4"(Aldığınız) kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve (Allah'ın) bir atiyyesi olarak verin. Bununla beraber ondan birazını gönül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa, onu da içinize sine sine yeyin" Âyette birkaç mesele vardır: Cenâb-ı Hakk'ın, 'Kadınlara., veriniz" emrinin kime hitap olduğu hususunda iki görüş vardır: a) Bu, hilab kadınların velilerinedir. Bu böyledir, çünkü cahiliyye döneminde Araplar, kadınlara mehirlerinden hiçbirşey vermiyorlardı. İşte bundan dolayı, kızı olan kimseye derlerdi ki, bunun manası şudur: "Sen, onun mihri olarak bir deve alır; onu develerine katarsın, böylece de malın çoğalır, büyür" İbnu'l-A'râbî ise, bu ifâdede geçen (nafice) kelimesinin manasının, "Bir kimse kızını kocaya verdiği zaman almış olduğu ücret, (başlık parası) olduğunu söylemiştir. Böylece Cenâb-ı Hak bunu yasaklamış, onu sahibine vermeyi emretmiştir. Bu, Kelbî ve Ebu Salih'in görüşü olup, Ferrâ ile İbn Kuteybe'nin tercihidir. b) Bu hitap, kocalaradır. Onlar, kadınlara mehirlerini vermekle emrolunmuşlardır. Bu da Alkame, Nehaî, Katâde'nin görüşü olup, Zeccâc'ın da tercihidir. Zeccac şöyle demiştir: "Burada velilerden bahsedilmemiştir. Bu ifâdeden önceki ifâdeler de, nikâh eden, evlenen kocalara bir hitaptır." Kaffâl(r.h) şöyle demektedir: "Bu ifâdedeki iyi "veriniz" ifâdesinden maksat, vermektir. Bundan muradın, "üstlenmek, iltizam etmek, emri kabul etmek" olması da muhtemeldir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar..." (Tevbe, 29) buyurmuştur. Bunun manası, "O cizyeyi tazmin edip, üstlenecekleri zamana kadar"dır. Binaenaleyh, birinci izaha göre bu ifâdeden maksat, sanki "onlar hanımları için belirledikleri o mehirleri vermekle emrolunmuşlardır" şeklindedir. İkinci takdire göre ise murad, "İster belirlenmiş olsun, isterse belirlenmemiş olsun, kadınların tereleri ancak bir bedel mukabilinde mubah olur" demektir. Ancak, Hazret-i Peygamber'e has bir hüküm olan, kendisini O'na hibe etmiş olan kadınların durumu müstesna..." Kaffal (r.h) sözünü şöyle sürdürür: "Bu sözün her iki manayı da ihtiva etmesi caizdir." Allah en iyi bilendir. Keşşaf sahibi, tabirinin manasının, "onların mehirleri" şeklinde olduğunu söylemiştir. Şureyh hadisine göreyse, İbn Abbas kadınlara mehir verilmesine hükmetmiş, bu kelimeyi, tabirinin tahfifli şekli olarak sadın fethâsı, dalın da sükûnuyla (......) kelimesinin çoğulu olarak da, şadın ötresi, dalınca sükunuyla (......) şeklinde okumuştur. Yine bu kelime, (......) kelimesinin, şeklinde de söylenmesi gibi, (......) kelimesinin müsakkal (dâl harfinin ötreli olarak okunması) şekliyle olmak üzere, sâd ve dâl harflerinin dammesiyle müfred olarak şeklinde de okunmuştur. Vahidî, harflerinin bu tertip üzere dizilmiş olmasının, kemâl ve sıhhat manalarına delâlet için olduğunu; işte bu sebeple de, nikâh kendisiyle tam ve mükemmel olduğu için, mihrin de ve diye isimlendirildiğini söylemiştir. Âyetteki, (......) kelimesinin ne olduğu hususunda da şu izahlar yapılmıştır: a) İbn Abbas, Katâde, İbn Cüreyc ve İbn Zeyd bunun manasının, "'arz kılınmış bir hak olarak.." "Cat olduğunu söylemişlerdir. Onlar, (......) kelimesini (......) kelimesiyle tefsir etmişlerdir, çünkü Arapça'da, (......) kelimesi din, inanç, şeriat, yol ve mezhep anlamlarına gelmektedir. Meselâ, bir kimse bir şeyi din olarak kabul ettiğinde, ; yine "dini, mezhebi" manasında "onun mezhebi şudur" denilir. Buna göre, Cenâb-ı Hakk'ın, ifâdesi, yani "Onlara mehillerini verin. Çünkü bu, bir nihledir, yani bir din, bir şeriat ve bir mezheptir. Din ve mezhep olan şeyler ise, farz olan şeylerdir" demektir. b) Kelbî, bu kelimenin manasının, "bîr bağış ve hibe olarak..." şeklinde olduğunu söylemiştir. Nitekim, "Falancaya bir şey hibe ettim, bağışladım, bağışlıyorum, bağışlamak ve hibe etmek" denilir. Kaffâl (r.h) da şöyle demektedir: "Bu kelimenin aslı, bir şeyi kendisine ait olmayan bir kimseye nisbet etmektir. Nitekim, denilir. Yani, "Bu, gerçek söyleyenine nisbet edilmeyen bir şiirdir" demektir. O yine sen bir şeyi iddia ederek onu kendine nisbet ettiğin zaman, "Onu kendime mal ettim" dersin. Bu görüşe göre, mehir kimin tarafından yapılmış bir bağıştır? Bu hususta iki ihtimaf bulunmaktadır: Bu, kocanın yaptığı bir bağıştır. Bu böyledir, çünkü koca mehre karşılık hiçbir şey elde edemez. Çünkü nikahtan sonra kadına malik olma hususunda kadının ferci, nikâhtan önceki gibidir. Binaenaleyh koca ona mihrini vermiş, fakat ondan, o mihre karşılık, elde edeceği bir bedel alamamıştır. Buna göre bu mihir, karşılığında herhangibir bedel olmayan bir bağış, hibe manasında olmuş olur. Kocanın, nikâh akdiyle o kadından hak ettiği, elde ettiği şey mülkiyyet değil, onun mübahlığını elde etmek, te'min etmektir. Başka âlimler ise şöyle demektedirler: "Allah, şehveti giderme ve çocuk doğurma gibi nikâhın temin ettiği menfaatleri, karı-koca arasında müşterek bir husus kabul etmiş, daha sonra da kocaya hanımına mihir vermesini emretmiştir ki, böylece bu, doğrudan doğruya Allah'tan bir bağış olmuş olur." c) Ebu Ubeyde şöyle demiştir: "Âyetteki (......) tabiri, "gönül hoşluğu ile.." demektir. Çünkü Arapça'da bu kelime, bir karşılık almaksızın bağışta bulunma manasına gelir. Nitekim, bir adamın oğluna malından birşeyler vermesi de bu kelimeyle ifâde edilir. Bir karşılık beklemeksizin verilen şey, ancak gönül hoşluğu ile verilir. Binaenaleyh Allahü teâlâ, kadınlardan birşey istemeksizin ve onlarla çekişmeksizin mihirlerini vermeyi emretmektedir. Çünkü davalaşma yoluyla alınan şeye, bağış (nihle) denilemez." Biz, "nihle" kelimesini "din" manasına alırsak, âyetteki bu kelimenin mansub olmasının iki izah şekli vardır: a) Kelime mef'ûlün lehtir. Buna göre âyetin manası, "O kadınlara mihirlerini, dinin bir hükmü olarak veriniz" şeklinde olur. b) Kelime, "mehirler" lâfzından haldir. Yani, "şer'î ve farz bir hüküm olması Allah'tan bir din olarak.." demektir. "Nihle" kelimesini bağış manasına alırsak, kelimenin mansub olmasını izah hususunda yine iki izah şekli söz konusudur: a) Kelime, masdar (mefûl-ü mutlak) olduğu için mansubtur. Çünkü "nihle" kelimesi de, "îtâ" kelimesi de vermek manasınadır. Buna göre sanki, "kadınlara, mehirlerini gönül hoşluğu ile veriniz" denmektedir. b) Kelime, hat olduğu için mansubtur. Kelimenin, hal sayılmasına göre de şu iki ihtimal bulunmaktadır: 1- Bu, âyetle kendilerine hitab olunan muhataplardan haldir. Yani, "Onlara mehirlerini, bağışlayan ve gönül hoşluğu ile veren kimseler olarak veriniz" demektir. 2- Bu, âyetteki ifâdesinden haldir. Yani, "gönül hoşluğu ile verilmiş bir bağış olarak mehirleri..." demektir. Halvet-i Sahiha Mehri Vacip Kılar mı? Ebu Hanife (r.h), halvet-i sahîhanın mehrin verilmesini vacip kıldığını söylemiştir. Şafiî (r.h) ise, bunun aksi görüştedir. Ebu Hanife, görüşünün doğruluğuna bu âyeti delil getirmiştir. Bu böyledir, çünkü bu âyet mutlak olarak (bir şarta bağlı olmaksızın) mihrin tastamam verilmesini gerektiriyor. Bir dokunma (cinsî münasebet) ve halvet-i sahiha bulunmadığı durumlarda, bu âyetle amel edilmemiştir. Fakat bu ikisinden biri bulunduğunda, âyetin muktezasına göre amel etmek (mehri vermek) gerekir. Bizim (Şafiî) âlimlerimiz, âyetin umûmî olduğunu, "Eğer, onlara bir mehir belirlemiş olduğunuz baldef kendileriyle cinsi münasebette bulunmadan o kadınları boşarsanız..." (Bakara, 237) âyetinin ise, bu durumdaki kadınlara sadece mihrin yarısının verileceğine delâlet ettiğini ve binâenaleyh hususi olduğunu; husûsî âyetin, umumî âyetten önce nazar-ı itibara alınacağını söylemişlerdir. Kadın Mehrinden Vazgeçip Kocasına Bağışlayabilir Cenâb-ı Allah'ın, "Bununla beraber ondan birazını gönül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa, onu da içinize sine sine yeyin" buyruğuna gelince, bil ki Allahü Teâlâ erkeklere, kadınların mihirlerini vermeyi emredince, bunun peşinden kadının mehirden vazgeçip onu kocasına bağışlamasının caiz olduğunu da zikretmiştir. Bundan maksat, kadının gönül hoşluğu ile mehri terketmesi halinde dahi, erkeğin onun mehrini vermesi gerektiği zannına kapılmamasıdır. Âyette ilgili birkaç mesele vardır: (......) kelimesi, temyiz olması cihetiyle mansûbtur. Buna göre mâna ve takdir, "Eğer onların nefisleri, gönül hoşluğu ile sizin için mehrin bir kısmından vazgeçerse..." şeklinde olur. Ama âyet-i kerimede fiilin faili "nefisler..." kelimesi, bizzat fiilindeki nûn harfi olmuş, böylece de "nefs" kelimesi temyiz olarak getirilmiştir. Nitekim Araplar, "Sen, yüz cihetinden güzelsin" derler. Aslında güzel olmak fiilinin faiti yüz kelimesidir. Ama, güzel olmak işi yüzün sahibine nibet edilince (......) kelimesi, fiilden dolayı temyiz olarak ifâde edilmiştir. Bunun bir benzeri de, "Onunla gözüm aydın oldu" ve "Onun yüzünden göğsüm daraldı" denilmesidir. (Aslında bu cümlelerdeki failler, ve kelimeleridir.) Âyet-i kerimede (......) kelimesi müfred olarak getirilmiştir. Çünkü bundan maksad, fiilin konumunu beyân etmektir. Bu beyân ise, müfred kelimeyle de elde edilir. Bunun bir misâli de, "yirmi dirhem" ifadesidir (yani, denilmemiştir). Ferrâ, "Şayet kelimeler çoğul getirilmiş olsaydı daha doğru olurdu. Nitekim Cenâb-ı Hak, : "(Yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?" (Kehf. 103) buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Ondan" ifâdesindeki teb'îz için değil, tam aksine beyân içindir. Buna göre mana, "Mihir olan o cinsten herhangi bir şeyden..." demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "O halde murdardan, putlardan kaçının" (Hacc. 30) buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü kadın mihrin hepsini gönül hoşluğu ile bağışlasa, kocasının o mihri tamamen alması helâldir. Bu ifâdenin zamirinin mercii, mihirter veya o şeydir. Bu tıpkı, 'Ve ki: "Size bundan, yani arzu ettiğiniz o şeylerden daha hayırlısını haber vereyim mi?" (Al-i İmran, 15) âyetinde olduğu gibidir. Rivayet olunduğuna göre Ru'be, cildi beyaz lekeler kaplamışcasına, onda beyaz, beyaz siyah karışımı taktadır" dediğinde ona, bu şiirdeki ifâdesindeki zamir eğer "hutût" lâfzına râci ise, yok"sevâd' ve "belak" kelimelerine râcî ise, demeliydin" denilince o, "Ben bu şekil ile, "Sanki şunun gibi..." demek istedim" demiştir. Burada yapılabilecek bir başka izah da şudur: Âyetteki "sadakat" kelimesi "sadak" (mihir) manasınadır. Çünkü sen "kadınlara, mihrini veriniz" desen, bununla da maksad ifâde edilmiş olur. Üçüncü bir izah da şudur: Zamirin müzekker olarak getirilmesinin faydast, zamiri o mihrin bir kısmına râci kılmaktır. Bunun gayesi ise, kadınları mihrin bir kısmını bağışlamaya teşviktir. Âyetin manası şu şekildedir: "Eğer onlar, onlarla geçimsizliğiniz veya huysuzluk yapmanız bunun sebebi olmaksızın, mihirlerinden bir kısmını gönül hoşluğu ile size bağışlarlarsa, onu yeyin ve harcayın." Âyette bu konuda bu yolun darlığına ve ihtiyatlı davranmanın gerektiğine dâir bir delil (işaret) vardır. Çünkü Cenâb-ı Allah, şartı gönül hoşluğunun olmasına bağlayarak, "gönül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa.." buyurmuş, fakat "eğer size hibe eder ve cömert davranırlarsa.." dememiştir. Bu, burada o kadının bizzat kendisinin o bağışladığı şeyden gönül hoşluğu ile ayrıldığını bildirmedir. (......) ve (......) kelimeleri, "Yemek hoşuna gitti ve afiyetle yendi" tabirinden alınmış iki sıfattır. Bu, yemek boğazdan yağ gibi akıp, külfetsiz yendiğinde denilir. yiyenin hoşuna giden şey; (......) kelimesinin de, neticesinden memnun kalınan manasına olduğu söylenmiştir. Yine bunun, boğazdan kolayca akıp giden şey ve boğazdan midenin girişinekadar olan kısma (yemek borusuna), yemekler içinde kolayca akıp gittiği için, denildiği de söylenmiştir. Vahidî, dilcilerin bazısından (......) kelimesinin, uyuzu katran sürerek tedavi etmek manasına olan masdarına dayandığı görüşünü nakletmiştir ki buna göre bu kelime, uyuzdan şifâ bulma manasınadır. Müfessirler, âyetin manasının "Onlar, mihirlerini kocalarına gönül hoşluğu içerisinde hibe edip bağışladıklarında, kocalarına bundan dolayı, dünyada da âhirette de bir soruşturma ve kovuşturma (mesuliyet) yoktur" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Özet olarak diyebiliriz ki bu ifâde, helâl kılmak, mubah oluşu ve o hususta herhangi bir mesuliyetin olmadığını iyice belirtmekten ibarettir. Âyetteki kelimeleri mahzuf bir mef'ûl-ü mutlakın sıfatıdırlar. Yani bu, "O bağışlananı kemâl-i afiyetle yiyin" takdirindedir. Yahut da bunlar, "Onu yeyiniz" ifâdesindeki "onu" zamirinden haldir ve takdiri, "O, afiyet olduğu halde, onu yeyiniz" şeklindedir. Bazan âyetteki (......) kelimesinin sonunda vakıf yapılıp (durulup), daha sonra ifadeleriyle, bir duâ veya sanki denilmiş gibi, mefûlü mutlak yerine geçen iki sıfat olarak başlanılır. Nisa 4 Âyetinin İhtiva Etliği Fıkhi Ahkâm Bu âyet pek çok hükme delâlet eder: a) Mihır, kadının hakkıdır. Kadının velisinin bunda bir hakkı yoktur. b) Kadın, mihrini bocasına bağışlayabilir, kocası da bunu kabul edebilir. Çünkü âyetteki "Onu da içinize sine sine yeyin" ifâdesi, her iki manaya da delâlet etmektedir. c) Kadın, mihrini eline almadan ("kabz"dan) önce de bağışlayabilir. Çünkü Allahü teâlâ, iki durumu birbirinden ayırdetmemiştir Burada şöyle bir mesele vardır: Hak teâlâ'nın, "Onu da içinize sine sine yeyin" emri, mihrin bir mal (ayn) olması durumunu içine alır. Ama mihrin bir borç olması haline şamil değildir. Çünkü zimmette (uhdesinde borcu) olan şey için "Onu da içinize sine sine yeyin" denilemez. Bu meseleye karşı biz deriz ki: Âyetteki "Onu da içinize sine sine yeyin" buyruğundan maksad, bizzat yemek değil, aksine bu hususta tasarrufta bulunmanın mubah oluşudur. Âyette bizzat "yeyin" lafzı zikredilmiştir. Çünkü mal elde etmenin en büyük gayesi, yeyip içmektir. Bunun bir benzeri de, "Gerçekten yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler..." (Nisa, 10) ve "Aranızda mallarınızı haksız yollarla yemeyin" (Bakara, 188) âyetleridir. Mihrînî Hibe Eden Kadın Hibesinden Rûcû Edebilir Âlimlerden bazıları, "Kadın mihrini önce bağışlar, sonra da onu geri isterse, onun bunu gönül hoşluğu ile bağışlamadığı anlaşılmış olur" demişlerdir. Şâ'bî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Bir kadın, kocasılle beraber, kocasına bağışlamış olduğu şeyi geriye istediği için Kadı Şureyh'e başvurmuşlar. Kadı Şureyh kocaya "Onu kadına geri ver" hükmünü verince, adam "Allahü teâlâ, "Birazını gönül hoşluğu ile size bağışlamış olurlarsa..." buyurmamış mıdır?" dedi. Bunun üzerine Kadı, "Eğer kadın bunu gönül hoşluğu ile bağışlamış olsaydı, bundan caymazdı" demiştir. Yine Kâdı'nın "Ben, kadının hîbe edişini bozuyorum, erkeklerin hîbe edişini bozmuyorum. Çünkü kadınlar aldatılırlar" dediği de rivayet edilmiştir. Anlatıldığına göre, Ebu Mu'ayt soyundan bir adama hanımı, mihri olan bir dinarı bağışlar. Bir ay sonra adam, onu boşar. Bunun üzerine kadın onu Halife Abdulmelik İbn Mervân'a şikayet eder. Adam da, "O, bana bu mihri gönül rızasıyla bağışlamıştı" der. Abdulmelik, "Âyette bu ifâdeden daha sonra, "Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterseniz, öbürüne yüklerle (mehir) vermiş olsanız biler içinden hiçbirşey almayın" (Nisa, 20) âyeti gelmektedir, ona mihrini geri ver" der. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in, kadılarına (hâkimlerine) şu şekilde mektup yazdığı rivayet edilmiştir: "Kadınlar bir arzu ve bir korkusundan dolayı mihirlerini bağışlarlar. Hangi kadın mihrini bağışlar, sonra da bundan vazgeçmek isterse, bu onun hakkıdır." Allah en iyisini bilir. Üçüncü Hüküm: Sefihlere Mallarında Tasarruf Yetkisi Vermeyin |
﴾ 4 ﴿