182

"Gerçekten, "Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözünü, yemin olsun ki Allah isitmiştir. Söyledikleri (o sözü), peygamberleri haksız yere öldürmeleriyle birlikte yazacağız ve "Tadın, o yakıcı azabı" diyeceğiz. Bu, ellerinizin yapıp takdim ettiği şeyin karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah, kullarına karşı zulümkâr değildir".

Bil ki âyetin, önceki âyetlerle münasebeti hususunda şu iki izah yapılabilir:

a) Hak teâlâ, önceki âyetlerinde Allah yolunda canlarını ve mallarını harcamayı insanlara emredip bunu iyice belirtince, bundan sonra yahudilerin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetini ta'n etmelerindeki şüphelerini nakletmeye başlamıştır.

Birinci şüphe şudur: Allahü teâlâ, kendi yolunda malların harcanmasını emredince, kâfirler "Allah, istediği şeyi elde etmek için şayet infak etmemizi isterse, fakir ve âciz olmuş olur. Çünkü başkasından mal isteyen kimse fakirdir. Fakirlik Allah hakkında düşünülemeyeceğine göre, O'nun, kutlarından mal talep etmesi de düşünülemez. Bu da, Muhammed'in Allah'a böyle bir talep nisbet etme konusunda yalancı olduğunu gösterir" dediler.

b) Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın ümmeti, mal infak ederek Allah'a yaklaşmak istediklerinde gökten bir ateş inip o malı yakıyordu. Bundan dolayı Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de, onlardan Allah yolunda matlarını harcamalarını isteyince, "Sen peygamber olsan bu maksadla mal istemezsin. Çünkü Allahü teâlâ fakir değildir ki, dinini ıslah hususunda bize muhtaç olsun. Hatta sen peygamber olsan, bizim mallarımızı, gökten bir ateşin inip onu yakması için İstersin. Bunu böyle yapmadığına göre, senin peygamber olmadığını anladık" demişlerdi. İşte âyetin bir ilgisi de budur.

Âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki akıllı olan kimsenin, "Allah fakirdir, biz ise zenginiz" demesi çok uzak bir ihtimaldir. Aksine insan böyle bir sözü ancak ya istihza, ya da itzâm yoluyla söyler. Rivayetlerin pek çoğu bu sözün sadece yahudilerden çıktığını gösterir. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Benî Kaynuka yahudilerine, İslâm'a, namaza, zekata ve Allah için güzel bir borç vermeye davet eden bir mektup yazıp, bunu Hazret-i Ebu Bekir'le gönderince, Yahudi Fenhas, "Demek ki Allah fakir ki bizden borç para istiyor" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir ona bir tokat atarak, "Eğer aramızda bir anlaşma olmasaydı, boynunu uçururdum" dedi. Binâenaleyh Hazret-i Ebu Bekir onu, Hazret-i Peygambere şikayet edip, Fenhas da söylediği sözü inkâr edince, işte bu âyet Hazret-i Ebu Bekir'i doğrulamak için indi. Bazı âlimler de, "Allah, "Kimdir ki Allah'a güzel bir borç versin de, (Allah) onu kat kat, çok çok artırsın" (Bakara, 245) âyetini indirince, Yahudiler "Biz, Muhammed'in ilâhının bizden borç istediğini görüyoruz, demek ki biz zenginiz O fakir. Bir taraftan faizi (ribayı) bize yasaklarken, öbür taraftan bize faiz veriyor" dediler. Bu sözleriyle âyetini kasdediyorlardı.

Bil ki âyette bu sözü kimin söylediği açıkça belirtilmemiştir. Fakat âlimler, bu sözün yahudilere âit olduğunu söyleyip, bu hususta şu delilleri getirmişlerdir:

a) Hak teâlâ, onların, kendisinin cimri olduğunu kastederek, "Şüphesiz Allah'ın eli sıkıdır" (Maide. 64) dediklerini nakletmiştir. Bu cehalet, burada zikredilen cehalete uygundur.

b) Hadiste, Hazret-i Ebu Bekir hadisesinde de naklettiğimiz gibi, onların bu şekilde konuştukları vârid olmuştur.

c) Teşbih (Allah'ı varlıklara benzetmek), yahudilerin genel karakteridir. Teşbih inancına taraftar olanların, Allah'ın her şeye gücünün yeteceği esasını kabul etmeleri mümkün değildir. Bu kimseler böyle bir esası kabul etmeyince, Allah'ın fakir değil de zengin olduğunu açıklayamazlar.

d) Hazret-i Musa (aleyhisselâm), onlardan düşmanlara karşı cihad için kendisine uymalarını isteyince onlar "Sen Rabb'inle beraber git ve ikiniz beraber savaşın. Biz burada oturup bekliyoruz" (Mâıde, 24) dediler. Bunun üzerine Hazret-i Musa, onlardan nefisleriyle cihad etmelerini isteyince, "Tanrı herşeye kadir olduğuna göre, O'nun bizim cihadımıza ne ihtiyacı var?" dediler. Burada da böyle olmuştur. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), onlardan mallarını infak ederek cihad etmelerini isteyince, onlar, "Allah zengin olduğuna göre, O'nun bizim mallarımıza ne ihtiyacı var?" dediler. Böylece âlimlerin, her nekadar başka cahil kimselerin de bu sözü söylemeleri ihtimali varsa da, bu şüpheyi yahudilere isnâd etmeleri uygun olmuştur. Görünen odur ki, o yahudiler bu sözü. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetini tenkid maksadıyla söylemişlerdir. Yani, "Eğer Hazret-i Muhammed. Tanrının kullarından mal istediği hususunda doğru olsaydı, şüphesiz o Tanrı fakir olmuş olurdu. Bu imkansız olduğuna göre, Hazret-i Muhammed'in bu sözünde yalancı olduğu sabit olmuştur" demek istediler. Veyahut da o yahudiler bu sözü, istihza ve alay etme için söylemişlerdir. Aklı olan birisinin bu sözü, inanarak söylemesi gerçekten uzak bir ihtimaldir.

İkinci Mesele

Bu âyet, Cenâb-ı Hakk'ın, bütün sözleri duyduğunun delilidir. Bunun bir benzeri de, "Zevci hakkında seninle çekişen ve Allah'a şikayet etmekte olan kadının sözünü Allah elbette işitti" (Mücâdele, 1) âyetidir.

Üçüncü Mesele

Âyetin zahiri, bu sözü söyleyenlerin bir topluluk olduğunu gösterir. Çünkü, Allahü teâlâ âyette "... diyenlerin" buyurmuştur ki bunun zahiri, bu sözü bir topluluğun söylediğine delâlet eder. Fakat bu sözü, yahudi Fenhas'ın söylediğini ifâde eden rivayet ise, Fenhas'tan başkasının bu sözü söylemediğini gösterir. Kur'ân, bu sözü bir topluluğun söylediğini ifâde ettiğine göre, bunun bu şekilde olduğuna kesin hükmetmek gerekir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Söyledikleri (o sözü).... yazacağız" buyurmuştur. Bu tabirle ilgili olarak da birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Hamza bu fiili, meçhul olarak yâ ile "yazılacak" şeklinde ve sözünü de, bunun nâib-i faili olacak şekilde lâm'ın ref'i ile diye okumuştur. Diğer kıraat imamları ise fiili nün ile, bu kelimeyi de lâm'ın fethası ile okumuşlar ve bu yazma işini Allah'a vermişlerdir. Keşşaf sahibi, Hasan el-Basri ile A'reç'in bu fiili yâ ile ve "kati" kelimesini buna nâib-i fail yaparak ve şeklinde de okuduklarını söylemiştir.

"Söylediklerini Yazacağız" Tabirinin Açıklanması

"Yazılacaktır" manasındaki kıraata göre, bu ifâde bir va'id olup şu manalara gelir:

a) Bu sözün, onların aleyhine yazılmasından murad, bunu onlara isbat etmek, boşa çıkarmamak ve bir kenara atmamak demektir. Çünkü insanlar bir şeyi zaif olmayacak, unutulmayacak ve değişmeyecek bir biçimde tesbit etmek istediklerinde, onu yazarlar, Allahü teâlâ da, burada yazma işini "böyle bir hükmü onlara verme" manasında mecazi olarak kullanmıştır

b) "Biz, onların dediklerini, kıyamet günü amel defterlerinde bunu okusunlar diye, amellerinin yazıldığı kitaplara yazarız."

c) Bana göre burada şöyle bir diğer ihtimal daha vardır: "İnsanlar, kıyamet gününde, bu yahudilerin işi ne kadar yokuşa sürdüklerini, cahil olduklarını ve ellerinden geldiği kadar Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetini ta'n etme hususunda ne kadar çalışıp çabaladıklarım bilsinler diye, Kur'ân'da onların bu cehaletlerini yazacağız" demektir.

Yahudilerin Peygamberleri Öldürmeleri

Daha sonra Hak teâlâ, "Peyşamberleri naksız yere öldürmelerini" buyurmuştur. Bu, "Onların peygamberleri haksız yere öldürmelerini de yazacağız" takdirindedir. Bu ifâde hakkında da iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Onların peygamberleri öldürmelerinin, Allah'ı fakir olarak tavsif etmeleri ile birlikte zikredilmesinin faydası, onların cahilliklerinin sadece o vakte has olmadığını, aksine eskiden beri cehalet ve ahmaklıkta ısrarlı olduklarını ortaya koymaktır.

İkinci Mesele

Peygamberleri öldürme işinin bu yahudilere nisbet edilişinde şu iki vecih vardır:

1- "Biz onların söyledikleri sözü ve alalarının yaptıktan işi yazıyoruz. Böylece her iki grubu da lâyık oldukları şekilde cezalandıracağız." Bu, "Hanisiz birisini öldürmüştünüz..." (Bakara, 72)yani, "atalarınız onu öldürmüştü..."; "Hani sizi, Firavun hanedanından kurtarmıştık" (Bakara. 49) ve "Hani sizin için denizi yarmıştık..." (Bakara, 50) âyetlerinde olduğu gibidir. Bütün bu âyetlerde bahsedilenler onlar değil, onların atalarıdır. Buna göre âyet, "Hem onların, hem de atalarının fiil ve sözleri tesbit ediliyor" manasını ifâde etmektedir.

2- Bu, "Onların, kendi kendilerine (içlerinde) söyledikten sözleri, aleyhlerine yazacağız." Yine onların, atalarının peygamberleri öldürmelerine razı olup, bunu tasvip etmelerini de yazacağız" demektir. Şa'bî'den rivayet edildiğine göre bir adam, onun yanında Hazret-i Osman (radıyallahü anh)'dan bahsetmiş ve öldürülüşünün yerinde olduğunu söylemiş. Bunun üzerine Şâ'bi, "Sen de onun kanında ortak oldun" demiş, ve "De ki "Size benden evvel de nice peygamberler, apaçık deliller ve mu 'cizelerle beraber, o istediğiniz şeyi de elbette getirmişti. O halde onları niçin öldürdünüz" (Âl-i İmran. 183) âyetini okumuştur. Bu öldürme ile kendilerinin arasında yaklaşık yediyüz yıl olmasına rağmen âyet öldürmeyi onlara nisbet etmiştir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Tadın, o yakıcı azabı" diyeceğiz" demiştir. Bu tabirle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Hamza fiili meçhul olarak, (......) kelimesini merfû olarak, fiilini de yâ ile okumuştur. Diğer kıraat imamları ise bu iki fiili nûn harfi ile, ve (......) şeklinde okumuşlardır.

İkinci Mesele

Bu tabirden maksad, Allahü teâlâ'nın, bu sözü söyleyene, "Müslümanlara kederi tattırdığın gibi, sen de şu yakıcı cehennemin azabını tat" diyerek, ondan intikam alacağını belirtmektir. "Harik" muhrik (yakıcı) manasınadır. Bu "elim" kelimesinin, mü'lim (elem verici) manasına gelmesi gibidir.

Üçüncü Mesele

Bu sözün, ona ölürken, haşr esnasında veyahut de kitabı okunurken söylenmesi muhtemel olduğu gibi, aslında böyle bir söz söylenmediği halde, bunun ilâhî va'îdin söz konusu oluşundan bir kinaye olması da muhtemeldir.

Yahudilerin İddialarının Reddi

Birisi şöyle diyebilir: "Onlar şu soruyu sormuşlardı: Başkasından mal isteyen, fakir ve muhtaçtır. Buna göre şayet Allah, kullarından mal istiyor ise, o fakir demektir ki bu Allah için düşünülemez. Binâenaleyh Allah'ın kullarından mat istemediği söylenmelidir. Bu da, Muhammed'in nübüvvet iddiasında doğru olduğu inancını cerheder (yaralar)." İşte yahudilerin ileri sürdükleri şüphe budur. Bunun cevabı nerededir? Buna cevap vermeksizin, böyle bir şüpheyi ileri sürmeye dair bir ilâhî tehdid getirilmesi ne kadar yerindedir?

Biz deriz ki: Bu mesele, ehl-i sünnet âlimlerine göre ele alırsak şöyle deriz: Allah dilediğini yapar, istediğine hükmeder. Binâenaleyh kendisi zenginlerin en zengini olmasına rağmen, O'nun kullarına mal infak etmelerini emretmesi uzak bir ihtimal sayılmaz.

Meseleyi Mu'tezile'nin, "Allah, kullarının maslahatını gözetir" prensibine göre ele alırsak, bu mükellefiyetle kullara yönelik, şu gibi çeşitli faydaların bulunmuş olması da uzak bir ihtimal değildir.

a) Mal infâk etmek, mat sevgisinin kalbten silinmesine sebep olur ki bu, en büyük menfaatlerden biridir. Çünkü kul öldüğünde, geride mal bıraktığı için kalbinde mal sevgisi kalırsa, ruhunun bu ayrılıktan dolayı elem duymasına sebep olur.

b) Mal infakı sebebi ile ebedî ve kalıcı menfaatlar elde edilir.

c) Bu infak sayesinde kalp, masivallah (Allah dışındaki şeylerin) sevgisinden boşalmış olur. Kalpte, masivallah'ın sevgisi azaldığı oranda Allah sevgisi güçlenir ki işte bu, bütün mutlulukların başıdır. Bütün bu hususları Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de tekrar tekrar beyân buyurmuştur. Nitekim O, "Geriye kalacak iyi (amel ve hareketler) ise, Rabb'inin nezdinde sevabca daha hayırlıdır..." (Kehf, 46); "Halbuki âhiret daha hayırlı, daha süreklidir" (A'la. 17); "Allah'ın rızası fse daha büyüktür" (Tevbe, 72) ve, "Onlar işte yalnız bununla sevinsinler. Bu onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır" (Yunus, 58) buyurmuştur. Bütün bu vecihler, geniş ve güzelce zikredildikten sonra, böyle şüpheler ileri sürmek, sırf işi yokuşa sürme ve hakkı kabul etmemedir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu şüpheyi zikredince, peşisıra tehdidini getirmekte yetinmiştir.

Daha sonra Allahü Teâlâ, 'Bu, ellerinizin yapıp takdim ettiği şeyin karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah, kullarına karşı zulümkâr değildir" buyurmuştur. Bu ifâde ile ilgili olarak da birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Allahü teâlâ, o şiddetli va'îdi (tehdidi) zikredince, "Bu, ellerinizin yapıp takdim ettiği şeyin karşılığıdır" diyerek onun sebebini de zikretmiştir. Bu, "O yakıcı azab, sizin yaptıklarınızın cezasıdır. Çünkü siz Allah'ı fakirlikle nitelendirip, peygamberleri öldürme cüretkârlığını gösterdiniz. Binâenaleyh bu ceza bir zulüm değil, sırf adalettir" demektir.

İkinci Mesele

Cübbâ'î şöyle demiştir: "Âyet, onlara ceza vermenin, bu günahların onlardan sâdır olmaması halinde bir zulüm olacağına delâlet eder. Âyet Cebriye'nin, "Allah, çocuklara ve mükelleflere suçsuz yere ve günahsız oldukları halde azab edebilir" şeklindeki görüşlerinin bâtıl olduğuna da delâlet eder. Yine bu âyet, kulun, kendi fiilinin yaratıcısı olduğunu da gösterir. Aksi halde zulüm söz konusu olur." Cübbâi'nin bu görüşlerine, "Sizin bu söyledikleriniz, defalarca ve zaman zaman izah ettiğimiz gibi, "dâive ilim" meselesiyle çelişki teşkil eder" diye cevap veririz.

Üçüncü Mesele

Birisi, "Rabb'in, kullarına zulümkâr (çok zulmeden) değildir" (Fussilet. 46) âyeti, Cenâb-ı Hakk'ın, (çok zâlim) olmadığını gösterir. Bir sıfatın olmadığını söylemek, o sıfatın aslının bulunduğu vehmini verir. Bu da zulmün aslının (Allah'ta) bulunduğu manasına gelir" diyebilir. Kâdî buna şu şekilde cevap vermiştir: Cenâb-ı Hakk'ın kullarına yapacağı tehdidinde bulunduğu o azap, eğer bir zulüm olursa, bu zaten büyük olur. Böylece Cenâb-ı Hak, var olması halinde o zulmü, olabilecek büyüklüğü ile nefyetmiştir. Bu da, onların günahsız olmaları halinde onlara ceza vermenin zulüm olacağı şeklindeki görüşümüzü te'kid eder.

Dördüncü Mesele

Bil ki bu âyetteki "ellerinizin" kelimesi mecazi manada getirilmiştir. Çünkü aslında fail olan, eller değil, insandır.

Fakat el, iş yapmanın âleti olduğu için, fiilleri mecazi olarak ele isnad etmek yerinde ve güzeldir. Sonra Allahü teâlâ, âyette bu kelimeyi, "Ellerinizin yapıp takdim ettiği şey..." diye cemî olarak getirmiştir. Bir başka âyette de, tesniye olarak, "Bu, iki elinin yapıp takdim ettiği şey sebebiyledir" (Hacc. 10) şeklinde getirmiştir ki bütün bunlar dilde meşhur olan ve güzel karşılanan kullanışlardır.

Ateşin Yiyip Yakacağı Kurban

182 ﴿