81"Hayhay!" derler. Fakat senin yanından ayrıldıkları zaman da onlardan bir güruh geceleyin senin söyleyegeldiginden başkasını kurarlar. Allah onların gizlice ne planlar kurduklarım yazıyor. Onun için sen, onlardan yüz çevir. Allah'a güvenip dayan, Allah, vekil olarak yeter". Bu, "Sen onlara birşey emrettiğinde onlar (......) yani, "Bizim işimiz gücümüz, taattir" derler" manasındadır. Bu kelimeyi, "Sana tam itaat ettik" manasında olmak üzere (......) şeklinde mansub okumak da caizdir. Bu, itaatkâr ve söz tutan adamın, birinci manada (......); ikinci manada da (......) demesi gibidir. Sibeveyh, "Fesahat ve belagatine güvenilen bazı Araplara "Nasıl sabahladın?" diye sorulduğunda, onların (......) dediklerini duydum. Sanki o Arap, "işim gücüm, Allah'a hamdetmektir" demek istemiştir" der. Bil ki bu kelimeyi mansub okumak, sadece o fiilin yapıldığını gösterir. Fakat onu merfu okumak, taat'ın devamlı ve sürekli olduğuna delalet eder. Cenâb-ı Allah, "Fakat senin yanından ayrıldıkları, yani çıktıkları zaman da, onlar bir güruh geceleyin senin söyleyegeldiğinden başkasını kurarlar" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili bir kaç mesele vardır: Zeccac şöyle der: "Üzerinde çokça tefekkür edip, faydalı mı zararlı mı diye iyice düşündükleri her şey hakkında Araplar, derler. Nitekim Cenâb-ı Allah, 'Hani onlar, (Allah'ın) razı olmayacağı sözü geceleyin konuşup düzerler"(nisa, 108) buyurmuştur. Bu kelimenin iştikakı hususunda şu iki izah vardır: a) Bu kelime, "beytutet" (gecelemek) kelimesinden müştaktır. Zira tefekküre en elverişli zaman, insanın gece evinde geçirdiği zamandır. İşte o zaman, zihinler her türlü şeyden uzak ve daha az meşgul olur. Genel olarak insan, geceleyin evinde olur. Yine genel olarak geceleyin daha iyi düşünülür. İşte bundan dolayı, üzerinde iyice düşünülen şey (gecelenilen şey) diye ifade edilmiştir. b) Bu kelime, "şiirin beyti" ifadesinden iştikak etmiştir. Ahfeş şöyle der: "Araplar, şiir söylemek istediklerinde, önce iyice düşünürlerdi. Böylece o şiirin kısımları arasında dengeyi kurmak ve manalarını yerleştirmek için iyice düşünülmüş olması bakımından, şiirin beytlerine benzeterek, üzerinde iyice düşünülen şeye Araplar mübeyyet demişlerdir." İkinci Mesele Allahü teâlâ, bu geceleyin birşeyler kurma işini, münafıklardan bir zümreye tahsis etmiştir. Bu şöyle izah edilebilir: a) Cenâb-ı Hak. bu kimselerin küfür ve nifaklarında devam edeceklerini bildiği için, bunu onlara tahsis etmiştir. Ama nifaktan döneceğini bildiği kimseleri buna katmamıştır. b)Bu grup münafık, geceleyin bir şeyler kurmak için başkalarını uyandırmaya çalışıyorlar, o başkaları ise onları duyuyor, fakat seslerini çıkartmıyor ve uykularına devam ediyorlardı. İşte bundan dolayı diğerleri zikredilmemiştir. Ebu Amr ve Hamza, tâ harfini "ti" harfine idğam ederek, şeklinde; diğer kıraat imamları ise idgamsız okumuşlardır. İdgam ile okuyanlar için şu iki izah yapılabilir: a) Ferra, "Kıraat imamları, harekelerin çokluğu sebebi ile, tâ harfini cezmetmişlerdir. Tâ sakin olunca da tâ, (-k) harfine idgam edilmiştir" demiştir. b) Tâ (-t) dal ve tâ harfleri, ağızın aynı bölgesinden çıkarlar. Aralarındaki mahreç yakınlığı bakımından, birbirine idgam edilme hususunda bunlar aynı cins harf gibi olurlar. Tı'nın "ıtbak" bakımından, tâ harfinden daha ileri olması, bu idgamı güzelleştiren bir husustur. Binâenaleyh ses bakımından daha noksan olanın, ses bakımından daha fazla olana idgam edilmesi yerinde ve güzel olur. Bu iki harfi birbirine idgam etmeden okuyanların, idgamı yapmayışlarının sebebi, bu iki harfin, iki ayrı kelimede bulunmaları ve iki ayrı mahreçten çıkmış olmalarıdır. Binâenaleyh her ikisini de, olduğu hal üzere bırakmak gerekir. Cenâb-ı Hak, fiili müennes getirerek dememiş, aksine müzekker getirerek demiştir. Çünkü, "taife" kelimesinin müennesliği hakiki değildir ve bu kelime, ferik (topluluk) ve fevc (bölük) manasınadır. Keşşaf Sahibi: "Bu ifadenin manası, "senin söylediğin ve emrettiğin şeyin aksine, veyahut da kendisinin dediği ve taatin İhtiva ettiği şeyin aksini süsleyip hoş gösterdiler. Çünkü onlar, gönüllerinde kahulü değil reddetmeyi, taatı değil isyanı saklamışlardı" şeklindedir" demiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, Allah onların gizlice ne plânlar kurduklarını yazıyor" buyurmuştur. Zeccâc bu hususta şu iki izahı zikretmiştir: a) Bunun manası, "Allah, onların gizlice ne planlar kurduklarını, kitabında sana indirir (haber verir)" şeklindedir. b) "Allah, karşılığını bulmaları için, bunu onların amellerinin yazıldığı sahifelere yazar." Sonra Cenâb-ı Hak"Onun için, sen onlardan yüz çevir" buyurmuştur. Bunun manası, "onların gizli tuttukları şeyin perdesini yırtma, onları rezil ve rüsvay etme ve onları isimleriyle anma" demektir. Allah, İslam'ın güç ve kuvvet bulmasına kadar, Hazret-i Peygamber'e münafıkların durumunu saklı tutmasını emretmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Onların tutumları hususunda, Allah'a güvenip dayan.. Zira, Allahü teâlâ, onların serlerine karşı sana yeter ve onlardan intikam alır..." buyurmuştur. "Allah, kendisine güvenip dayanan kimseler için vekil olarak yeter." Müfessirler, münafıklardan yüz çevirip onların tutumlarına aldırmama emrinin, İslâm'ın ilk yıllarında verildiğini, daha sonraysa bunun, "Ey peygamber, kâfirler ve münafıklarla savaş" (Tevbe, 73) âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir ki, bu söz, üzerinde düşünülmesi gereken bir sözdür. Çünkü münafıkların tutum ve davranışlarına aldırmama emri, mutlak bir emirdir. Binâenaleyh bu, bir defaya mahsus olmayı gerektirir. Bu sebeple, bundan sonra cihad emrinin verilmesi, onu neshetmiş olmaz. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Nübüvvetine Kur'ân'ın Delil Olması |
﴾ 81 ﴿