33"(Erkek ve dişiden) her biri için, baba ve ananın, en yakın akrabaların terikelerinden de varisler yaptık. (Akd ile) yeminlerinizin bağladığı kimselere dahi hisselerini verin. Allah, her şeyin üstünde şahiddir" Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Bil ki âyeti, bu âyette yer alan "ana-baba" ve "en yakın akraba" tabirlerini, "varis olanlar" diye tefsir etmek mümkün olduğu gibi. yine bu tabirleri, "kendilerine varis olunanlar" diye tefsir etmek de mümkündür. Birincisine göre, Cenâb-ı Hakk'ın, "(Erkek ve dişiden) her biri için baba ve anamı: en yakın akrabaların terikelerinden de yaptık" buyruğunu, "bunlardan her irinı onun terikesinde varis kıldık" şeklinde tefsir edebiliriz. Buna göre sanki, "O varis olanlar kimdir?" denildiğinde, "Onlar, ana-baba ile en yakın akrabalardır." denilmek istenmiştir. Bu izaha göre. mutlaka Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifadesinde vakf yapmak, durmak lâzımdır. İkincisine göreyse, şu iki izah yapılabilir: a) Bu ifadede bir takdim-tehirin bulunduğunu söylemek.. Buna göre ifâdenin takdiri, "Ana-baba ve en yakın akrabaların geride bırakmış olduğu her şey için biz, mevâli yani varisler yalattık" şeklinde olur. Bu iki izaha göre de fiili, .iki mef'ul almaz, çünkü kermesi, (yarattık) manasına gelmektedir. b) Kelamın takdirinin, "Varisler olarak yarattığımız her kavmin, ana-babasının ve en yakın akrabaların bırakmış oldukları terikeden bir hissesi vardır" şeklindedir. Buna göre tabiri mevsûfu hazfedilmiş bir sıfat, (......) kelimesine râci olacak olan zamir ise hazfedilmiş olur. Yapılan takdire göre haber durumunda olan (......) kelimesi de âyette hazfedilmiş olur. Bu izaha göre de, fiili iki mef'ul almış olur. Bu izahta fazla takdir yapıldığı için, ilk iki İzah bundan daha uygun ve evlâdır. (......) kelimesi, pekçok manaya gelen müşterek bir lâfızdır: a) Azâd eden.. Çünkü bu şahıs, o köleyi azâd etme nimetinin velîsidir. İşte bu sebepten dolayı o şahsa, "Nimetin mevtası, efendisi" ismi verilmiştir. b) Azâd edilmiş köle.. Çünkü, mevlâsının ona olan velayeti, ona olan in'âmına bitişmiş, beraber bulunmuştur. Bu tıpkı, alacaklı olan bir kimsenin, hakkının peşine düşmesi ve onu takip etmesi kendisine vazife olduğu için (garim); borcu ödemesi kendisine gerekli olduğu için borçluya da yine (garim) denilmesi gibidir. c) Bu kelime, (müttefik, anlaşmalı) anlamındadır. Çünkü, anlaşma yapan bir kimse, işini yapılmış olan yemin akdine göre takip eder. d) Amcaoğlu.. Çünkü aralarında bulunan akrabalık sebebiyle o onu, yardım isteğiyle takip eder, izler.. e) Mevla, velî mânasına gelir. Çünkü o onu, yardım etmek isteğiyle takip eder, izler. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz ki Allah iman edenlerin velîsidir. Kâfitlere gelince, onların velîsi yoktur" (Muhammed, 11) buyurmuştur. f) Asabe.. İşte bu âyette murad edilen mâna budur. Çünkü bu âyete, bu manadan başkası uygun düşmez. Bunu, Ebû Salih'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadis de te'kid etmektedir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ben mü'mintere, (kendilerinden) daha yakınım. Onlardan kim ölür ve geriye mal bırakır ise, bıraktığı mal vârislerinedfr. Kim (de) öldükten sonra bir borç bırakır İse, o borcunun kefili benim." Yine, Hazret-i Peygamber, "Bu malı taksim edin. Geriye kalan paylar, erkek "asabe"lerin birincisi içindir. buyurmuştur. Sonra Cenâb-ı Hak, "(Akd ile) yeminlerinizin bağladığı kimselere dahi hisselerini verin" buyurmuştur. Bu hususta birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Asım, Hamza ve Kisâî, bu fiili elifsiz ve şeddesiz olarak şeklinde; diğer kıraat imamları ise elifli ve şeddesiz olarak (......) şeklinde okumuşlardır. (akdetti) şeklindeki kıraata göre, akit fiili tek bir kişiye nisbet edilmiştir. Tercihe şayan mâna ise (akitleşti) şeklidir. Çünkü "mufâ'ale" babı, iki tarafın da yemin akdi yapmış olduğuna delâlet eder. Âyetteki "eymân" kelimesi, "yemîn"in çoğuludur. "Yemin" kelimesi "sağ el" manasına olabileceği gibi, "kasem (yemin etmek)" manasına da olabilir. Eğer bu kelimeden maksad sağ el manası olursa, burada şu üç mecazi mana kastedilmiş olabilir: a) Akitleşme işi, âyetin zahirine göre, ellere nisbet edilmiştir. Aslında ise akıtteşme, anlaşan ve yeminleşen iki tarafa nisbet edilir. Bu mecazî kullanışın sebebi şudur: İki taraf, satış esnasında satışın kesinleştiğini belirtmek için karşılıklı olarak ellerini birbirlerine vururlar ve ahidlerine sarılıp vefa göstereceklerine dair biribirinin elini tutarlar. b) Kelamın takdiri, "Yeminleri sebebi ile ellerinizin akitleştiği, bağlandığı kimselere.." şeklindedir. Bu takdire göre muzaf hazfedilmiş ve muzâfun ileyh onun yerine kâim olmuştur. Sözden anlaşıldığı için, bu hazif yerinde ve güzeldir. c) Âyetin takdiri "Yeminlerinizin kendileri ile akidleştiği kimseler.." şeklindedir. Fakat bu takdire göre de, sıla cümlesinde ism-i mevsûle râci olacak zamir hazfedilmiştir. Bütün bu takdirler, "yemin" kelimesini "el" manasına aldığımız zaman söz konusudur. Fakat bu kelimeyi 'yemin etmek" manasına alırsak, bu durumda akidleşme, âyetin zahirine göre "yeminleşme" manasına olur. Bu mana da yerinde ve güzeldir. Çünkü akidleşme, yemin etme sebebiyle (yoluyla) olunca, böylece bu nisbet yerinde ve güzel olur. Diğer mecazlar hakkında söylenecek söz de, geçenler gibidir. Akide Varisi Olma Hükmünün Mahsus Olması Âlimlerden bazıları, bu âyetin mensûh olduğunu söylerken, bazıları da mensûh olmadığını söylemişlerdir. Bunun mensuh olduğunu söyleyenler, âyeti şu manalardan biri ile tefsir etmişlerdir: a) Âyetteki, "(Akd ile) yeminlerinizin bağladığı kimselere" tabirinden murad, cahiliyye döneminde anlaşma yapılmış kimselerdir. Zira cahiliyye döneminde birisi birisi ile anlaşma yapar ve "Benim kanım senin kanın; barışım, senin barışın; savaşım, senin savaşındır. Sen bana varissin, ben de sana; sen benim diyetimi öde, ben de senin" derlerdi. Bu şekilde anlaşma yapanların, biribirlerinin mirasından altıda bir hakları olurdu. İşte bu husus Hak teâlâ'nın "hısımlar, Allah'ın kitabınca, birbirine daha yakındırlar." "Allah size tavsiye ve emreder ki.." (Nisa, 11) âyetleriyle neshedilmiştir. b) Cahiliyye insanlarından biri, yabancı birisini evlâd edinirdi. Bunlara (evlatlıklar) denilir ve onlar, bu sebeple varis olurlardı. Daha sonra bu husus neshedilmiştir. c) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabından iki kişi arasında "kardeşlik" akdi yapıyordu. İşte böyle kardeş olma da, birbirlerine varis olma sebebi idi. Bil ki her üç izaha göre de, yapılan anlaşma, "hisselerini verin" ifadesinden dolayı, bunların biribirlerine varis olmalarına sebep oluyordu. Cenâb-ı Allah, daha sonra şu yukarıda yazdığımız âyetlerle bunu neshetmiştir. Bu âyetin mensuh olmadığını söyleyenler ise, âyetin tefsiri hususunda şu görüşleri zikretmişlerdir: a) Âyetin takdiri şu şekildedir: "Ana-baba ve akrabaların bıraktığı ve kendilerini yeminlerinizin bağladığı kimselerin bıraktığı her şey için vârisler vardır, O vârislere hisselerini verin." Yani "Mevâlî ve vereselere hisselerini verin." Bu manaya göre, "'(Akd ile) yeminlerinizin bağladığı kimselere., "tabiri, "ana ve babanın ve en yakın akrabaların..." tabirine atfedilmiştir. Binâenaleyh mana, "yeminlerinizin bağladığı kimselerin bıraktığı şeyler için, vâris vardır. O vâris buna daha lâyıktır" şeklinde olur. Allahü teâlâ buna göre vârisi, "mevlâ" diye ifâde etmiştir ki bu da "malı, anlaştığınız kimseye vermeyin; aksine mevâlî ve vârislere verin" demektir. Bu izaha göre âyet mensuh değildir. Bu, Ebu Ali el-Cübbâî'nin yaptığı te'vildir. b) Bu ifadeden maksad, karı ile kocadır. Zira nikah da "akid" diye adlandırılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Allah, "(İddet sona erinceye kadar) nikah akdi yapmaya azmetmeyin" (Bakara. 235) buyurmuştur. Binaenaleyh Allahü teâlâ ebeveyni ve akrabaları zikretmiş, onların yanısıra karı-kocayı zikretmiştir. Bunun bir benzeri de miras âyetidir. Zira Hak teâlâ, çocuğun ve ana-babanın mirasını açıklarken, karı ile kocanın mirasını da zikretmiştir. Buna göre âyette nesh söz konusu değildir. Bu da, Ebû Müslim el-İsfehânî'nin görüşüdür. c) Bu tabirden maksad, "velâ" sebebi ile meydana gelen mirastır. Buna göre de, nesh söz konusu değildir. d) Bu tabirden murad, adamın müttefikleri olup, "(onlara) hisselerini verin" âyeöndeki hisseden maksat da, akrabalar arasındaki yardımlaşma, nasihat etme, dayanışma ve samimiyetle biribiriyle içli-dışlı olmaktır. Binaenaleyh bunlardan maksad, biribirine varis olma değildir. Bu takdire göre de, nesh söz konusu değildir. e) Bu âyet, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) ile oğlu Abdurrahman (radıyallahü anh) hakkında nazil olmuştur. Çünkü Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh), oğluna infak etmemeye ve malından ona hiçbir şey vermemeye yemin etmişti. Abdurrahman (radıyallahü anh) müslüman olunca, Cenâb-ı Allah, Hazret-i Ebu Bekr'e ona payı kadar miras bırakmayı emretmiştir. Buna göre de, âyette nesh yoktur. f) Esamin şöyle demiştir: "Allahü teâlâ, ölenin yanı başında bulunanlara, daha önce de zikredildiği gibi, bir pay ayrılmasını emrettiği gibi, bir bağış ve hediye olarak az bir şey ayrılmasını da emretmiştir." Bütün bunlar muhtemel ve güzel izahlardır. Ne murad etmiş olduğunu en iyi Allah bilir. Dördüncü Mesele Hak teâlâ'nın, "(Akd ile) yeminleri- nizin bağladığı kimseler" sözünün mübtedâ, "... onlara dahi hisselerini verin" kısmının da haber olduğunu söyleyenler şöyle demişlerdir: "Bu sözün başındaki (......) kelimesi şart manasını tazammun ettiği için, muhakkak ki haberinin başına fâ harfi gelmiştir. Onun haberi de, "Onlara dahi hisselerini verin... "ifadesidir, (......) kelimesinin, tıpkı senin "Zeyd yok mu, ona vur!" sözünde olduğu gibi, mansûb olması caizdir. Cumhûr-u fukahâ, daha aşağı olan "mevlâ"mn, daha yukarda olana varis olamıyacağını söylerlerken, Tahavî, Hasan İbn Ziyâd'ın, varis olabileceğini söylediğini nakletmiştir.Zira İbn Abbas'ın rivayetine göre, bir kimse kölesini azâd etmiş ve azâd eden bu adam sonra ölmüş, geride de, bu azâdlısından başka hiç kimse kalmamıştı. Bunun üzerine Allah'ın Resulü, ölen o efendinin mirasını, azâdlısı olan o adama vermişti. Bir de, bu Hak teâlâ'nın, "(Akd ile) yeminlerinizin bağladığı kimselere dahi hisselerini verin" buyruğunun muhtevasına dahildir. Hasan İbn Ziyad'ın bu hadîse tutunmasına şöyle cevap verebiliriz: Belki de, mal beytu'l-mâle olduğu için; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu, ihtiyacı ve fakirliğinden dolayı o delikanlıya vermiştir. Çünkü bu mal, vârisi olmayan bir maldır. Bu malın hükmü, fakirlere sarfedilmesidir. Şafiî ve Mâlik (r.h), "Bir kimse bir adamın elinde müslüman olup, o adam da ona velayet edip onunla akid yapsa; sonra da ölse, ölen bu kimsenin de, müslüman olan bu kimseden başka varisi olmasa, bu kimse ona varis olamaz; bilakis onun mirası müslümanlara aittir" derlerken, Ebu Hanife(r.h) ise, bu adamın ona varis olacağını söyler. Şafiî'nin delili şudur: Biz, âyetin manasının, "Ebeveyn, yakın akraba ve yeminlerinizin akid ile bağladığı kimselerin bırakmış olduğu terikeler için mevaliler (varisler) yaptık bunlar da asabeterdir" şeklinde olduğunu beyân etmiştik. Sonra bu asabeter, ya hâs olurlar ki, bunlar vereselerdir; veya 'âmm olurlar ki, bunlar da müslüman cemaatidir. Binaenaleyh, bu malın hâs asabeler bulunmadığı zaman 'âmm asabelere sarfedilmesi gerekir. Ebu Bekir er-Râzî, kendi görüşüne şu şekilde delil getirmiştir: "Âyet, insanın velayet ettiği ve anlaşma yaptığı kimselere miras verilebileceğini ifâde etmektedir. Daha sonra Allahü teâlâ bunu, "Hısımlar, Allah'ın kitabınca, birbirine daha yakındır " (Enfal. 75) âyetleriyle neshetmiştir. bu nesh, akrabalar bulunduğu zaman söz konusudur. Ölenin akrabası yok ise, bu hüküm olduğu gibi kalır." Onun bu görüşüne şöyle cevap veririz, "biz, âyette anlaşma yapılmış kimsenin varis olacağını gösteren bir şey olmadığını, aksine âyetin bu kimselerin vâris olmayacaklarına delâlet ettiğini ve böyle bir neshin bulunduğunu söylemenin yanlışlığını beyân etmiştik." Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah, her şeyin üstünde şahiddir" buyurmuştur ki bu ifade, itaatkârlar hakkında bir vaad, isyankârlar hakkında İse bir va'îddir. Âyetteki "şehîd" lâfzı şâhid ve müşâhid demektir. Bunun getirilmesinden maksad ise, ya Allah'ın bütün cüz'iyyatı ve külliyatı bildiğini ifâde etmektir; ya da O'nun kıyamet günü, bütün mahlukata, dünyada iken yapmış oldukları şeyler hususunda şahidlik edeceğini ifâde etmektir. Birinci manaya göre "şehid", bilen; ikinci manaya göre ise "haber veren" manasındadır. |
﴾ 33 ﴿