5

"Allah'ın sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerine, bunlardan yedirin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin".

Bil ki bu, bu sûrede zikredilen hükümlerin üçüncü çeşididir.

Bil ki bu âyetin, önceki âyetlerle ilgisi şu şekildedir: Sanki Cenâb-ı Hak şöyle demektedir: "Ben, yetimlere mallarını, kadınlara da mihirlerini vermenizi emrettim. Bunu, onlar âkil baliğ, ve mallarını koruyabilecek bir halde oldukları zaman size emrediyorum. Fakat onlar akıllı veya bâtiğ olmazlarsa, veyahut da âkil-baliğ olduktan halde, müsrif bir sefih olurlarsa, onlara bu halleri zail oluncaya kadar mallarını vermeyip, elinizde tutunuz. Bütün bunlardan maksad ise, zayıf ve âciz kimselerin mallarını koruma hususundaki ihtiyattır." Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Âyetin izahı hakkında iki görüş vardır: Birinci görüş: Bu âyet, velilere bir hitaptır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Ey veliler, velayetiniz altında bulunan ve sefîh olan kimselere mallarını vermeyiniz" demiştir. Bunun velilere bir hitap olduğunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın "Kendilerine, bunlardan yedirin, giydirin" ifadesidir. Yine bu görüşe göre, bizim de izah ettiğimiz gibi, âyetin kendisinden öncesiyle ilgisi yerinde ve güzel olur.

Buna göre şayet, "Bu izaha göre, "sefihlere mallarını vermeyiniz" denilmesi gerekirdi. O halde ne diye "mallarınızı vermeyiniz" denilmiştir?" denilirse, biz deriz ki:

Bunun cevabı konusunda şu iki açıktama yapılmıştır:

a) Allahü Teâlâ. malı onlara (velilere), mâlik oldukları için değil, sadece onda tasarrufta bulunabilmeleri itibariyle nisbet etmiştir. Nisbetin yerinde ve güzel olabilmesi için, en ufak bir sebebin bulunması kâfidir.

b) Böyle bir nisbet, nev' birliği, şahıs birliği yerine konulmak suretiyle yerinde ve güzel olmuştur. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki..." (Tevbe, 128): "O halde sağ ellerinizin mâlik olduğu mü'min cariyelerinizden..." (Nisa. 25);".... Nefislerinizi öldürün.." (Bakara, 54) ve "Sonra sizler, yine onlarsınız ki kendilerinizi öldürüyorsunuz..." (Bakara, 85) ifâdeleridir. Onlardan hiç kimsenin kendini öldürmediği malumdur; onlar ancak birbirlerini öldürmüşlerdir. Binâenaleyh hepsi aynı türden olmuşlardır. İşte burada da böyledir; çünkü mal, insan türünün kendisinden faydalanıp kendisine muhtaç olduğu bir şeydir. İşte bu tür birliğinden dolayı, sefihlerin mallarının, velîlerine nisbet edilmesi yerinde ve uygundur.

İkinci görüş: Bu âyet, babalara hitaptır. Böylece Cenâb-ı Hak o babaları, çocukları sefih olup, kendi başlarına mallarını koruyamayarak onu ıslâh edemeyince, mallarının tamamını veya bir kısmını onlara vermeyi nehyetmiştir. Çünkü böylesi durumda malları onlara vermede tfsâd söz konusudur. Bu izaha göre, malların onlara (babalara) nisbet edilmesi, mecazî manada değil, hakîki manada olmuş olur. Bu görüşe göre âyetten kastedilen, zayi etmeme ve tüketmeme hususunda, matı korumaya ve çalışıp çabalamaya teşvik etmektir. Bu da, onların bütün mallarını yememeleri ve tüketmemeleri gerektiğine delâlet etmektedir. Kişi ölümün yaklaştığını hissedince, vereseleri için, malını muhafaza edecek bir güvenilir, emîn kişiye malını vasiyyet etmesi gerekir.

Biz, iki sebepten dolayı birinci görüşün daha müreccah olduğunu söylüyoruz:

a) Nehyin zahirinin "tahrim" ifâde etmesi, bu tercihin delillerinden birisidir. Ümmet-i Muhammed, bir kimsenin malından istediği kadarını küçük çocukları ile kadınlarına hibe etmesinin haram olmayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Yine ümmet-i Muhammed, velînin, sefihlere mallarını vermesinin haram olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Durum böyle olunca, âyeti ikinci görüşe değit, birinci görüşe hamletmek vacip olur. Allah en iyi bilendir.

b) Allahü Teâlâ âyetin sonunda, "Ve onlara güzel söz söyleyin" buyurmuştur. Böyle bir vasiyyetin yetimlere yapılmasının daha uygun Hüçeceğinde şüphe yoktur. Çünkü kişi, tabiatının muktezası olarak, çocuklarına haliyle müşfiktir. Bınaenaleyh, onlara ancak maruf ve güzel olan şeyleri söyler. Böyle bir vasiyyete ancak, yabancı yetimler için gerek duyulur. Ayeti her iki görüşe hamletmek de imkânsız değildir. Kadî, buna hamletmenin uzak bir ihtimal olduğunu, çünkü bunun "Mallarınız" ifâdesini aynı anda hem hakîkî, hem de mecazî manaya hamletmeyi gerektireceğini söylemiştir. Kadî'nin bu görüşüne, "Hak teâlâ'nın "mallarınızı..." sözü, o malların onlara, tasarrufu mümkin kılacak bir tahsisle tahsis olmasını ifâde etmektedir. Sonra bu tahsis, hem kendisinin mülkü olan mallarda, hem de yetim çocuğun mülkü olan malda söz konusudur. Ancak ne var ki velînin, çocuğun malında tasarruf etmesi gerekir. İşte böyle bir farklılık, Cenâb-ı Hakk'ın "mallarınızı..." sözünden anlaşılan mefhumun dışına çıkan bir mefhûmda bulunmaktadır. Durum böyle olunca, bu lâfzı, -lâfzın her ikisi arasında müşterek bir manayı ifâde etmiş olması bakımından- hem hakîkî, hem de mecazî manaya hamletmenin uzak bir ihtimal olmadığım" söyleyerek cevap vermek mümkündür.

Sefihlerden Maksad Kimlerdir?

Âlimler, âyet-i kerimedeki süfeha (beyinsizler) tabiriyle neyin murad edildiği hakkında şu görüşleri zikretmişlerdir:

a) Mücahid ile Ceveybir'in Dahhak'tan rivayetine göre, buradaki "süfehâ" kelimesinin ister karılar, ister anneler, isterse kızlar olsun, kadınlardır. Bu, İbn Ömer'in mezhebidir. Bunun böyle olduğuna Ebu Umâme'nin Hazret-i Peygamber'den rivayet etmiş olduğu şu hadis de delâlet etmektedir:

"İyi biliniz ki, ateş ancak sefihler için yaratılmıştır." Hazret-i Peygamber bunu üç kere söyleyip (O, sonra şöyle devam etti): 'İyi biliniz ki sefihler, kocasına itaat eden kadın hariç kadınlardır."

Buna göre eğer, "Sefîhlerden murad kadınlar olsaydı, o zaman Cenâb-ı Hakk'ın, (garib, yabancı, el) kelimesinin çoğulu ve geldiği gibi; (......) kelimesinin çoğulu olarak da veya demesi gerekirdi" denilirse, Zeccâc bu soruya, (fakir kadın) kelimesinin çoğulunun (fakirler) şeklinde gelmesi caiz olduğu gibi, (......) kelimesinin çoğulunun da şeklinde gelmesi caizdir" diyerek cevap vermiştir.

b) Zührî ve İbn Zeyd, buradaki sûfehâ kelimesiyle, çocukların sefîh olanlarının, kastedildiğini ve "Senin geçimini temin eden malını sefih çocuğuna verme. Zira o o malı ifsâd eder" dendiğini söylemişlerdir.

c) İbn Abbas, Hasan el-Basrî, Katâde ve Said İbn Cübeyr'in görüşüne göre, âyette geçen süfehâ lafzından, hem kadınlar hem de çocuklar kastedilmiştir. Bunlar şöyle demektedirler: "Bir kimse hem hanımının, hem de çocuğunun sefîh ve ifsadçı olduğunu anlarsa, onlardan hiçbirini malına hükümran kılması uygun düşmez. Çünkü onlar, bu malı ifsâd ederler, yok ederler."

d)Âyetteki süfehâ kelimesinden murad, malı muhafaza edecek kadar aklı ve izanı olmayan herkestir. Böylece bu lâfzın muhtevasına kadınlar, çocuklar, yetimler ve böyle olan herkes dahil olmaktadır. Bu görüş daha uygundur; çünkü delil olmaksızın tahsis etmek caiz olmaz. Biz Bakara sûresinde sefîhliğin, akıl yetmezliği olduğunu söylemiştik. İşte bundan dolayı fâsık kimseye de sefih denilmiştir, çünkü onun ilim ehli ve dindar kimseler nezdinde bir ağırlığı ve saygınlığı yoktur. Aklı noksan olan kimse de, aklının yetmezliğinden dolayı işte sefih diye adlandırılmıştır.

Üçüncü Mesele

Bu kimseler hakkında kullanılan sefîhlik, zem ve kınama ifâde eden bir sıfat değildir. Bu, Allahü Teâlâ'ya isyan manasını ifâde etmez. Onlar, sadece akıllarının azlığı, malı muhafaza etme hususunda temyiz kabiliyetlerinin yetersizliğinden dolayı "sefih" diye adlandırılmışlardır.

Malın Ehemmiyeti Neden İleri Gelir?

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'in pekçok yerinde mükelleflere, mallarını muhafaza etmelerini emretmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "İsraf ile saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleri olmuşlardır" (isrâ. 26-27) ve "Elini boynuna bağlı olarak asma. Onu, tamamiyle açma.. (Ne çok eli açık, ne de eli sıkı olma). Sonra kınanmış ve pişman bir halde oturup kalırsın" (isra.29) ve "Onlar ki harcadıktan zaman ne israf, ne de eti sıkılık yapmazlar.." (Furkan, 67) buyurmuştur. Cenâb-ı Hak, müdâyene âyetinde de (Bakara. 282-263) malı muhafaza etmeye teşvik etmiştir. Çünkü bu âyetlerde borcu yazmayı, akde şahidler tutmayı, (sefer esnasında da) rehin almayı emretmiştir. Akıl da bunu teyid etmektedir. Çünkü insanın, gönlü müsterih ve hoş olmadığı sürece, dünya ve âhiret menfaatlerini elde etmesi mümkün değildir. İnsanın gönlü de ancak mal vasıtasıyla hoş ve müsterih olabilir. Çünkü menfaatleri temin, zararları savuşturmak ancak mal sayesinde mümkün olabilir. Binaenaleyh, kim bu maksatla dünyayı talep ederse, dünya o kimse hakkında, âhiret saadetini kazanmaya yardım eden vesilelerin en büyüğü olmuş olur. Ama kim de o dünyanın bizzat kendisini, onu isterse, o zaman dünya, âhiret mutluluğunu elde etmekten uzaklaştıran sebeplerin en büyüklerinden olur.

Beşinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, "Sizi başına diktigi..." tabirinin manası, "sizin geçiminiz ve hayatınızı sürdürmeniz, ancak bu mal ile mümkün olabilir" şeklindedir.

Binaenaleyh mal, ayakta durabilmenin ve müstakil olarak yaşayabilmenin sebebi olunca, Cenâb-ı Hak onu, mübalağa yoluyla, "müsebbeb" (netice)'in ismini "sebeb"e ıtlak ederek diye adlandırmıştır. Yani "Bu mal, sizin ayakta durabilmenizin ve hayatınızı sürdürebilmenizin bizzat kendisidir" demektir. Nafi ve İbn Amir, bu ifâdeyi (......) şeklinde okumuşlardır. Bazan denilmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Dimdik ayakta duran bir dine, İbrahim'in dinine." (Enam. 161) buyurmuştur. Abdullah İbn Ömer ise, vâv ile olmak üzere (......) şeklinde okumuştur. ifâdesinin anlamı ise, "Kendisiyle ayakta durulan şey" demektir. Bu, senin kendisiyle mâlik olunulan şeye, demen gibidir.

İsraf Edenin Hacrolunup Olunmayacağı

Şafii (r.h), bulûğa eren bir kimse, malını saçıp savurup onu. ıfsad ettiğinde, o kimsenin hacr altına alınabileceğini; Ebu Hanife (r.h) ise, bu kimsenin hacr" altına alınamayacağını" söylemişlerdir. Şafiî'nin delili şudur: Bu kimse sefihtir. Sefihin de hacr altına alınması gerekir. Biz onun sefih olduğunu söyledik; çünkü Arapçada sefih, "ağırlığı az olan kimse" demektir. Malını gereksiz yere saçıp savurarak onu telef eden kimsenin, insanların kalbinde bir ağırlığı.yeri ve saygınlığı yoktur. Böylece o kimse, insanlara göre ağırlığı olmayan bir kimse olmuştur. Binâenaleyh, o kimsenin sefih diye adlandırılması gerekir. Bu sabit olunca böyle bir kimsenin Cenâb-ı Hakk'ın, "Mallarınızı beyinsizlere (sefihlere) vermeyin..." âyetinin muhtevasına girmesi gerekir.

Sonra Cenâb-ı Hak, "Kendilerine bunlardan yedilin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin" buyurmuştur.

Cenâb-ı Hak, sefihe mal vermeyi yasaklayınca, bundan sonra şu üç şeyi anlatmıştır:

a) Cenâb-ı Hakk'ın, emridir. Bunun manası, "Onlara harcayın, infâk edin" demektir. Kulların rızık vermesinin manası, vazifeli kimsenin, vakti gelince rızık ile alâkalı vazifede bulunmasıdır. Nitekim, denilir. Yani, bu fiili onlara icra etti, uyguladı demektir. Cenâb-ı Hak, âyet-i kerimede velilere sefihlerin mallarının "bir kısmım" onlara rızık olarak vermelerini buyurmamış, yani demeyip buyurmuştur. Böylece Cenâb-ı Hak onlara, sefihlerin mallarında ticaret yapmak ve onları verimli hale getirmek; böylece de onların rızıklarını asıl maldan, sermayeden değil, kârdan temin etmeleri suretiyle, mallarını geçimlerine vesile kılmalarını mretmiştir.

b) Cenâb-ı Hakk'ın, Onları giydirin..."buyruğudur. Bundan maksad açıktır

c) Cenâb-ı Hakk'ın, "Ve onlara güzel söz söyleyin ' buyruğudur. Allahü Teâlâ bunu emretmiştir, çünkü güzel söz kalplere tesir eder, böylece de sefîhliğin (manevi ezikliğini) izâle etmiştir. Ama güzel olmayan söz ise, sefihin bu halini ve eksikliğini fazlalaştırır.

Kavl-i Maruf Ne Demektir?

Müfessirler, buradaki "güzel söz"ün ne demek olduğu hususunda, şu açıklamaları yapmışlardır:

a) Ibn Cüreyc ve Mücahid, bunun iyilik yapmak ve ziyarette bulunmak gibi, güzel va'ad olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbas da, bunun, bir kimsenin "Şu ticaret yolculuğunda kar elde edersem, lâyık olduğun her şeyi sana yaparım; eğer savaşlarda ganimet elde edersen, sana (da) veririm..." demesi gibi olduğunu söylemiştir.

b) İbn Zeyd, bunun duâ olduğunu söylemiştir. Meselâ bir kimsenin, "Allah bize ve sana afiyet versin! Allah, senin hakkında bunu mübarek kılsın.." demesi gibi... Netice olarak, söz ve amele dair, gönüllerin kendisinde huzur bulup sevdiği, muhabbet duyduğu her şey "iyi"; gönüllerin hoşlanmadığı, yadırgadığı ve nefret ettiği her şey de, "münker- kötü, çirkin"dir.

c) Zeccac şöyle demektedir: "Bu tabirin manası, "Onları yedirmeniz ve giydirmenizin yanısıra onlara ilim ve amele taalluk eden dinî hususları da öğretin" şeklindedir."

d) Kaffâl (r.h) şöyle demiştir: "İyi söz, kendisine velayet edilen çocuk olursa, velînin ona, malın onun kendi malı olduğunu, kendisinin o malın sadece bekçiliğini yaptığını, yetimin çocukluk devresi bitince malını ona vereceğini o yetime anlatmasıdır. Bunun bir benzeri de, "O halde yetime gelince, (onu sakın) hırpalama" (Duhâ, 9) âyetidir. Bu, "Köleye yaptığın gibi, o yetime de ezici muamelede bulunma" demektir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Şayet Rabb'inden umduğun rahmeti arayarak onlardan sarf-ı nazar edersen, kendilerine yumuşak söz söyle!" (isrâ. 28) âyeti de böyledir. Eğer kendisine velayet edilen kimse sefih olursa, veli ona va'z-ü nasihatta bulunup, onu namaza teşvik eder; malını saçıp savurmadan israftan men eder, ve ona malı saçıp savurmanın neticesinin fakirlik ve halktan dilenme olduğunu anlatır, ve benzeri şeyler söyler. İşte bu izah, naklettiğimiz diğer izahlardan daha güzeldir.

Yetimlere Mallarının Teslim Edileceği Çağ

5 ﴿