3"Eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız...". Şunu bil ki bu, Cenâb-ı Hakk'ın bu sûrenin başında zikretmiş olduğu hükümlerin ikinci nev'idir: Bu da, nikâhlar hakkındaki hükümdür. Bu âyette birkaç mesele bulunmaktadır: Vahidî (r.h) şöyle demiştir: (......) kelimesi, adaleti yerine getirmek manasındadır. Bir kimse âdil olduğu zaman, denilir. Cenâb-ı Hak da şöyle buyurmuştur: olun, Allah âdil olanları sever" (Hucurât, 9). Aynı kökten gelen (......) kelimesi ise, âdil ve insaflı olmak demektir. Bununla ilgili olarak da Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olunuz.." (nisa, 135). Zeccâc şunu söylemiştir: "Gerek (......) kelimesinin, gerekse (......) kelimesinin aslı, pay ve nasîb anlamına gelen (......) kelimesinden gelmektedir. Araplar, "zulmetti ve haksızlık yaptı" anlamında dedikleri zaman, bununla şunu demek isterler: "Arkadaşına düşen pay ve nasîb hususunda, ona zulmetti." Görmez misin ki Araplar, payına ve hissesine mukabil onu yendim, alt ettim anlamında olmak üzere demektedirler. İşte böylece (......) kelimesi, "zulmetti, haksızlık yaptı, yendi galip geldi" gibi manalarda kullanılmaya başlamıştır. Yine Araplar dedikleri zaman, onların bundan muradı, o kimsenin adalet ve hakkaniyet sahibi olduğudur. Böylece (......) kelimesi bir kimse, sözünde, fiilinde ve yemininde insaflı davranıp hakkını verdi, âdil oldu anlamlarında kullanılan fiili gibi kullanılmaya başlanmıştır. Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "Adâlet gerine getirememekten korkarsanız.." buyruğu bir şart; "Sizin için helâl olan kadınlardan., nikâh edin" sözü de şartın cezası ve karşılığıdır. Bu ceza ve karşılığın bu şarta nasıl taalluk ettiğinin mutlaka açıklanması gerekmektedir. Müfessirlerin bu konuda birkaç izah şekli bulunmaktadır: a) Urve'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Aişe (radıyallahü anhnha)'ye, "Eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız.." âyetinin manası nedir? diye sorunca, o şöyle dedi: "Yeğenim! bu yetim kızdır.. O, velîsinin evinde bulunur, velisi onun malına ve güzelliğine kapılır. Ancak ne var ki, en düşük bir mehirle onu kendine nikahlamak ister. Sonra onu kendine nikahlayınca, onu kendisine karşı müdafaa edecek ve kötülüğünü ondan savuşturacak bir kimsenin bulunmadığını bildiği için, ona adî bir şekilde davranır. İşte bunun için Cenâb-ı Hak, "Eğer, nikahladığınız zaman yetimlere zulmetmekten korkarsanız, onların dışında size helâl olan kadınlardan nikahlayınız" buyurmuştur. Hazret-i Aişe sözüne devamla şöyle demiştir: Sonra insanlar, bu âyetin peşinden, yetimler hakkında Hazret-i Peygamber'den fetva istediler. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hak, "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlara dair fetvayı Allah veriyor: Kitapta yetim kadınlar hakkında size okunan..." (Nisa, 127) âyetini inzal buyurmuştur. Buradaki, "kitapta, yetim kadınlar hakkında size okunan..." ifâdesinden murad, bu âyetteki "Eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremiyeceğinizden korkarsanız" (Al-i imran, 3) ifadesidir." b) Yetimler hakkında olan ve onların malını yemenin büyük günah olduğunu ifâde eden önceki âyet nâzit olunca, yetimlerin velileri, yetimlerin haklarında adaleti terk-etmeleri sebebiyle kendilerine bir günahın isabet etmesinden korktular, bu sebeple de onları velayetlerine almaktan kaçındılar. Bazan onlardan bir kimsenin nikâhı altında on veya daha fazla kadın bulunuyor, onlarsa onların haklarını yerine getiremiyor, aralarında adaleti yerine getiremiyorlardı. Bundan dolayı onlara, "Eğer yetimlerin haklarında adaleti yerine getirememekten korkup, onlara velî olmaktan çekmiyorsanız, aynı şekilde bütün kadınlara da âdil davranmamaktan korkun ve hanımların sayısını azaltın. Çünkü, onun bir benzerini işlerken, bir günahtan sakınan veya ondan tevbe eden kimse, hiç sakınmamış gibidir" denilmiştir. c) Onlar, yetimleri velayetlerine almaktan sakınıyorlardı. İşte bundan dolayı onlara şöyle denilmiştir: "Yetimler hakkında korkuyorsanız, zinadan da sakının. Öyleyse, kadınlardan size helâl olanları nikahlayın ve haram olan kadınların etrafında dolaşmayın." d) İkrime'den rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: Bir adamın yanında hem hanımları, hem de yetimler bulunurdu. Kendi malını hanımlarına harcayıp, hiç malı kalmayarak muhtaç duruma düşünce, bu sefer hanımlarına yetimlerin mallarını harcamaya başlar. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Zevceler çok olduğu zaman, eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremiyeceğinizden korkarsınız, biliniz ki bu korkunun yok olması için, dörtten fazla kadın nikahlamanız size haram kılınmıştır. Dört kadının hukukuna riâyet edememekten de korkarsanız, o zaman bir kadın katidir" buyurmuştur. Allahü Teâlâ burada fazla tarafı, yani dördü; eksik tarafı, yani biri zikretmiştir. Böylece de, bu iki sayı arasındaki sayılara dikkati çekmiş ve adeta, "Eğer dörtten korkarsanız üç; üçten korkarsanız iki; ikiden korkarsanız bir hanım size yeter" demiştir. Bu, en uygun görüştür. Buna göre Allahü teâlâ, çok kadınla evlenmesi halinde daha fazla harcamada bulunmak zorunda kalacağından, bu sebeple de yetimin malına el uzatması muhtemel olacağından, veliyi çok kadınla evlenmekten sakındırmıştır. "Sizin için helâl olan (diğer) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (tane ile) yahut mâlik olduğunuz câriye (ile yetinin). Bu, sizin için eğrilip sapmamanıza daha yakındır" (Nisa, 3). Bu âyetle ilgili birçok mesele vardır: Evlenmenin Hükmü: Farz Veya Mendub Olup Olmadığı Ashâb-ı Zahir (âyet-i kerimenin zahirine tutunanlar), nikâhın vacip olduğunu söylemişler ve bu âyete tutunmuşlardır. Onlara göre bu böyledir, çünkü "nikâh edin" sözü bir emirdir. Emrin zahiri ise vücûb ifâde eder. İmam-ı Şafiî ise, nikâhın vacip olmadığının beyân edilmesi hususunda Cenâb-ı Hakk'ın, "Sizden kim hür ve müslüman kadınları nikâhla alacak bir bolluğa güç yetiremezse, o halde sağ ellerinizin mâlik olduğu mü'min cariyelerinizden (alsın). Allah sizin imanınızı çok iyi bilendir. Birbirinizden meydana gelmişsinizdir. O halde, fuhuşta bulunmayan, gizli dostlar da edinmeyen namuslu kadınlar olmak üzere, onları sahiplerinin izniyle, kendinize nikahlayın. Mehirlerini de, güzellikle onlara verin. Onlar evlendikten sonra bir fuhuş irtikâb etti mi, o zaman onlara hür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı (verilir). Bu, içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır" (Nisâ..25) âyetine tutunmuştur. Böylece Cenâb-ı Hak, bu durumda evlenmeyi terketmenin, onu yapmaktan daha hayırlı olduğuna hükmetmiştir. Bu, nikâhın vacip ve farz olması bir tarafa, mendûb bile olmadığına delâlet eder. Allahü teâlâ, "Size helâl olan şey..." buyurmuş, "Size helâl olan kimse..." buyurmamıştır. Bunun birçok sebebi vardır: a) Allahü teâlâ, bununla cinsi kastetmiştir. Meselâ sen, "Yanında ne var?" dediğin zaman, muhatabın "Bir adam veya bir kadın" der. Bu sorunun manası, "Yanında olan şey, yanında bulunan hakikat nedir?" demektir. b) kelimesiyle onun sılası, masdar takdirinde olup, buna göre ifâdenin takdiri, "Kadınlardan helâl olanları nikahlayın" şeklindedir. c) ve kelimeleri, çoğu kez birbirlerinin yerine kullanılırlar. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Semâya ve onu bina edene yemin olsun" (şems, 5) ve "Ve siz de, benim taptığıma tapıcılar değilsiniz" (Kafirun, 5) buyurmuştur. Ebu Amr İbnu'l-Ala şunu söylemiştir: "Gök gürültüsünün kendisini tesbih ettiği o varlığı (Allah'ı) tenzih ederim.." Cenâb-ı Allah da. "Onlardan, karnı üzere yürüyen vardır" (Nûr, 45) buyurmuştur. d) Allahü teâlâ, kadınları gayr-i âkiller mertebesine indirmek için (......) zikretmiştir Cenâb-ı Hakk'ın, "Ancak ne var ki zevcelerine yahut sağ ellerinin sahip olduğu (cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesna... (Mümınun, 6) âyeti de bu kabildendir. Vahidî ve Keşşaf sahibi şöyle demişlerdir: "Âyetteki "Sizin için hoş olanlar.." ifâdesinin manası "Size helâl olan kadınlardan" şeklindedir. Çünkü kadınlardan, nikahı haram olanlar vardır. Onlar da, "Size anneleriniz, kızlarınız.... haram kılındı" (Nisa, 23) âyetinde zikredilen kadınlardır. Bence bu görüşü bir tetkik edip düşünmek lâzım. Çünkü biz, âyetteki "Nikâh edin" ifâdesinin, mübahhk ifâde eden bir emir olduğunu açıklamıştık. Binaenaleyh, eğer ifâdesinden murad. "Sizin için helâl olan kadınlar" manası olsaydı, âyet "Nikâhı size mubah olanlar nikâh etmenizi size mubah kıldım" cümlesi yerinde olurdu. Bu ise, âyeti bir mana ifâde etmekten çıkarır. Aynı şekilde, onların söylediği manaya hamletmemiz durumunda âyet mücmel olur. Çünkü, âyette helâllik ve mübahlığın sebepler zikredilmeyince âyet mücmel olmuş olur. Ama biz âyetteki (......) ifâdesini, nefsir hoşlandığı ve kalbin meylettiği kadınlar manasına alırsak, bu durumda âyet umum' olup, tahsis edilebilir. Usûlü fıkıhta sabit olan bir kaideye göre, icmal ile tahsis durumu arasında bir tearuz meydana gelirse, mücmelliği kaldırmak evlâdır. Çünkü tahsis edilmiş olan âmm ifâde, tahsis edildiği yerin dışında da hüccettir. Mücmel ifâde ise kesinlikle hüccet olamaz. Sayı Sıfatlarının Gayr-ı Munsarif Olması Dördüncü kaide: "İkişer, üçer, dörder" ifâdesine gelince, bunun manası, "iki iki, üç üç, dört dört" demektir. Bu kelimeler gayr-i munsariftirler Bunların gayr-i munsarif olmalarının izahı ise iki şekildedir: a) Bunlarda iki husus bir araya gelmiştir ki bunlar da "idi" ile "vasf'tır. İdi (muadil olma), senin bir kelimeyi zikredip onunla başka bir kelimeyi murad etmendir. Nitekim sen, dersin, bununla ve kastedersin. Burada da böyledir; sen de (ikişer) sözünle "iki iki" mânasını kastedersin; böylece de (......) kelimesi, ma'dûl bir kelime olmuş olur. Bu kelimenin sıfat olmasına gelince; bunun delili, Cenâb-ı Hakk'ın, "ikişer, üçer, dörder kanatlı.. ."(Fatır. 1) âyetidir. Bu âyette geçen (......) kelimesinin bir vasıf olduğunda şüphe yoktur. b) Bu kelimelerde iki udûl söz konusudur. Çünkü, yukarda beyan ettiğimiz gibi bunlar asıllarından değiştirilmiş (ma'dûl)tir; aynı zamanda da tekrardan udûl edilmiş, tekrar yapılmamıştır. Çünkü sen meselâ (......) kelimesiyle, sadece "iki" veya "iki iki" manasını kastedersin. Sen, "Bana iki veya üç kişi geldi" dediğin zaman, bundan maksadın, sadece bu sayıdaki kimsenin geldiğini söylemektir. Ama, "Bana topluluk ikişer ikişer geldi" dediğin zaman, onların geliş şekillerinin iki iki olduğunu ifâde etmiş olursun. Binaenaleyh, bu lâfızlarda, iki çeşit sayının meydana geldiği sabit olmaktadır. Öyleyse bu lâfızların gayr-i munsarıf olmaları gerekir. Çünkü bir isimde, iki sebep beraber bulunduğunda, bu durum o ismin gayr-i munsarif olmasını gerektirir. Zira bu kelime, bu sebeple her iki tarafın da yerine geçer, böylece de fiile benzediği için gayr-i munsarif olur. Aynı şekilde onda iki yönden bir udûl meydana gelirse, yine gayr-i munsarif olması gerekir. Allah en iyi bilendir. Muhakkik âlimler, "Hoşunuza giden kadınlar'ı size helâl olan kadınları nikahlayın" ifâdesinin kölelere şâmil olmadığını söylemişlerdir. Çünkü, buradaki hitap ancak bir kadın hoşuna gittiği zaman, onu nikâhlayabilen bir insanadır. Köle ise böyle değildir, çünkü o, efendisinin izni olmadan evlenemez. Buna Kur'ân-ı Kerim ve hadisler delâlet etmektedir. Kur'ân'dan delil Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah şöyle bir mesel îrad etti: "Hiçbir şeye gücü yetmeyen memlûk bir kul..." (Nahl, 75) âyetidir. Bu âyetteki "Hiçbir şeye gücü yetmeyen" ifâdesi kölenin evlenme hususunda bağımsız olmasını nefyeder. Hadisten delile gelince, bu Hazret-i Peygamber'in şu sözüdür: "Hangi köle, efendisinin izni olmaksızın evlenirse, o zina etmiş olur." Darimî, Nikah, 40 (2/152). Binâenaleyh zikrettiğimiz bu delillerle, bu âyetteki hitaba kölelerin dahil olmadığı sabit olmaktadır. Bu mukaddimeyi anladığın zaman biz deriz ki: Fakîhlerin çoğu, dört kadınla evlenmenin, köleler için değil, hür erkekler için meşru olduğu görüşüne varmışlardır. İmam Mâlik âyetin zahirî manasına tutunarak, "köle için de, dört kadınla evlenmesi helâldir" demiştir. Bu görüşe karşı, itimada şayan cevap şudur: İmam Şafiî, zikrettiğimiz hususun dışında diğer iki yönden daha, bu âyetin hür erkeklerle ilgili olduğuna delil getirmiştir: 1- Allahü teâlâ bu ifâdeden sonra, "Şayet adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz, o zaman bir (tane ile), yahut mâlik olduğunuz (cariyeler) ile yetinin" buyurmuştur ki, bu ancak hür erkekler için söz konusudur. 2- Allahü teâlâ, "Eğer (kadın mihrinden) birazını gönül hoşluğu ile size bağışlamış olursa, onu da afiyetle yiyin" (nisa, 4) buyurmuştur. Halbuki köle, hanımının mihrinden gönül hoşluğu ile bağışladığı şeyi yiyemez, çünkü o bağışlanan, efendisine âit olur. İmam Malik, "İki müstakil umûmi ifâde (peşpeşe) geldiğinde ve bunlardan ikincisine bir kayıt-şart dahil olduğunda bu, şartın önceki umûmî ifâdeye de dâhil olmasını gerektirmez" demiştir. İmam Şafii buna, "Bu âyetlerdeki hitaplar, bir sıra üzere gelmiştir. Binaenaleyh bazılarının hür erkeklere hâs olduğu anlaşılınca, hepsinin hür erkeklere âit olduğu da anlaşılmış olur" diyerek cevap vermiştir. Bazı fakihler, âyetin zahirî manasının köleleri de içine aldığını söylemişler, fakat bu umumî manayı kıyas ile (hür erkeklere) tahsis etmişler ve şöyle demişlerdir: "Köle oluşun, talak ve iddet bekleme meselelerinde olduğu gibi, nikahın haklarını eksik yapmada da bir tesiri bulunduğunda ittifak ettik. Evlenilecek kadınların sayısı meselesi de, nikah hukukundan olduğuna göre, köle için, hür erkeklere meşru olan sayının yarısının söz konusu olması gerekir." Birinci cevap daha uygun ve daha güçlü... Allah en iyisini bitir. Sayısı Mahdut Olmayacak Miktarda Kadınla Evlenmeyi Mubah iddia Edenler Başıboş bir güruh, istenildiği kadar sayıda kadınla evlenmenin caiz olduğu görüşüne varmışlar ve Kur'ân ile Hadis'ten buna delil getirmişlerdir. Onlar, Kur'ân'dan delil olarak, şu üç bakımdan bu âyete tutunmuşlardır: 1- "Sizin için helâl olan kadınlardan... nikah edin" emri mutlak olarak bütün sayıları içine alır. Çünkü içinden istisna yapılamayacak hiçbir sayı yoktur. İstisnanın hükmü ise, eğer istisna olmamış olsaydı ifâdenin hükmüne dahil olacak olanı hükmün dışında bırakmaktır. 2- Âyetteki "ikişer, üçer, dörder olmak üzere" ifâdesi, bu umumî manayı tahsîs edip (sınırlandıramaz). Çünkü bazı sayıları bilhassa zikretmek, o hükmün diğer sayılarda da bulunmasını nefyetmez. Aksine biz şöyle deriz: Bu sayıların zikredilmesi, günah ve yasağın mutlak olarak kaldırıldığına delâlet eder. Meselâ insan, çocuğuna "Dilediğini yap, ister çarşıya, ister şehre, ister bahçeye git" dediğinde, bu, serbestliği tamamen o çocuğun kendisine verdiğinin ve ondan mes'uliyet ile yasağı tamamen kaldırdığının mutlak ifâdesi olur, yoksa bu, sadece saydığı o yerler için izin verdiği manasına gelmez. Aksine saydığı ve saymadığı herşeye bir izin manasına gelir. Bu âyette de böyledir. Bir de, bütün sayıları saymak güçtür. Bundan dolayı, Sizin için helâl olan kadınlardan nikah edin" sözünden sonra, Allahü teâlâ sadece bazı sayıları zikredince, bu bütün sayılar için iznin bulunduğuna bir işaret olmuştur. 3- Atıf vâvı, mutlak cem' (toplama, bir arada bulunma) manasım ifâde eder. Binaenaleyh âyetteki "ikişer ve üçer ve dörder" tabiri, bütün bunların toplamının helâl olduğunu ifâde eder. Bu da toplam olarak dokuz eder. Hatta doğrusu toplam onsekiz eder. Çünkü "ikişer" lâfzı, sadece ikiden ibaret değil, aynı zamanda iki iki demektir. "Üçer" ve lâfızlarında da durum aynıdır." Bu iddiada olanların, hadisten delilleri iki bakımdandır: 1- Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, dokuz hanımla evli iken vefat ettiği tevatürle sabittir. Hem sonra Cenâb-ı Hak, "Ona uyun" (Araf, 158) diye bize, peygambere uymamızı emretmiştir. Emrin en hafifi de mübahlığı ifâde etmesidir. 2- İnsanın sünneti, yolu ve gidişatıdır. Dörtten fazla hanımla evlenmek Hazret-i Peygamberin yolu olduğuna göre, bu aynı zamanda O'nun bir sünnetidir. Sonra O, "Benim sünnetimden yüz çeviren, benden (ümmetimden) değildir" Buhâri, Nikah, 1; Müslim, Nikah, 5 (2/1020). buyurmuştur. Bu hadisin zahiri, dörtten fazla kadınla evlenmeyi terkeden kimseyi kınamayı, en azından bunun caiz olduğunu söylemeyi gerektirir. Bil ki, fakîhler hasrı isbât ederlerken iki şeye dayanmaktadırlar: a) Haber.. Rivayet edildiğine göre, Gıylân müslüman olduğu zaman, uhdesinde on tane hanımı bulunuyordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber ona, "Hanımlarından dördünü nikâhında tut geriye kalanları da ayır, boşa" buyurdu. Yine rivayet edildiğine göre, Nevfel İbn Muâviye müslüman olduğu zaman, uhdesinde beş tane hanım bulunuyordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber ona, "Dördünü nikâhında tut birisini boşa" buyurdular. Şunu bil ki, bu usûl şu iki bakımdan zayıftır: 1- Kur'ân-ı Kerim, bu haber ile hasrın tahakkuk etmediğine delâlet edince, bu, Kur'ân-ı Kerim'i haber-i vâhid ile neshetmek olur ki, bu ise caiz değildir. 2- Bu haber, bir durum hakkındadır. Belki de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o kimseye, dört hanımı nikâhında tutmasını, diğerlerinden ise ayrılmasını emretmiştir; çünkü dört hanımla diğerlerini bir arada tutmak, neseb veya emzirme sebebiyle caiz değildir. Özetle, bu haber hakkında bu ihtimal daima söz konusudur; binaenaleyh, böylesi haberlerle Kur'ân'ı neshetmek mümkün değildir. b) Bu, belli başlı merkezlerdeki fakihlerin dörtten fazla kadın almanın caiz olmadığı hususunda icmâ etmiş olmalarıdır ki kendisine itimad edilen görüş de budur. Burada iki sual söz konusudur: 1- İcmâ ne nesheder, ne de nesholunur. O halde nasıl olur da bu âyeti icmâ neshetmiştir denilebilir? 2- Ümmet içinde nâdir de olsa dörtten fazla kadınla evlenmenin haram olmadığını söyleyenler bulunmaktadır. Binâenaleyh icmâ, az sayıda da olsa bazı kimselerin muhalefet etmesi ile vakî olmamış olur? Birinci soruya şöyle cevap verilir: İcmâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, bunu nesheden bir hükmün bulunduğunu ortaya koymaktadır. İkinci soruya da şöyle cevap verilir: Bu icmâ'ya, ehl-i bid'at'ın muhalefetine itibar edilmez. Eğer, "Hal sizin dediğiniz gibi olsaydı, o zaman en uygun olan "ikişer veya üçer veya dörder" denilmesi olurdu. O halde niçin, âyette atıf harfi olarak (veya) değil de "ve" getirilmiştir?" denilir ise deriz ki: Şayet Cenâb-ı Hak, (......) lâfzını kullansaydı bu, bunun ancak bu kısımlardan sadece biri hakkında caiz olmasını ve, "onlardan bir kısmı iki kadınla, diğer bir kısmı üç kadınla evlenir, bir diğer kısmı da dört kadınla evlenir" manasında olmak üzere, müslümanlara bu kısımları beraberce yapmanın caiz olmamasını gerektirirdi. Cenâb-ı Hak, bu ifâdeyi vâv harfi ile birbirine atfedince, bu durum herkesin bu hallerden herhangi birini tercih edebilmesinin caiz olduğunu ifâde etmiştir. Bunun bir benzeri de, bir kimsenin bir topluluğa, "Bin dirhem olan şu parayı ikişer ikişer ve üçer üçer ve dörder dörder bölüşün" demesidir. Onun, bu sözünden maksadı, o gruptakilerden bir kısmının ikişer dirhem almalarının, diğer bir kısmının üçer dirhem almalarının ve üçüncü bir kısmın da dörder dirhem almalarının caiz olduğunu anlatmaktır. İşte bu âyette de edatının zikredilmeyip "vâv" harf-i atfının zikredilmesinin faydası, söylediğimiz bu husustur. Allah en iyi bilendir. Hak teâlâ'nın, kelimeleri, "hoş olan, helâl olan "ifâdesinden "hal" olarak mahallen mansubtur. Buna göre mana, "sizler bu sayılarca, yani ikişer ikişer, üçer üçer ve dörder dörder olmak üzere size helâl olan (hoşunuza giden) kadınlardan nikahlayınız" şeklindedir. Hak teâlâ'nın, "Şayet adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz, o zaman bir (tane ile), yahut mâlik olduğunuz (cariyeler) ile (yetinin)" emriyle ilgili olarak birkaç mesele vardır: Adalet Yapılamazsa Erkek Bir Tek Kadınla Evlenir Bunun manası şöyledir: "Eğer bu sayıdan fazlasında adalet edememekten korktuğunuz gibi, bu sayıdaki hanımlar arasında da adaletli davranamamaktan endişe ederseniz, tek bir hanımla veya cariyelerle yetininiz." Böylece Cenâb-ı Hak, suhulet ve kolaylık bakımından, tek hanım ile, sayısını tahdid etmediği cariyelerin birbirine denk olduğunu beyân etmiştir. Ömrüme yemin ederim ki, cariyelerin sorumlulukları daha az ve yükleri de mehirli (hür) hanımların yüklerinden daha azdır. Onlara ister az, ister çok ver; aralarındaki taksimatta (onlarla yatmada) ister eşit davran, ister davranma; onlara ister azil yap, ister yapma, sana bundan dolayı bir sorumluluk ve günah gerekmez. Ayetteki lâfzı, tâ harfinin fethası ile (......) şeklinde okunmuştur. Buna göre mana şöyle olur: "O zaman bir tane ile yetinin, veya bir kadını seçin, birden çok kadınla evlenmeyi terkedin. Çünkü bütün işler adaletle dönüp, dolaşır. Adaleti hangisinde bulursanız, onu yapın." Yine bu kelime, merfu olarak (......) şeklinde de okunmuştur. Buna göre manası, "O takdirde bir tanesi yeter, veya, size bir hür kadın yahut sahip olduğunuz cariyeler kâfidir" şeklinde olur. Şafiî'ye Göre Nafile İbadetle Meşguliyet Evlenmekten Efdaldir İmam Şafiî (r.h), nafile ibâdetlerle meşgul olmanın, evlenmekten daha faziletli olduğu görüşünü açıklarken bu âyeti delil getirmiştir. Bu böyledir. Çünkü Hak teâlâ, bu âyet-i kerimede, insanları tek kadınla evlenme ile câriye edinme arasında muhayyer bırakmıştır. İki şey arasında muhayyer bırakma, o işte arzu edilen hikmet bakımından o ikisinin eşit olduğunu hissettirmektir. Bu tıpkı, bir doktorun "Elma veya nâr ye" demesine benzer. Bu ifâde, maksadın tam yerine gelmesi hususunda, bu iki meyveden herbirinin diğerinin yerini alabileceğini bildirmektedir. Nasıl Âyet-i kerime'nin bu eşit oluşa delâlet ettiği gibi akıl da aynı şekilde buna delâlet etmektedir. Çünkü evlilikten maksad sükunet bulmak, birlikte yaşamak, dini ve evin işlerini koruma altına almaktır. Bütün bunlar, her iki şekilde de hâsıl olur. Yine bir kadının câriye olup, sonra efendisinin onu azâd ederek onunla evlendiğini farzedersek, bu durumda evlenme ile câriye edinmenin birbirine eşit olduğu apaçık ortaya çıkar. Bu âyet-i kerime ile evlenme ve câriye edinmenin birbirine eşit olduğu sabit olunca, biz deriz ki: Nafile ibâdetlerle meşgul olmanın, câriye edinmekten daha faziletli olduğunda icmâ etmiştik. Binaenaleyh nafile ibâdetlerle meşgul olmanın, nikahlan maktan da faziletli olması gerekir. Çünkü eşit iki şeyden birisinden üstün olanın, diğerinden de üstün olması gerekir. Cenâb-ı Hak daha sonra, "Bu, sizin için eğilip sapmamanıza daha yakındır" buyurmuştur. Bu ifâde ile ilgili iki mesele vardır: Âyetteki (......) kelimesi en yakın (akrab) manasınadır ve ifâde "Bu, sapmamanıza daha yakındır, daha uygundur" takdirindedir. Söz kendisine delâlet ettiği için, bu ifâdedeki harf-i cerrinin hazfedilmesi güzel olmuştur. Âyetteki tabirinin tefsirinde birkaç vecih bulunmaktadır: a) Bu, "zulmetmemenize ve (haktan) sapmamanıza.." manasındadır. Müfessirlerin ekserisince tercih edilen görüş de budur. Bu mâna merfû bir hadis olarak rivayet edilmiştir. Çünkü Hazret-i Aişe (r. anha), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i Cenâb-ı Hakk'ın, "Bu, sizin için eğilip sapmamanıza daha yakındır" ifâdesi hakkında, "zulmetmemenize..."; başka bir rivayette de "sapmamanıza daha yakındır" dediğini rivayet etmiştir. Vahidî (r.h), bu iki lâfzın da rivayet edildiğini söylemiştir. (......) kelimesinin aslı, meyletmektir. Nitekim, terazinin kefesi meylettiğinde zulmettiğinde "Hakim hükmünde zulmetti" denilir. Çünkü hakim zulmettiği zaman, haktan meyletmiş, sapmış olur. Nitekim, Ebu Talib hakkında şâirler şöyle demişlerdir: "Bir taneyi dahi eksiltmeyen bir adalet terazisi ve doğruluk tartısıyla, haksızlık etmeksizin, onu tarttı..." Rivayet olunduğuna göre bir hakim bir bedevinin aleyhine hükmetmiş de, bunun üzerine bedevî, hakime "Bana zulüm mü ediyorsun?" demiştir. Yine pay arttığında yine ben, hissede bir arttırma yaptığımda, denilir. Pay arttığı zaman, (terazinin) dengesinin bozulacağı herkesçe malumdur. Böylece kelimenin iştikakı hakkındaki bu açıklamalar, bu lâfzın aslının meyletmek manası olduğuna delâlet etmiştir. Sonra örf gereği bu kelime, haksızlık yapmak ve zulmetmeye meyletme manasında kullanılmıştır. Ekseri âlimin taraftar olduğu bu görüşün izahı hakkındaki sözümüz bundan ibarettir. b) Bazı âlimler, bu tabirin manasının, "muhtaç olmamanıza daha yakındır" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Nitekim, fakir kimse mânasında (......) denilmektedir. Bu böyledir, çünkü bir kimsenin çoluk çocuğu az olduğu zaman, harcaması da az olur. Harcaması az olduğu zaman da, başkasına muhtaç olmaz. c) Şafiî (r.h)'den, Cenâb-ı Hakk'ın, "Bu sizin için eğilip sapmamanıza daha yakındır" tabirinin manasının, "Bu, çoluk çocuğunuzun çoğalmamasına daha yakındır" şeklinde olduğunu söylediği nakledilmiştir. Ebu Bekr er-Razî, Ahkâmu'l-Kur'ân'ında şöyle demektedir: "Âlimler, Şafiî'nin bu hususta şu üç yönden yanıldığını söylemişlerdir: 1- Selef ile, bu âyetin tefsirini rivayet eden herkes arasında, bu âyetin manasının, "Meyletmemenize ve zulmetmemenize daha yakındır" şeklinde olduğu hususunda bir ihtilâf yoktur. 2- Bu, lügat bakımından da yanlıştır. Çünkü âyetin metni, "Bu, çoğalmamanıza daha yakındır" şeklinde olsaydı, o zaman Şafiî'nin söylediği doğru olabilirdi. Ama âyetteki, lâfzını, manasına almak, lügat bakımından bir hatadır. d) Allahü teâlâ tek bir hanımı, veya mülk-i yemîn ile cariyeyi, aile içinde kadınlar mesabesinde zikretmiştir. Bir kimsenin, istediği sayıda mülk-i yemini ve cariyesi olacağı hususunda bir ihtilâf yoktur. Böylece biz, bu tabirden maksadın, çoluk çocuğun çokluğu olmadığını anlamış olduk. Bu meseleyi eleştirme hususunda Nazm sahibi el-Cürcani dördüncü bir görüş daha zikretmiştir ki, bu da şudur; Allahü teâlâ âyetin evvelinde, "Şayet, adalet yapamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (tane ile yetinin)" buyurmuş, ama, "fakir olmaktan korkarsanız.." dememiştir. Binaenaleyh, cevabın da bu şarta atfedilmesi, (ona göre olması) gerekir. Bu şartın cevabı ise, ancak adaletin zıddı olan bir şey ile olur ki, bu da çoluk çocuğun çokluğu değil, "zulüm" ve "cevr" dir. Ben derim ki: Birinci soru, son derece tutuk ve bozuktur. Çünkü Şafiî (r.h)'den, müfessirlerin, âyetin manasının "zulmetmemenize, cevretmemenize.." şeklinde olduğu görüşleri hakkında bir tenkid nakledilmemiştir. Ancak ne var ki o, bu hususta başka bir izahta bulunmuştur. Usulü fıkıhta şöyle bir kaide yer almaktadır: Önceki âlimler, âyetin tefsiri hususunda bir izahta bulundukları zaman, onların bu izahları daha sonra gelen âlimleri, o ayetin tefsiri hususunda başka bir izahta bulunmalarına mani değildir.. Eğer bu caiz olmasaydı, o zaman, daha sonra gelen âlimlerin, Allah'ın kelâmını tefsir hususunda istinbât ettikleri, ortaya koydukları o ince manalar, merdûd ve bâtıl olmuş olurdu. Bunun böyle olduğunu ise, ancak aciz bir mukallidin söyleyebileceği malumdur. Ebu Bekr er-Razî'ye, Şafiî'nin ileri sürmüş olduğu bu manayı, sahabe ve tabiûndan hiç kimsenin söylememiş olduğunu kim haber vermiştir? Biz bunu nasıl söylemiyelim ki? Çünkü Tavus İbn Keysân'ın, Hak teâlâ'nın bu âyetini, "Bu çoğalmamanıza daha yakındır" şeklinde okuduğu meşhurdur. Önceki âlimlerin bunu bir kıraat kabul ettikleri sabit olunca, kıraati bir tefsir addetmeleri, haydi haydi uygun olur. İşte yapılan bu izahla, bu tenkîd hususunda Ebu Bekr er-Razî'nin ne kadar bilgisiz olduğu ortaya çıkmıştır. İkinci soruya gelince, biz deriz ki: Sen bu lâfzın iştikakını Müberred'den naklettin. Fakat sen, müçtehid ve önde gelen âlimlerin başlarını tenkid etme hırsından, cehaletinden ve bilgisizliğinin şiddetinden ötürü, Müberred'in zikretmiş olduğu bu tenkidin yerinde olmadığını bilemedin. Bunun yanlışlığı pekçok yönden izah edilebilir: 1- Hisse artıp çoğaldığında, denilir. Bu mana, meyletmek manasına yakın bir manadır. Çünkü o şey fazlalaştığında onu arzu etme cihetleri ve isteme gerekçeleri çoğalmış olur. Durum böyle olunca da âyetin manası, "Bu, çoğalmamanıza daha yakındır" şeklinde olur. Çünkü sizler çoğalmadığınız zaman, insan zulüm ve haksızlığa düşmez. Çünkü zulüm, çoğalıp insanların birbirine karışmasıyla olur. İşte bu şekildeki açıklamayla, bu tefsir cumhurun tercih etmiş olduğu ilk tefsire yakın bir tefsir olmuş olur. 2- Bir kimse, dediği zaman, ona, "Bunun manası ne demektir?" denildiğinde onun, "Bunun manası, boyu uzun, izzet ve ikramı çok" demesi yerinde ve güzel olur. Bundan murad, ifâdesinin tefsirinin, onun boyunun uzun olması değildir. Bilâkis o kimsenin bu sözünden maksadı, sadece bu manadır. Bu şekildeki ifâde şeklini, beyân alimleri bir şeyi kinaye ve ta'rîz yoluyla açıklama diye isimlendirmektedir. Bunun neticesi tek bir metoda varıp dayanır ki bu da, bir şeye, onun ayrılmaz unsurlarını (levazımını) zikrederek işaret etmektir. Burada, ailenin kalabalık olması, haktan meyletmeyi ve çevri gerektirir. Binaenaleyh, Şafii (r.h) ailenin kalabalık olmasını, haktan meyletme ve cevr'den kinaye kabul etmiştir. Zira ailenin kalabalık olması, her halükârda zulüm ve haktan meyletmeden ayrılmaz. Böylece Şafiî bu manayı mutabakat yoluyla değil, aksine kinaye ve istilzam suretiyle tefsir kabul etmiştir. Bu ise Allah'ın kitabında meşhur ve bilinen bir usûldür. Şafiî, Arapça'nın bütün söz üslûplarını iyice kavramış olduğu için, bu sözü bu şekilde zikretmesi yerinde ve güzeldir. Ebu Bekr er-Razi'ye gelince, o bilgisi yetersiz ve Arapçanın ifâde özelliklerini bilmekten uzak olunca, muhakkak ki bu sebeple bu husustaki en güzel ifâde tarzını bilememiştir. 3- Keşşaf sahibi'nin zikretmiş olduğu şu husustur: "Bu tefsir, senin (......) "Adam, çoluk çocuğunu baktı, onları bakıyor, bakımını üstleniyor" tabirinden alınmadır. Bu, bir kimse çoluk çocuğuna harcamada bulunduğu zaman demeleri gibidir. Çünkü çoluk çocuğu çok olan kimsenin, onlara bakması lâzımdır. Bunda da, takva, helâl kazanç ve temiz rızık sınırlarına riâyet etmeyi güçleştiren durumlar söz konusudur." Böylece bu yapılan izahlarla, müslümanların imamlarından Şafiî (r.h)'nin zikrettiği şeyin son derece güzel ve yerinde olduğu; bu konudaki tenkidin ise ancak bilgisizlik ve cehaletten kaynaklandığı sabit olmuş olur. Üçüncü soruya gelince ki, buda "Ailenin kalabalık olması, kadın hür ya da Köle olması bakımından bir farklılık arzetmez" şeklindeydi, buna da şu iki yönden cevap verebiliriz: a) Kaffal (r.h)'in ileri sürmüş olduğu şu husustur: Cariyeler çok olduğu zaman, efendilerinin onlara kazanç sağlamak için çalışmayı teklif etme hakkı vardır. Cariyeler kazanç temin edince de, hem kendilerine hem de efendilerine harcamada bulunurlar. Böylece de aile, yani çoluk çocuk yükü azalmış olur. Ama hanımlar hür olduğunda, durum böyle olmaz. b) Evin kadını cariye olduğunda, efendisi de onlara harcamada bulunamadığında, onları satarak onların sıkıntısından kurtulur. Ama, kadınlar hür olduğu zaman, onlara mutlaka harcamada bulunması gerekir. Örf, koca hanımını nikâhında tuttuğu müddetçe, hanımın ondan mihrini isteyemeyeceğine delâlet etmektedir. Ama, kadını boşamaya uğraştığında, hanımı ondan mihrini ister, böylece de koca bir sıkıntıya düşmüş olur. Dördüncü soruya gelince, ki bu Nazm sahibi el-Cürcanî'nin zikretmiş olduğu husustur; buna da şu iki bakımdan cevap verebiliriz: a) Kâdî'nin söylemiş olduğu şu husustur: "Şafiî'nin öne sürdüğü mana, daha tercihe şayandır. Çünkü, tabiri zulüm ve cevr manasına hamledilirse, bu bir tekrar olur. Çünkü bu mâna, Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremiyeceğinizden korkarsanız" ifâdesinden anlaşılmaktadır. Ama biz bu kelimeyi, Şafiî'nin ileri sürdüğü mânaya hamledersek, burada herhangi bir tekrar söz konusu olmaz. Binâenaleyh, bu mâna daha yerindedir." b) Şöyle de diyebiliriz: Farzedelim ki durum sizin söylediğiniz gibi olsun.. Ancak biz, Şafiî'nin zikretmiş olduğu mananın, incelendiği zaman ilk tefsire râci olduğunu da beyân etmiştik. Ancak ne var ki bu, kinaye ve tâ'riz yoluyla anlatılmıştır. Durum böyle olunca, böyle bir soru ortadan kalkmış olur. İşte bu mevzûdaki konunun tamamı bundan ibarettir. Muvaffakiyet ancak Allah'tandır. İkinci Hüküm: "Kadınlara Mehir Veriniz" |
﴾ 3 ﴿