86"Bir selam ile selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya onu ayniyle karşılayın.. Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkıyla alandır". Âyetin, kendinden önceki âyetlerle münasebeti hususunda şu izahlar yapılabilir: a) Cenâb-ı Hak, mü'minlere cîhad etmelerini emredince, onlara, düşmanlarının razı olmaları halinde barış yapmalarını emretmiş ve âdeta "Siz de, o sulh ve barışa razı olun" demiştir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın, "Bir selam ile selamlandığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya onu ayniyle karşılayın" buyruğu O'nun, "Eğer onlar barışa meylederlerse sen de ona (sulha) yanaş" (Enfal. 61) ifadesi gibidir. b) Cihad esnasında, dâru'l-harbte ya da dâru'l-harbe yakın bir yerde, bir kimse birisine rastlar, ona selam verirdi. Ama o kimse, onun verdiği selama iltifat etmezse onu öldürürdü... Ve bazan öldürülen kimsenin müslüman olduğu ortaya çıkardı. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak bunu mü'minlere yasak etti ve onlara, kendilerine selam verip izzet ve ikramda bulunan kimselere, aynısıyla ya da daha fazlasıyla mukabelede bulunmalarını emretti. Zira o kimse kâfir olursa, ona bir çeşit izzet ve ikramda bulunması, o müslümana herhangi bir zarar vermez. Ama o kimse müslüman olur da, o da onu öldürürse, işte bu, en büyük zarar ve en büyük bozgunculuğa sebebiyyet vermiş olur. Tahiyye Kelimesinin Açıklaması (......) kelimesi (selamladı) fiilinin, "tef'iletun" vezninde masdarı olup, aslı, (tavsiye etmek) ve lendirmek) kelimeleri gibi, - dür. Araplar, Hak teâlâ'nın, cehennemeı bir atılış" (vakıa, 94) âyetinde de olduğu gibi, dört harfli fiillerde veznini, veznine tercih ederler. Böylece, (......) kelimesinin aslının, olduğu, daha sonra da, ya harflerini birbirine idgam ettikleri sabit olmuş olur. İkinci Mesele Bil ki Arapların İslâm'dan önceki âdetleri, birbirleriyle karşılaştıklarında, "Allah seni yaşatsın, uzun ömürler versin" şeklindeydi. Bu tabir (hayat, ömür) kelimesinden türemiştir. Buna göre biri diğerine, yaşaması, hayatta kalması dileğiyle dua etmek için böyle söylemektedir. Binaenaleyh, Araplara göre "tahiyye" birbirlerine "Allah seni yaşatsın, uzun'ömürler versin" demelerinden ibaret olmuş olur. İslâm döneminde ise, bu tabir "selâm" ifadesiyle değiştirildi. Böylece Araplar "tahiyye"yi selâm'in ismi kabul ettiler. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Kendisine kavuşacakları gün onlara edeceği tahiyye (sağlık dileği) selâmdır" (Ahzab, 44) buyurmuştur. Namaz kılan kimsenin, "Selamlar, Allah'adır" demesi de bu manadadır. Yani, "Belalardan emin olmak, esenlikte olmak Allah'a aittir..." demektir. Şairler de bunu söylemektedir. Nitekim Antere, "Çok eskilerden kalma bir ev harabesi tarafından selamlandın"; bir başkası da, "Selma, bizler seni selamlıyoruz!.. Öyleyse sen de bizi selamla!" demiştir. Selam, Herhangi Bir Temenniden Daha Mükemmeldir Bil ki, bir başkasına "Sana selam olsun" demesi onun "Allah seni yaşatsın..." demesinden daha tam ve mükemmeldir. Bunu birkaç yönden izah edebiliriz: a) Diri olan kimse; her türlü âfetten salim olduğunda, muhakkak ki diri ve hayat sahibidir. Ama diri olan kimse, daima salim olamaz. Bazan onun hayatı ve yaşantısı, âfet ve belâlarla iç içe olur. Binaenaleyh, kişinin "Sana selam olsun..." ifadesi, onun "Allah seni yaşatsın" demesinden daha mükemmeldir. b) "Selam", Allah'ın isimlerinden birisidir. Binaenaleyh, söze Alalh'ın zikriyle veya kullarının esenliğinin devamını istediğine delâlet eden O'nun sıfatlarından birisiyle başlamak, o kimsenin, "Allah seni yaşatsın..." demesinden daha mükemmel olur. c) Bir kimsenin bir başkasına, "Sana selam olsun" demesinde, onu esenlikle müjdeleme bulunur... Ama o kimsenin, "Allah seni yaşatsın..." demesi, böyle bir mana ifade etmez. Binaenaleyh, birincisi daha mükemmel olur. Kur'ân, hadis ve aklî deliller de, "selam" lafzının daha faziletli olduğuna delâlet etmektedir. Kur'ân'ın delâlet etmesine gelince, bu birkaç yöndendir: 1) Bil ki Allahü teâlâ, mü'minlere oniki yerde selam vermiş, esenlik dilemiştir. Birincisi: Allahü teâlâ, sana sanki ezelde selam vermiş gibidir... Zira, görmez misin ki, o kendi zatını vasfederken, "Mülk-ü melekûtun yegâne sahibi. Noksanı mûcib her şeyden pâk ve münezzeh. Selam ve selâmetin tâ kendisi..." (Haşr, 23) buyurmuştur. İkincisi: O, Nuh (aleyhisselâm)'a selâm vermiş, bundan sana da bir pay ayırarak, "Denildi ki: "Ey Nuh, sana ve maiyyetinde bulunanlardan (gelecek mü'min) ümmetlere bizden bir selâm ve bereketlerle in (gemiden)..." (Hûd. 48) buyurmuştur. Üçüncüsü: Cenâb-ı Hak, Cibril'in lisanıyla selâm vererek, "Onda melekler ve ruh, Rablerinin izniyle, her bir iş için iner de iner. O, tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmdır" (Kadr. 4-5) buyurmuştur. Müfessirler şöyle demektedirler: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ümmetinin, Hazret-i İsa ve ve Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın ümmetleri gibi olmasından endişelenince, Cenâb-ı Hak, "Sundan dolayı üzülme, çünkü ben seni dünyadan çıkarsam bile, Cibril'i senin halifen kılacağım. O, her Kadir gecesinde ümmetine inecek ve onlara benim selamımı tebliğ edecek" buyurmuştur. Dördüncüsü: Cenâb-ı Hak, Musa (aleyhisselâm)'nın lisanı ile sana (ve ümmetine) selam vermiştir. Çünkü O, "Selam, doğruya tâbi olanlara.." rrâhâ, 47)buyurmuştur. Sen, hidayete tâbi olduğun zaman, sana Musa'nın selamı ulaşmış olur. Beşincisi: Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'jn lisanıyla sana selam vermiştir. Nitekim, "riamdolsun Allah'a, selam olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına..." (Neml. 59) buyurmuştur. Allah, imana hidayet edip sevkettiği herkesi, muhakkak ki beğenip seçmiştir, Nitekim Cenâb-ı Hak, "Sonra biz o kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık" (Fatır, 32) buyurmuştur. Altıncısı: Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bizzat kendi lisanıyla selâm vermesini emrederek, "Ayetlerimize iman edenler sana geldiği zaman de ki: "Selam sizler.." (Enam, 54) buyurmuştur. Yedincisi; Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetine, sana selam vermelerini emrederek, "Bir selâm ile selamlandığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya onu ayniyle karşılayın" (Nisa, 86) buyurmuştur. Sekizincisi: Ölüm meleğinin lisanıyla sana selam vererek, ", . ki bunlar, meleklerin pak ve âsûde olarak canlarını alacakları kimselerdir... selam sizlere..." (Nahl, 32) buyurmuştur. Bu hususta şöyle bir rivayet bulunmaktadır: "Ölüm meleği, müslümanın kulağına, "Cenâb-ı Hak sana selam yolladı ve "Bana icabet etsin, çünkü gerek benr gerek cennetler ve gerekse güzel huriler (hûr-i 'ıynler) sana müştaktırlar" dedi" der. Bu müjdeyi duyan mü'min kimse, ölüm meleğine, "Bu müjdeyi verene, tarafımdan bir hediyye vardır. Canımdan daha aziz ve daha değerli bir hediyye yoktur... O halde, sana bir hediyye olmak üzere al canımı!.." der. Dokuzuncusu: Temiz ve temizlenmiş ruhlar tarafından sana selam verilir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Eğer ashab-ı yeminden ise, artık ashab-ı yeminden selam sana.." (vakıa, 90-91) buyurmuştur. Onuncusu: Cennet bekçilerinin seçkinlerinin lisanıyla selam vererek, "Rablerini sayanlar ise, bölük bölük cennete sevk edildi. Nihayet oraya varıp kapılan açılınca, bekçiler şöyle dediler: "Selam size! Tertemiz geldiniz! Artık ebedi kalmak üzere girin buraya" (Zümer, 73) buyurmuştur. Onbirîncisi: Ümmet-i Muhammed cennete girdiğinde, melekler onları ziyaret ederek selam verirler. Cenâb-ı Hak, "Melekler de herbir kapıdan onların yanına girecekler ve, "sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere selam.. Dünya hayatının ne güzel sonucudur bu!" (Rad 23-24) buyurmuştur. Onikincisi: Vasıtasız olarak doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'ın selamıdır. Ki bu O'nun, "Kendisine kavuşacaktan gün, onlara edeceği sağlık dileği selamdır.." (Ahzâb, 44) ve "Çok merhametli Hab'den bir de selam vardır" (Yâsin. 58) âyetleriyte beyan ettiği husustur. İşte bu esnada, herkesin selamı yok'olur. Zira, Hâlık'ın nurunun tecellisi karşısında, mahlûkat baki kalamaz. 2) Selamın faziletine delâlet eden Kur'ânî delillerden birisi de şudur: Esenlik ve ikrama en fazla ihtiyaç duyulan vakitler üçtür. Başlangıç (doğum), ölüm ve öldükten sonra dirilme vakitleridir. Allahü Teâlâ Yahya (aleyhisselâm)'ya ikram edince, ona, bu üç vakitte esenlik va'adederek ikramda bulunmuş ve, "Dünyaya getirildiği gün de, öleceği gün de, diri olarak kaldırılacağı gün de ona selam olsun" (Meryem. 15) buyurmuştur. İsa (aleyhisselâm) da aynısını söyleyerek, "Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de selam benim üzerimedir" (Meryem, 33) buyurmuştur. 3) Cenâb-ı Hak, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yapıfan ta'zim ve saygıyı belirterek, "Şüphesiz ki Allah ve melekleri, o peygambere çok salât (ve ta'zîm) ederler..." (Ahzab. 56) buyurmuştur. Bu âyetin tefsiri hususunda şu rivayet edilmiştir: "Yahudiler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına girdiklerinde, "Ölüm sana!" derlerdi... İşte bundan dolayı da, Hazret-i Peygamber çok üzüiürdü. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Hazret-i Cebrail (aleyhisselâm)'i göndererek, "Eğer yahudiler, "ölüm sana!" diyorlarsa, ben de, herşeyi kuşatıcı olan celâl sıfatımla "Benden selam olsun sana!" diyorum..' buyurdu. İşte bunun üzerine, "Şüphesiz ki Allah ve melekleri, o peygambere çok salât (ve tazîm) ederler" (Ahzab. 56) âyetini indirdi. Selamtn faziletine delâlet eden hadise gelince, bu, Abdullah İbn Selâm'ın rivayet etmiş olduğu şu hadistir: "Allah Resulünün geldiğini duyduğumda, insanların oluşturmuş olduğu kalabalığa karıştım. Allah Resulünden duyduğum İnsanlar, aranızda selamı yayın... Yemek yedirin, sıla-i rahimde bulunun ve insanlar uyurken, siz geceleyin namaz kılın. (Eğer bunları yaparsanız), selam ve esenlikle cennete girersiniz" Buhari, İman, 20; Tirmizi, Et'ime, 45 (4/286-287). demesi olmuştur. Selamın Faziletine Dair Aklî Deliller Akli cihetten selamın faziletine delâlet eden hususlar ise pek çoktur: a) Ulemâ şöyle demektedir: "Hristiyanların selam şekli, ellerini ağızlarına kapamaları; yahudilerinki, birbirlerine parmaklarıyla işaret etmeleri; Mecusilerinki, başlarını eğmeleri; Araplarınki, birbirlerine, "Allah sana ömürler versin..."; hükümdarlara ise "İyi sabahlar..." demeleri; müslümanlarınki ise, birbirlerine "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun" demeleri şeklindedir. Müslümanların" bu selam şeklinin, selam çeşitlerinin en şereflisi ve en iyisi olduğunda şüphe yoktur. b) Selam, her türlü afet ve belalardan emin olmayı ihsas ettirir. Hiç şüphesiz, zarardan korunmayı temin etmeye çalışmak, bir menfaat temin etmeye çalışmaktan daha evlâdır. c) Bir fayda temin etmeyi vaadeden bir kimse, bazan onu hakkıyla yerine getirirken, bazan ifa edemez. Ama, zarar vermeyeceğine söz veren bir kimse, muhakkak ki sözünü yerine getirir... Selam, işle buna delâlet etmektedir. Böylece müslümanların selamının, bütün selam çeşitlerinin en üstünü olduğu sabit olmuş olur. Bazı şahıslar şöyle demişlerdir: "Herhangi bir eve giren Kimsenin, orada bulunanlara selam vermesi vacibtir." Onlar, bu görüşlerine delil olarak da şunları zikretmişlerdir: a) Cenâb-ı Hak, "Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, oradakilerden izin alıp onlara selam vermeden girmeyin..." (Nur, 27) buyurmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "...aranızda selamı yayın..." buyurmuştur ki, emir vücub ifade eder. b) Bir kimsenin yanına giren kimse, adeta onu arıyor demektir. Yanına girilen kimse ise, onun hayır veya şer bir maksatla aradığını bilemez. Onun yanına giren kimse, ona "Allah'ın selamı üzerine olsun..." dediğinde, onu esenlik ve emniyetle müjdelemiş, böylece onu korkularından emin kılmıştır. Müslümanlardan zararı giderip onlara zarar vermemek vacibtir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların bir kötülük görmediği kimsedir Keşfu'l-Hafa, 2/210 (Müslim'den – izahı için bkz.); Buhari, İman, 3. buyurmuştur. Binâenaleyh, sefam vermenin vacib olması gerekir. c) Selam, müslümanların bir şiarıdır. İslam'ın şeairini (şiarlarını) izhar etmek ise vacibtir. Meşhur olan görüş ise, selam vermenin vacib değil bir sünnet olduğudur. Bu, İbn Abbas ve en-Nehaî'nin görüşüdür. Alimler, selamı almanın vacib olduğu hususunda ittifak etmişlerdir ki, onların delilleri şunlardır: 1) Cenâb-ı Hakk'ın, "Bir selam ile selamtandıgınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya onu ayniyle karşılayın..." (Nisa, 86) âyetidir. 2) Selamı almamak, bir ihanet (karşıdakini hor ve hakir görmek)tir. Bu ise bir zarardır; zarar vermek ise haramdır. Selamda, en fazla söylenebilecek sözler, teşehhüdde bu kadarının varid olmuş olmasının delaletiyle, "Allah'ın selamı rahmeti ve bereketleri üzerinize ölsün!" denilmesidir. Bil ki Cenâb-ı Hak, "Siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya onu ayniyle karşılayın" buyurmuştur. Alimler, selamın en güzelinin şöyle olduğunu söylemişlerdir: Müslüman bir kimse, "Allah'ın selamı üzerinize olsun!" dediğinde, bu selam alınırken, "rahmet" sözü de ilave edilerek, "Allah'ın selamı ve rahmeti, sizin de üzerinize olsun..." denilmek suretiyle alınır. Eğer, selam veren kimse, ta başta Allah'ın hem selamını hem de rahmetini ifade etmişse, bu selamı alan kimse buna "bereket" lafzını ekler. Eğer selam veren kimse, başta bu üç şeyi de zikrederse, bu selamı alan kimse de, o üç şeyi aynen tekrar eder. Rivayet olunduğuna göre bir kimse Hazret-i Peygamber'e, "Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın selamı üzerinize olsun!" dediği zaman, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin iştir Bir başkası O'na de üzerine olsun "diye karşılık vermiştir. Bir başkası O'na, Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun!" dediğinde, Hazret-i Peygamber yine Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi senin üzerine de olsun!" cevabını vermiştir. Bir üçüncü şahıs gelerek Hazret-i Peygamber'e "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun!" deyince, Hazret-i Peygamber de "Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi senin üzerine de olsun!" karşılığını vermişti. Bunun üzerine adam, "Ya Resûlellah, benim için noksan söyledin!" Hani Allah, "Siz ondan daha güzeli ile selamı alın..." buyurmuştu, nerede!" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sen bana, söyleyeceğim bir fazlalık bırakmadın; bu sebeple, senin söylediklerini sana aynen tekrarladım" buyurmuştur. Beşinci Mesele Selam veren kimse "selam, üzerine (üzerinize) olsun"; selamı alan da, "selam sizin üzerinize de olsun" der. İşte selamda güzel olan tertib budur. Bu konuda hatırıma gelen şudur: Selam veren kimse, "Allah'ın selamı üzerinize olsun" (selamün aleyküm) dediğinde, Allah'ın ismiyle başlanmış olur. Selamı alan da, "Ve aleykümü's-selam" (selam sizin üzerinize de olsun) dediğinde, Allah'ın ismi ile sözünü bitirmiş olur. Bu, Hak teâlâ'nın "O, hem evveldir, hem ahirdir" (Hadîd, 3) âyetine de uygun düşmüş olur. Hem başlangıç, hem de sonuç Allah'ın ismi ile olunca, bu ikisi, arasında kalan şeyin, O'nun isminin bereketiyle, makbul olması beklenir. Bu tıpkı, "Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde güzelce namaz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri giderir" (hud, 114) âyetinde ifade edildiği gibidir. Binâenaleyh ilkin selam veren kimse bu sıraya uymayıp "ve aleykümü's selam" dese, sünnete muhalefet etmiş olur. Bu durumda, selam alan kimsenin de, yine "ve aleykümü's-selam" demesi uygun düşer. Çünkü selam veren birinci şahıs Allah'ın adını başta söylemeyi terkedince, ötekisi yani selamı alan, işin sonunda Allah'ı zikirle bitirmeyi terk edemez. Selamun Veya es-Selamu Demenin Caiz Olduğu Selam veren kimse isterse "selamün aleyküm" der, isterse "es-selamü aleyküm" der. Nitekim, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Nuh "Ya Nuh, bizden bir selam ile, in" (hûd, 48) dedi; Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'den naklen, "selam sana olsun. Senin için Rabbime istiğfar edecegtm" 48); Hazret-i Lût (aleyhisselâm)'un kıssasında, "(o melekler) "selam"'demişlerdi, (Hazret-i İbrahim de) "selam" dedi." (Zariyat, 25); Yahya (aleyhisselâm)'ya "Ona selam olsun" (Meryem. 16) ; Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen de, "De ki: "Hamdolsun Allah'a, selam olsun Onun beğenip seçtiği kullarına" (Neml. 59); meleklerden naklen, "Melekler her bir kapıdan onların yanına sokulacak (ve) "sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere selam olsun" (Rad, 23-24); kendisinden "Çok merhametli Rablerinden bir selâm..."(Yâsin.58)ve "Deki: "Selam sizlere..." (Enam, 54) buyurmuştur. Bu kelimeyi elif-lamlı olarak es-selamü şeklinde de şu âyetlerde getirmiştir: Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'dan naklen, Artık İsrailoğullarını bizimle gönder. Onlara işkence etme. Biz, sana Rabbinden hakiki bir âyet getirdik. Selam doğruya tabî "olanlaradır" (Taha, 47) ve Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'dan naklen "Doğduğum gün de, öteceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de selam benim üzerimedir" (Meryem, 33) buyurmuştur. Böylece her iki şekilde kullanmanın da caiz olduğu sabit olur. Fakat namazdan çıkmak için mutlaka "es-selamu aleyküm" şeklinde elif-lamlı getirilmesi hususunda alimler ittifak edip, bunun dışında kalan yerlerde, "elif-lamlı mı, elif lamsız mı getirmek efdaldir?" konusunda ihtilaf etmişlerdir. Selâmün Diye Nekire Olarak Söylemeyi Efdal Bulanlar Bazıları elif-lâmsız (nekire) olarak kullanmanın efdal olduğunu söylemişlerdir. Bunların delilleri şunlardır: 1) Bu kelime, Kur'an'da daha çok nekire olarak kullanılmıştır. Binâenaleyh nekire olarak kullanılması daha efdaldir. 2) Yukarıda yazdığımız âyetlerde de olduğu gibi, gerek Allah, gerek melekler, gerekse mü'minlerce, bu kelime nekire olarak kullanılmıştır. Fakat marife (elif-lamlı) Olarak kullanılışı, insanın kendi kendisine selamı için kullanılmıştır. Nitekim Hazret-i Musa (aleyhisselâm) "es-selam, doğruya tâbi olanlaradır" (Tâhâ. 47) ve Hazret-i İsa (aleyhisselâm), "es-selam benim üzerimedir..." (Meryem. 33) demiştir. 3) Akla uygun olan şudur: Elif-lamlı olan selam kelimesi, ifade ettiği şeyin aslına, nekire olan ise ifade ettiği şeye, kemal vasfı ile beraber delalet eder. Binâenaleyh nekire oluşu daha evladır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sünnet olan, binitimin yayaya; ata binenin, eşeğe binene; küçüğün, büyüğe; az sayıda olanların çok sayıda olanlara, ayakta olanın oturana selam vermesidir" Müslim, Selam, 1 (4/1703). buyurmuştur. Ben derim ki: Birincisinin, şu iki sebebi olabilir: a) Binitli olan daha heybetlidir. Binâenaleyh onun selamı, kendisinden korkulmasını gidermeyi ifade eder. b) Onun tekebbür etme ihtimali daha fazladır. Binâenaleyh bu tekebbürü kırmak için, önce onun selam vermesi emredilmiştir. Ayakta olanın oturana selam vermesi hususuna gelince, bunun sebebi şudur: Çünkü ayakta olan, oturanın yanına gelmektedir. Binâenaleyh gelenin, hayır ile (iyi niyetle) gelmesi gerekir. Selamda sünnet olan, onu sesli olarak vermektir. Çünkü bu, sevinci ve sevgiyi daha fazla kalbe sokar. Selamda sünnet olan, onu yaymak ve her mü'mine vermektir. Çünkü selamı belli kimselere tahsis etme, nefret doğurur. Selam esnasında musafaha etmek, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in adetidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "İki Müslüman musafaha yaptığında, ağacın yapraklarının döküldüğü gibi, günahtan dökülür" Ebu Davud 142 (4/354); İbn Mace 15(2/1220) (Aynı manada bir hadis). buyurmuştur. Onbirinci Mesele Ebu Yusuf, "Bir kimse, bir başkasına "Falancaya benden selam söyle" dediğinde, o kimsenin bu selamı iletmesi vacib olur" demiştir. Bir adamla karşılaştığında, hem o adama, hem de o adama müvekkel olan iki meleğe selam vermeyi kastederek, "selamün aleyküm" (selam üzerinize olsun) de. Çünkü sen onlara selam verdiğinde, o iki melek de senin selamını alırlar. Selamı melek tarafından alınan kimse, Allah'ın azabından kurtulur. İçinde kimse bulunmayan bir yere ve eve girdiğinde selam ver. Zira, a) Sen, bu durumda, kendi kendine Allah'ın selamını vermiş olursun. b) Orada bulunan mü'min cinlere selam vermiş olursun. c) Orada bulunan şeytanlardan ve her türlü eziyet verecek şeyden, verdiğin selamın bereketi ile, selamette olmayı istemiş olursun. Sünnet olan, gerek selamı verenin, gerekse alanın, temiz oldukları halde selamlaşmalarıdır. Rivayet olduğuna göre birisi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) def-i hacette bulunurken Ona selam vermişti. Bunun üzerine, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) def-i hacetten kalkmış, teyemmüm etmiş ve sonra onun selamını almıştır. Onbeşinci Mesele İki müslüman birbiri ile karşılaştığında, herbiri kendisinin daha mütevazı olduğunu göstermek için, önce selam verme gayretine girmeleri sünnettir. Selam Vermenin Caiz Olmadığı Durumlar Biz şimdi de, selam verilmesi caiz olmayan, şu sekiz yeri sayalım: a) Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yahudilerle karşılaştığında ilk selam veren kendisi olmazdı. Ebu Hanife (r.h)'nin, ne mektup yazmada ne de başka bir durumda onlara selam ile başlanamıyacağını söylediği rivayet edilmiştir. Ebu Yusuf'tan da, yahudilere selam verilmeyeceği ve onlarla musafaha yapılmayacağı görüşü nakledilmiştir. Sen yahudilerin yanına varırsan, "selam, hidayete tâbi olanlara olsun" de. Bazı alimler gerekirse yahudilere ilk önce sefam verilebileceğine ruhsat vermişlerdir. Fakat yahudiler bize selam verdikleri zaman, ekseri âlimler, sadece "ve aleyke" "senin de üzerine olsun" denilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Bunun aslı şudur: Onlar, Hazret-i Peygamber'in yanına girerken "es-sâmu aleyke" (ölüm sana) diyorlardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "ve aleyküm" (sizin de üzerinize...) diyordu. İşte sünnet buna göre cereyan etmiştir. Sonra burada fer'î bir mesele vardır ki o da şudur: Biz onlara "ve aleykümüs-selam" (selam sizin de üzerinize olsun) diye karşılık verdiğimizde, "ve rahmetullahi" (ve Allah'ın rahmeti...) ifadesini kullanmamız caiz midir? Hasan el-Basrî. kâfire, "ve aleykümü's-selam" denilebileceğini, ancak bir mağfiret taleb etme manasına gelen, "ve rahmetullahi" ifadesinin söylenemiyeceğini belirtmiştir. Şa'bi'ye, bir hristiyana "Allah'ın selamı ve ranmeti üzerinize olsun" (ve aleykümüs selamu ve rahmetüllahi) dediğinde, bu husus hatırtatılınca, "o hristiyan zaten Allah'ın rahmeti içinde yaşamıyor mu?" dediği rivayet edilmiştir. b) İmam cum'a hutbesini okurken, cemaata gelen kimsenin, insanlar toplanma ile meşgul oldukları için, selam vermesi uygun olmaz. Fakat eğer o selam verir ve cemaattan bazıları selamını alırsa, bunun da bir mahzuru yoktur. Eğer onlar selam işareti yapmakla iktifa etseler, daha iyi olur. c) İnsan hamama girip, insanları peştemal sarınmış olarak görür ise, onlara selam verir. Eğer içerideki insanlar peştamalsız (çıplak) iseler, onlara selam vermez. d) Kur'an okuyan kimseye, selam vermemek daha evlâdır. Çünkü o selamı alırsa, kıraatini kesmiş olur. Hadis rivayeti ve ilim müzakeresi ile meşgul olanlar hakkındaki hüküm de aynıdır. e) Zikrettiğimiz sebebten ötürü, ezan okuyan ve kamet getiren kimseye de selam verilmez. F)Ebu Yusuf, tavla oynayan, şarkı söyleyen ve güvercin (kuş) uçuran kimselere selam verilmeyeceğini söylemiştir. Herhangi bir günah ile meşgul olan herkese de selam verilmemesi aynı hükme tabidir. g) Def-i hacetteki kimseye de selam verilmez. Zira bir müslüman, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) def-i hacette iken, ona rastlar ve selam verir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), duvarın arkasından kalkar, teyemmüm eder ve sonra adamın selamını alıp, "Eğer, "Ona selam verdim de, selamımı almadı" demenden çekinmeseydim şimdi senin selamını almazdım. (Bundan sonra) beni bu halde gördüğünde, bana selam verme. Eğer selam verirsen, selamını almam" buyurur. Bir insan, evine girdiğinde hanımına selam verir. Eğer evinde, yabancı bir kadın bulunursa selam vermez. Selamı almanın hükümleri, sekizdir: 1) Cenâb-ı Hakk'ın "Bir selam ile selamlandığmiz vakit siz ondan daha güzeli ile selamı alın" âyetinden dolayı, selamı almak farzdır. Bir de selamı almamak, bir hor ve hakir kılma (küçümsemedir. Küçümseme ise bir zarardır ve zarar vermek haramdır. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, "Bir müslüman topluluğa uğrayan ve onlara selam veren kimsenin selamını onlar almazlar ise, Ruhu'l-Kudüs (Cebrail) onlardan ayrılır ve o kimsenin selamını melekler alır" dediği rivayet edilmiştir. 2) Selam almak, farz-ı kifayedir. Selam verilen topluluktan bir kısım insanlar selamı aldıklarında, bu farziyet diğerlerinden düşer. Selam verene karşı bir değer verme ve İkramı göstermek için, hepsinin bu selamı alması daha evlâdır. 3) Selamı hemen almak farzdır. Binâenaleyh bir kimse selam almayı geciktirir ve zamanı geçerse, zamanı geçtikten sonra selamı alsa bile bu, selam alma değil, sanki yeni selam verme gibi olur. 4) Bir kimseye mektupta bir selam geldiğinde, ona da mektupla karşılık vermek farzdır. Çünkü Allah tealâ, "Bir selam ile selamlandığınız vakit siz ondan daha güzeli Ues selamı alın.." buyurmuştur. 5) Bir kimse selam verdiğinde, selamı alan kimsenin, "ve aleykümüs-selam" demesi farzdır. Fakat Cenâb-ı Hakk'ın "Dahagüzeli ile selamı alın" emrine girebilmesi için, buna "ve rahmetullahi ve berekâtuhu" ifadesini eklemek sünnettir. Ama selam veren kimse eğer, "es-selâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu" derse, âyetin zahiri, bu selamı alacak kimsenin, "ve aleykümü's-selam" demekle iktifa etmesinin caiz olmadığını gösterir. 6) Ebu Hanife (r.h)'nin, "selamı alan kimsenin, sesini çok yükselterek selamı alması doğru değildir" dediği rivayet edilmiştir. 7) Yabancı bir kadın insana selam verse, selam verilen kimse de onun selamını almada bir fitne ve töhmet olmasından korksa, selamı alması vacib değildir. Aksine evla olan erkeğin de selam vermemesidir. 8) Biz, erkeğin de yabancı kadına selam vermeyeceğini söyledik. Zira kadının selamı alması vacib değildir. Çünkü erkek zaten yasak olan bir iş yapmıştır. Binâenaleyh o işin varlığı yokluğu birdir. Yapılan Hibaden Şahsın Vazgeçmesi Mümkün Müdür? Daha önce de açıkladığımız gibi, selam, ikramda bulunmaktan bir kinayedir. Binâenaleyh her türlü ikram, bu "selam" kelimesinin muhtevasına girer. Bunu iyice kavradığında biz deriz ki: Ebu Hanife (r.h), "Bir kimse, mahremi olmayan kimseye bağışta bulunsa, o bağışa karşılık bir bağış almadıkça, ondan vazgeçebilir. Fakat ona bir karşılık aldığında, ondan dönemez" demiştir. Şafiî (r.h) ise, o kimsenin çocuğuna verdiği bağıştan (hibeden) dönebileceğini, fakat akrabası olmayan birisine yaptığı bağıştan dönemeyeceğini söylemiştir. Ebu Bekir er-Razi (el-Cessas), Ebu Hanife'nin doğruluğuna, bu âyeti detil getirerek şöyle demiştir: "Hak teâlâ'nın, "Bir selam ile selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın" âyetinin manasına, birşeyi teslim edip verme de girer. Dolayısı ile "birşey teslim edip verme" ifâdesine, hibe de girer. Âyetin muktezasına göre, daha iyisi ile karşılık verilmediğinde hibeden vazgeçilmesi gerekir. Bu gerekli sayılmasa bile, en azından caizdir." İmam Şafiî (r.h) şöyle demiştir: "Âyetteki emir, mendub oluşu gösterir. Zira hibeye, daha azı ile karşılık verildiğinde, her ne kadar âyetin zahiri daha iyisi ile karşılık verilmesi gerektiğini ifade ediyor ise de, icmaya göre, ondan vazgeçmek mümkün değildir." Şafiî böyle deyip sonra buna, Ibrr Abbas ile İbn Ömer'in, Hazret-i Peygamber'den rivayet ettikleri şu hadisi delil getirmişlerdir: O, şöyle buyurmuştur: "Babanın çocuğuna verdiği şeyler hariç, hiç kimsenin yapnğ, bağıştan veya hediye ettiği hibeden dönmesi helal olmaz, " Buhari, Hibe, 30; Nasaı, Hibe, 2 (6/265). İşte bu hadis, yabancı kimseye yapılan hibeden dönmenin haram, babanın evladına yaptığı hibeden dönmesinin ise caiz olduğu hususunda bir nasstır. Cenâb-ı Hakk'ın "El-Hasib" İsminin İzahı Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkıyla alandır" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Bu ifadede yer alan ifadesi hakkında iki görüş bulunmaktadır: a) Bu, tıpkı yiyen, içen ve oturan manasında olmak üzere, kelimeleri gibi, (insanı) yaptıklarından dolayı hesaba çeken, muhasebe eden manasındadır. b) Arapların "Bana kâfidir, yeter!" manasında söyledikleri, tabirinde olduğu gibi, "yeten, kâfi gelen.." manasındadır. Cenâb-ı Hakk'ın, Bana Allah yeter" (Tevbe. 129) ifâdesi de böyledir. Bu ifadeden maksad, va'id (tehdid)dir. Biz daha önce bir müslümanın, yine müslüman bir adama selam verdiğini; sonra bu müslümanın, selam veren o adamın halini iyice araştırmayıp, malını almak arzusu ile, (kâfir diye) onu öldürdüğünü; Allahü teâlâ'nın da bunu men ederek, "Bir selam ile selamlanûığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın veya onu ayniyle karşılayın" yani "onu öldürmeye yeltenmekten kaçınınız" buyurduğunu açıklamıştık. Sonra Hak teâlâ, buyurmuştur: Bu, "O, amellerinize mukabil sizi hesaba çeker ve amellerinizin karşılığını size vermede katidir. Binâenaleyh bu mükellefiyete muhalefet etmekten kaçınınız" demektir. Bu ifade kanın (hayatın) muhafazasına ve kan dökmekten men etme hususunda, büyük bir itina gösterildiğine delalet eder. |
﴾ 86 ﴿