200"Gerçekten ehl-i kitap içinde Allah'a, size indirilen (kitaba) ve kendilerine indirilmiş olan kitaba, Allah'a büyük saygı gösteren (kimse)ler olarak inananlar var Onlar Allah'ın âyetlerini az bir pahaya satmazlar. İşte onlar için, Rablert katında ecirleri var. Muhakkak ki Allah hesabını pek çabuk görendir. Ey imân edenler, sabredin, sabır yarışı yapın, nöbet beklesin ve Allah 'tan tttika edin (korkun). Umulur ki felah bulursunuz". Bil ki Allahü teâlâ, daha önce kâfirlerin halinin, sonunda cehenneme varmak olduğunu belirtmesinin yanısıra, mü'minterin hâlini de bildirince bu âyette, ehl-i kitap'tan, muttakiler sınıfına girenlerin bulunduğunu beyân buyurarak, "Gerçekten etıl-i kitap içinde... inananlar var" buyurmuştur. Âlimler bu âyetin sebeb-i nüzulü hakkında ihtilaf etmişlerdir. Meselâ İbn Abbas, Câbir ve Katâde "Bu âyet Habeş Necâşî'sı hakkında nazil olmuştur. O ölüp, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (gıyabında) canâze namazını kıldığı zaman, münafıklar: "Muhammed, hiç görmediği bir hristiyan için cenaze namazı kılıyor" demişlerdi. İbn Cüreyc ve İbn Zeyd ise, bu âyetin Abdullah İbn Selâm (radıyallahü anh) ve arkadaşları hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Âyetin, Necranlılardan kırk, Habeşlilerden otuziki ve Rumlardan (Bizanslılardan) hrıstiyanken müslüman olan sekiz kişi hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Mücâhid bu âyet-i kerîmenin bütün ehl-i kitap hakkında nazil olduğunu söylemiştir ki en uygun görüş budur. Zira Cenâb-ı Hak, kâfirlerin varacakları yerlerinin cehennem olduğunu bildirince, ehl-i kitaptan imân edenlerin varacakları yerlerinin cennet olduğunu beyân buyurmuştur. Bil ki Allahü teâlâ, ehl-i kitaptan imân edenleri bazı sıfatlarla tavsif etmiştir: Birincisi, Allah'a iman; İkincisi, Cenâb-ı Allah'ın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirdiği (kitaba) iman; Üçüncüsü, Allahü teâlâ'nın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den önceki peygamberlere indirdiği kitaplara imân; Dördüncüsü, Allah'a büyük saygı göstermeleri -ki bunu ifade eden lâfzı, fiilinin failinden haldir. Çünkü bu fiil, cemî makamındadır. Beşincisi, Hazret-i Peygamberin peygamber oluşunu ve peygamberliğinin doğruluğunu gizleyen ehl-i kitabın yaptığı gibi, Allah'ın âyetlerini az bir pahaya satmamalarıdır. Daha sonra Cenâb-ı Hak onları, İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Muhakkak ki Allah, hesabını pek çabuk görendir" diye anlatmıştır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Seri'ul-hisab" oluşu, O'nun herşeyi bilmesi ve böylece herkes için sevap ve cezanın ne kadar olduğunu bilmesi manasınadır. Cenâb-ı Hak, "Ey imân edenler sabredin, sabır yarısı yapın, nöbet beklesin ve Allah'tan İttikâ edin. Umulur ki felah bulursunuz" buyurmuştur. Bil ki Allahü teâlâ, bu surede, gerek usûl (inanç), gerekse fürû (ahkam)a dâir pek çok hakikatten bahsedince, ki usûl, tevhid, adalet, nübüvvet ve âhiret meselelerinin izahı ile ilgili olan konular; fürü da hacc, cihâd ve benzeri mükellefiyet ve ahkâmla ilgili şeylerdir-, bütün âdabı içine alan bu âyetle bitirmiştir. Bu böyledir, çünkü insanın iki hali vardır: a) Sırf kendini ilgilendiren; b) Kendisi ile başkaları arasında müşterek olan şeyler. Birincisinde sabrın bulunması, ikincisinde de müsabere (karşılıklı sabır ve tahammül gösterme)'nin bulunması gerekir. Sabrın birkaç çeşidi vardır: 1- Tevhid, adalet, nübüvvet ve âhiretle ilgili bilgileri elde etmek için, istidlal ve tefekkür meşakkati ile muhaliflerin şüphelerine cevap vermek için istinbatta bulunma meşakkatine sabretmek. 2- Farz ve nafile ibadetleri edâ etmenin sıkıntı ve zorluklarına sabretmek. 3- Yasaklardan (haramlardan) kaçınmanın sıkıntılarına sabretmek. 4- Hastalık, fakirlik, kıtlık ve korku gibi, dünyevî musîbet ve âfetlere karşı sabretmek.. Âyetteki, "sabredin" emrinin muhtevasına işte bütün bu kısımlar girer. Bu ilk üç kısmın da muhtevasına sayısız çeşitler girer. "Müsabere" ise, kişinin kendisi ile başkası arasında müşterek olan sıkıntılara katlanmaktan ibarettir. Bunun içine aile, komşular ve akrabalardan kötü ahlaklı olanlara tahammül etme ile, sana kötülük yapanlardan intikam almaya yeltenmeme hususu girer. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Cahillerden yüz çevir" (A'raf, 199) ve "Onlar boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit, şerefli olarak (yüz çevirip) geçerler" (Furkan, 72) buyurmuştur. Yine "Müsâbere"nin içine, insanın başkasını kendi nefsine tercih etmesi de girer. Nitekim Cenâb-ı Hak, "(Onlar) kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile, o (din kardeşlerini) öz canlarından daha üstün tutarlar" (Haşr, 9) buyurmuştur. Yine ona, sana zulmedip haksızlık edenleri affetmen de girer. Nitekim Hak teâlâ, Atfetmeniz, takvaya daha yakın (ve uygun)dur" (Bakara. 237) buyurmuştur. Yine ona, mârufu (iyi şeyi) emir ve tavsiye edip, münkeri (kötülüğü) nehyetmek de girer. Çünkü emr-i ma'ruf ve nehy-i münker yapana çoğu kez, zararlar gelir. Yine buna, cihad da dahildir. Çünkü cihad, canı tehlikeye atmaktır. Yine bu müsâbereye, bâtıl ehline karşı sabredip, onların şüphelerini giderme ve cevap vermeye gayret etmek ve bu bâtıl şeyleri onların kalplerinden silme çabası da girer. Binâenaleyh Hak teâlâ'nın, "Sabredin" emrinin, insanın sırf kendisini ilgilendiren hususlara sabrı; Sabır yarısı yapın" buyruğunun ise, insan ile diğer insanlar arasındaki müşterek her şeye sabrı içine aldığı sabit olur. Bil ki insan, her nekadar sabr ve müsâbere ile mükellef tutulmuş olsa da, insanı bunların zıddını yapmaya sevkedecek olan kötü huylar da vardır. Bunlar şehvet, gazab ve ihtirasdır. İnsan, ömrü boyu bunlarla mücâdele edip, bunları zapt-ı rapt altına almakla meşgul olmadığı sürece, sabretmesi ve müsâberede bulunması mümkün olmaz. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "nöbet beklesin" buyurmuştur. Bu gayret, fiillerden bir fiil olup, insanın her fiilinin de mutlaka bir sebebi ve maksadı olduğu için, insanın bu gayretinde de bir maksadının ve sebebinin olması gerekir ki, bu felahı ve kurtuluşu elde etmek için, Allah'tan ittikâ etmek (korkmaktır.) Bu sebeple Cenâb-ı Hak, "ve Allah'tan ittikâ edin, umulur ki felah bulursunuz" buyurmuştur. Bu hususta sözün özü şudur: Fiillerin kaynağı kuvvelerdir Cenâb-ı Hak, bundan dolayı sabrı ve müsâbereyi (sabır yarısını) emretmiştir ki bu güzel fiilleri yapıp, kötü fiilleri işlemekten kaçınmadan ibarettir. Fiiller, kuvvelerden sâdır olduğu için, Cenâb-ı Hak bundan sonra, kötü fiillerin kaynağt o kuvveler-e savaşmayı emretmiştir ki nöbet bekleşmekten (murabata)dan murad budur. Date sonra Cenâb-ı Hak bu kuvveleri, kabîh ve kötü şeyleri yapmaktan alıkoyan şeyi de zikretmiştir ki bu Allah'tan ittikâ etmek (korkmak)tır. Sonra da, Allah'tan ittikâ etme. diğer kuvvet ve ahlâklara tercih edilmesini gerektiren şeyi zikretmiştir ki bu da felâh (kurtuluş)tur. Böylece sûrenin sonundaki bu âyetin, ruhanî birtakım sırların ve hükümlerin hazinelerini içine aldığı; kısa olmasına rağmen, surede daha önce zikredilen usûl ve fürû ilimlerinin âdeta bir tamamlayıcısı olduğu ortaya çıkmaktadr Benim söyleyebileceklerim bundan ibarettir. Şimdi, müfessirlerin söylediklerini zikredelim: Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Dininizden ötürü sabredin. Fakirlik ve açlık sebebi ile onu bırakmayın. Düşmanlarınıza karşı sabır göstermede yarışın ve Uhud'da meydana gelen bozgundan ötürü yılgınlık göstermeyin." Ferra, "Peygamberinizle birlikte sabredin Düşmanlarınıza karşı sabır yarışında bulunun. Sizden daha sabırlı kimselerin bulunması uygun düşmez" demiştir Esam ise, "Bu sûrede Allah'ın mükellefiyetle çok olduğu için, Allahü teâlâ onlara, bu mükellefiyetlere karşı sabırlı olmalanr emretmiştir. Yine bu sûrede cihada çokça teşvik ettiği için de, düşmanlarına karş sabırla dayanıp diretmeyi emretmiştir" demiştir. Hak teâlâ'nın "nöbet beklesin" emri ile ilgili iki görüş vardır: 1- Bu, o kimselerin atlarını hudutlardaki nöbet yerlerine, karakollara bağlamalarından ibarettir. Onlar atlarını, hasım tarafların her biri, diğeriyle savaşa hazır olacak bir şekilde atlarını bağlarlar ve beklerler. Nitekim Cenâb-ı Hak, "ve (cihad için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla, Allah'ın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı korkutasınız" (Enfâl. 60) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den: "Allah yolunda kim bir gün bir gece hudut nöbeti tutarsa, bir ay ihtiyacı dışında devamlı namaz kılan ve bozmadan oruç tutan kimsenin (İbâdeti) gibi ibâdet etmiş olur" Nesâi, Cihâd. 39 (6/39); Tirmizi. Fezâilü'l-Cihad, 26 (4/188): İbn Mâce. Cihâd, 7(2/924); Müsned, 5/440. dediği rivayet edilmiştir. 2- Murâbata, bir namazdan sonra diğer namazı beklemek manasına gelir. Bunun böyle olduğuna şu iki husus da delâlet etmektedir: a) Ebu Seleme İbn Abdurrahman'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, murâbata yapılan (hudut nöbeti beklenen ve kendisi için hususî atlar hazırlanan) bir savaş yoktu. Binâenaleyh bu âyet ancak, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı bekleme hakkında nazil olmuştur." b) Ebu Hureyre (radıyallahü anh)'nin, namazdan sonra diğer namazı beklemeden bahsedip, sonra üç kere, "Dikkat edin, ribât işte budur!" dediği rivayet edilmiştir. Bil ki bu lâfzı, zikredilen bu manaların hepsine birden hamletmek mümkündür. "Ribât"ın kökü bağlamak manasına olan "rabt" etmektendir. Nitekim bir şeye sabreden kimseye, "Kalbini ona bağladı" denilir. Başkaları, bu kelimenin "devam ve sebat etme" demek olduğunu söylemişlerdir ki bu mana, bizim söylediğimiz sabretme ve kalbi bir şeye bağlama manası ile alakalıdır. Sonra bu sebat ve devam, cihâd için olabileceği gibi, namaz için de olabilir. Allah en iyi bilendir. [Allah kendisinden razı olsun, İmâm Fahruddin Râzî şöyle demiştir:] "Bu sûrenin tefsiri, Allah'ın fazlı ve ihsanı ile Hicrî 595 senesi Rebîu'l-âhir ayının ilk perşembesinde tamamlandı." |
﴾ 200 ﴿