57

"İman edip de güzel amel işleyenleri ise, içinde ebedî kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada, temizlenmiş zevceler onlarındır. Onları, koyu bir gölgeye sokacağız".

Bil ki, Kur'ân-ı Kerim'de âdetullah, genel olarak, va'ad ile va'îdin peşpeşe zikredilmesi şeklinde cereyan etmektedir. Bu âyetle ilgili olarak da iki mesele bulunmaktadır;

Birinci Mesele

Bu âyet, îmanın amelden başka olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü Cenâb-ı Hak, ameli imana atfetmiştir.

Ma'tuf, ma'tûfun aleyh'den başkadır. Kâdî: "Her nezaman "iman" lafzı tek başına zikreditirse, bu ifâdeye amel de dahil olur. Yine her nezaman, iman ile birlikte amel de zikredilirse iman, "tasdik" anlamına gelir.." demiştir. Bu, uzak bir ihtimaldir. Zira aslolan, müşterek olma ile başkalığın olmamasıdır. Eğer durum böyle olmuş olsaydı, Kur'ân, mana ifâde etmekten çıkardı. Belki de, Kur'ân-ı Kerim'de dinlediğimiz bu lâfızlardan her birinin, bizim bildiğimizin dışında başka bir manası vardır. İşte Cenâb-ı Hakk'ın muradı, bizim anlayabildiğimiz mana olmayıp öteki manadır. Bu, müşterek olma ile tek başına olmanın eşit olması ihtimali görüşüne göredir. Ama, mananın aslı üzerine devam etmesi ile değişmesi ihtimalinin eşit olması görüşüne göre ise; hayır!.. Çünkü bu durumda şöyle denilmesi muhtemeldir; "Bu lafızlar, Hazret-i Peygamber zamanında, şu anda anladığımız manadan başka olan bir mana için kullanılmaktaydılar. Ama sonra, bu lafızlar şu anda anladığımız manalarda kullanılır oldular." Böylece, bu iki takdire göre de Kur'ân-ı Kerim'in, bir hüccet olmaktan çıkacağı sabit olmuş olur. Müşterekliğin ve mana değişmesinin aslın hilafına olduğu sabit olunca, Kâdî'nin görüşü bertaraf olmuş olur.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hak, kendisine itaatta bulunanların mükâfaatını beyan etme hususunda şunları zikretmiştir:

a) Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağını belirtmiştir. Zeccâc, "Altlarından., akar" ifâdesinden maksat, "Altlarından nehirlerin suları akar" şeklindedir" demiştir. Bil ki, eğer "nehir" kelimesi, suyun aktığı yerin ismi kabul edilirse, o zaman durum, Zeccâc'ın dediği gibi olur. Ama biz bunu örfe göre, o akan suyun ismi kabul edersek, böyle bir takdire gerek kalmaz.

b) Allahü teâlâ bu mükâfaatı, ebedîlik ve devamlılıkla vasfetmiştir. Bu şekildeki tavsifte, Cehm İbn Safvan'ın görüşünün reddi bulunmaktadır. Çünkü Cehm, cennet nimetleriyle cehennem azabının sonlu olduğunu, sona ereceklerini söylemektedir. Hem, sonra Allahü teâlâ, "hulûd" (uzun süre kalma) ilâdesinin yanında, "ebedîlik" kelimesini de zikretmiştir. "Hulûd" (süresizlik, daimîlik), ebedîlikten ibaret olsaydı, o zaman bir tekrar yapılmış olurdu ki, bu da caiz değildir. Böylece bu, "hulûd"un, "ebedîlik"ten ibaret olmadığına, bilakis onun sonlu olup olmadığını beyan etmeksizin, uzun bir müddet beklemekten ibaret olduğuna delâlet etmektedir. Bu temel kaide sabit olunca, bu durumda Mu'tezile'nin, Hak teâlâ'nın, "Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere, cehennemdir.." (Nisa. 93) buyruğu ile, büyük günah sahibinin cehennemde ebedî olarak kalacağı hususunda istidlalde bulunmaları geçersiz ve bâtıl olur. Çünkü biz bu âyetin delaletiyle, "hulûd"un, devamlılık değil, uzun süre kalmak manasını ifâde ettiğini bildirmiştik.

c) "Orada, onlara tertemiz eşler vardır." Bundan murad, o zevcelerin hayızdan, nifasdan ve her türlü dünyevî pislikten temizlenmiş olmalarıdır. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk'ın Bakara süresindeki 25. âyetidir. Bu konuyla ilgili nükte ve incelikleri, o âyetin tefsirinde zikretmiştik.

d)Hak teâlâ, "Onları koyu bir gölgeye sokacağız" buyurmuştur.

Vahidî, bu ifâdenin sonunda gelen (......) kelimesinin, bir iş, oluş ifâde etmediğini, böylece de bu kelimenin fail veya mef'ul mânasına geldiğinin söylenemiyeceğini, aksine (......) kelimesini niteleme hususunda bir mübalağa ifade edeceğini söylemiştir. Bu, Arapların, "simsiyah karanlık bir gece" demeleri gibidir.

Bil ki Arap ülkeleri, son derece sıcaktır. Binaenaleyh gölge, onlara göre, rahatlık vesile ve sebeplerinin en büyüklerindendir. İşte bu sebepten dolayı Cenâb-ı Hak bu ifadeyi, rahatlıktan bir kinaye kılmıştır. Nitekim, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hükümdar Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir" Keşfu'l-Hafa, 1/456 buyurmuştur. Gölge, rahatlıktan ibaret olunca, (......) kelimesi de, iyice rahat olmayı ifade eden bir kinaye olmuş olur. Gönlümün kendisine meylettiği şey budur.

İşte bu açıklama ile, şöyle diyen kimsenin sorusu bertaraf edilmiş olur:-Cennette, sıcaklığı ile eziyyet veren bir güneş yoktur. Binaenaleyh, o cenneti "koyu gölge" ile tavsif etmenin faydası nedir? Hem yine biz dünyada, kendisinde devamlı gölge bulunan ve güneşin ışınlarının kendisine ulaşamadığı, nüfuz edemediği yerlerin havasının bozuk, kokmuş ve eziyyet verici olduğunu görüyoruz. Binaenaleyh, cenneti bu şekilde vasfetmenin manası nedir?" Bizim özetle vermiş olduğumuz bu izahat ile bu tür şüpheler bertaraf olur.

Emanetleri Ehline Verme Borcu

57 ﴿