdelere atıftır. Kelamın takdiri ise, "Kâfirlerin ileri gelenlerini kessin, yahut onları tepesi aşağı getirsin, yahut onların tevbesini kabul buyursun veyahut da onlara azap etsin" şeklindedir. Buna göre Hak teâlâ'nın, "İşden hiçbir şey sana ait değildir" buyruğu, matuf ile matufun aleyh arasına girmiş olan başka tyr söz gibi olur. Bu senin, "Zeyd'i döğdüm -Bunu bil- ve Amr'ı da döğdüm" demen gibidir. Bu görüşe göre bu âyet, kendinden önceki ifâdelerle irtibatlıdır. 2- Buradaki edatı, veyahut da öl manasındadır. Bu senin demen gibidir ki bu, veya demektir. Bu ifâdenin manası ise, "Hakkımı verinceye kadar, sen hakkımı vermedikçe, peşinden ayrılmayacağım" demektir. Bu izaha göre bu âyetin manası şöyle olur: "Allah onların tevbelerini kabul edinceye ve sen de onların bu durumundan sevinç duyuncaya kadar; veyahut Allah onlara azap edip de sen de onlardan kurtuluncaya kadar sana onların durumundan bir şey terettüb etmez." Allah'ın Kulda Tevbeyi Yaratması Cenâb-ı Hakk'ın, "(Allah) ister onların tevbesini kabul eder" buyruğu bizim alimlerimize göre Cenâb-ı Hakk'ın insanlarda tevbeyi halketmesi diye tefsir edilmiştir ki, bu da O'nun, o insanlarda, yapmış oldukları şeye karşı pişmanlık hissini ve gelecekte de aynı şeyleri bir daha yapmama hususunda bir azim yaratmasından ibarettir. Âlimlerimiz sözlerine şöyle devam etmektedirler: "Bu mâna, aklî delillerle de te'kid edilmiştir. Çünkü pişmanlık, geçmişte, gelecekteki fiillerden bir fiili terketmeyle ilgili bir iradenin bulunmasından ibarettir. Kalpte irâdelerin ve isteksizliklerin bulunması, kulun fiiliyle olmaz. Çünkü kulun fiilinden önce irade vardır. Eğer irâde etmeler kulun fiili olsaydı, kul o irâdeleri yapma hususunda başka bir iradeye muhtaç olurdu; bu durumda da teselsül gerekirdi ki, bu da imkansızdır. Böylece biz kalpte istek ve isteksizliğin bulunmasının, doğrudan ancak Allah'ın yaratması ve var etmesiyle olduğunu anlamış oluruz. Tevbe, pişmanlık duyup aynı şeyi bir daha yapmamaya azmetmekten ibaret olup, bunlar da isteme ve istememe cinsinden bir şey olunca, tevbenin kulda ancak Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmiş olduğunu anlamış oluruz. Böylece bu aklî delil, Kur'ân'ın zahirinin, yani, "(Allah) ya onların tevbesini kabul eder" ifâdesinin delâletine uygun düşmüş olur. Mutezile ise Hak teâlâ'nın bu ifâdesini, O'nun lütuf fiilleri veya tevbeyi kabul etmesi şeklinde tefsir etmişlerdir. Hak teâlâ'nın, "Çünkü onlar zalimdirler" buyruğuna gelince, bu hususta birkaç mesele vardır: Eğer âyetten maksat, Hazret-i Peygamber'i kâfirlere beddua etmekten men etmek ise, bu söz doğrudur. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın kâfirleri zâlim diye adlandırmış olmasıdır. Çünkü şirk, zulümdür. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Muhakkak ki şirk, büyük bir zulümdür" (Lokman, 13) buyurmuştur. Yok eğer bu ifâdeden maksat, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, emrine muhalefet eden müslümanlara beddua etmekten men etmek ise, ifâde yine doğru olur. Çünkü Allah'a asi olan herkes kendisine zulmetmiş demektir. Bu âyette zikredilen azaptan muradın, öldürmek ve esir almak demek olan, dünya azabı olması muhtemel olduğu gibi, bundan muradın âhiret azabı olması da muhtemeldir. Her iki takdire göre de bunun ilmi, Allah'a havale edilmiştir. Hak teâlâ'nın, "Çünkü onlar zâlimdirler" ifâdesi müstakil bir cümledir. Ancak ne var ki, bunun burada zikredilmesinin maksadı, onlara azap etmenin yerimde olmasının sebebini açıklamaktır. Buna göre mâna, "Yahud da onları azâplandırır. Çünkü, eğer Allah onlara azâb ederse, onlara ancak zâlim oldukları için azâb etmiştir." |
﴾ 128 ﴿