176"(Habibim) senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayanın mirası hakkındaki hükmü (şöyle) açıklar: Eğer, çocuğu olmayan bir erkek ölür, geride onun bir tek kızkardeşi kalırsa terikesinin yarısı o (kızkardeşindir). Eğer (geride kalan), erkek kardeş ise, o, çocuksuz ölen kızkardeşinin terikesine vâris olur. Eğer (aynı şekilde geride kalanlar), iki kızkardeş ise, erkek kardeşin tertkesinin üçte ikisini alırlar. Eğer (aynı şekilde geride kalanlar), erkek ve kız kardeşler ise, o zaman erkek için dişinin hissesinin iki kah vardır. Allah size şaşırırsınız diye, (hükümlerini) açıklıyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir" Bil ki Allahü teâlâ, sûrenin sonu başına uygun düşsün diye, bu sûrenin evvelinde mallarla ilgili hükümlerden bahsetmiş ve sonunu aynı mevzu ile bitirmiştir. Sûrenin ortası ise, hak dine ters düşmüş olan fırkalarla tartışmayı ihtiva etmektedir. Ehl-i ilim şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ, "Kelâle" hakkında iki âyet indirmiştir. Birincisi, kış mevsiminde inmiştir ve bu sûrenin baş kısmında yer alır. Diğeri ise, yazın inmiştir ve bu âyettir. Bundan dolayı, bu âyete "sayf (yaz) âyeti" denir. "Kelâle"-nin, hem vâris olan, hem de vâris olunan için kullanıldığını daha önce anlatmıştık. Binâenaleyh eğer bu kelime, vâris olan için kullanılır ise, "Kelâle", ölenin babası ile çocuğu dışındaki mirasçılarıdır. Eğer bu kelime vâris olunan için kullanılır ise, "Kelâle", ebeveyninden biri ile hiçbir çocuğu kendisine vâris olmayan ölen kimse demektir. Sonra Cenâb-ı Hak, "Eğer çocuğu olmayan bir erkek ölür, geride onun bir tek kızkardeşi kalırsa, terikesinin yarısı o kızkardeşindir" buyurmuştur. Bu âyetteki (......) kelimesi, hemen sonra geten fiilin açıkladığı, aynı kök ve manadaki (mahzuf) bir fiilin faili olarak merfû kılınmıştır. Âyetteki , çocuğu olmayan" ifadesi sıfat olduğu için mahallen merfudur. Bunun takdiri, "çocuğu olmayan bir erkek ölürse" şeklindedir. Bil ki âyetin zahirinde üç kayıt ve şart bulunmaktadır: 1) Âyetin zahiri' ölenin çocuğu olmaması şartıyla, kızkardeşin, mirasın yarısını almasını, ama çocuk bulunduğu zaman, mirasın yarısını almamasını gerektiriyor. Halbuki durum böyle değildir. Aksine kızkardeşin, mirasın yarısını alabilmesinin şartı, ölenin erkek çocuğunun olmamasıdır. Eğer ölen erkeğin kız çocuğu bulunursa, o zaman kızkardeş, yine malın yarısını alır. 2) Âyetin zahiri, ölen kimsenin çocuğu olmaması şartı ile, kızkardeşin, mirasın yarısını alacağını gösterir. Halbuki durum böyle değildir. Aksine bunun şartı, ölenin ne bir çocuğunun ne de babasının geride kalmamış olmasıdır. Çünkü kızkardeş, baba varken, icmâya göre vâris olamaz. 3) Âyetteki 'Ceride o erkeğin bir kızkardeşi olursa" ifadesinden maksad, ana-baba bir veya baba bir kızkardeştir. Çünkü ana bir kız ve erkek kardeşin, mirastaki hükmünü Cenâb-ı Allah, bütün alimlerin ittifak ettikleri gibi, bu sûrenin başlarında yer alan kelâte âyetinde bildirmiştir. Sonra Cenâb-ı Hak, "Eğer (geride kalan) erkek kardeş ise, o, çocuksuz ölen kızkardeşinin terikesine vâris olur" buyurmuştur. Yani "Erkek kardeş, ölen kızkardeşin çocuğu mevcut olmadığı zaman, bütün terikesine vâris olur. Bu, ana-baba bir veya baba bir erkek kardeş olur ise böyledir. Ama, ana bir erkek kardeş olursa, mirasın tamamını alamaz. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Eğer (aynı şekilde geride kalanlar), iki kızkardeş ise, erkek kardeşin terikesinin üçte ikisini alırlar. Eğer (aynı şekilde geride kalanlar), erkek ve kızkardeşler ise, o zaman erkek için, dişinin hissesinin iki kah vardır" buyurmuştur. İşte bu ifade, zikredilen kızkardeşin, ana bir kızkardeş olmadığına delâlet eder. Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Ebû Bekir es-Sıddîk (radıyallahü anh), bir hutbesinde şöyle demiştir: "Dikkat ediniz, Allahü teâlâ'nın, Nisa süresindeki ferâiz ile ilgili âyetlerin ilki, çocuk ve baba hakkındadır. İkincisi ise, zevç, zevce ve ana bir kızkardeşler hakkındadır. Cenâb-ı Hakk'ın Nisa sûresi'nin sonunda getirdiği âyet ise, ana-baba bir kız ve erkek kardeşler hakkındadır. Enfâl sûresinin sonundaki mirasla ilgili âyet ise, ulül-erhâm hakkındadır. Sonra Cenâb-ı Hak, "Allah size, şaşırırsınız diye, (hükümlerini) açıklıyor" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili şu açıklamalar yapılmıştır: 1) Basralılar, burada bir muzafın mahzûf olduğunu ve bunun takdirinin ise "Allah size (hükümlerini) sapmanızı hoş görmediği için, açıklıyor" şeklinde olduğunu, ama muzaf olan "kerahet" kelimesinin hazfedildiğini ve bunun tıpkı "Köye, yani ahalisine sor" (Yusuf. 82) âyetindeki gibi olduğunu söylemişlerdir. 2) Kûfeliler, bu ifadede nefy harfinin hazfedilmiş olduğunu ve bunun takdirinin "şaşırmayasınız, sapıtmayasınız diye, Allah size (hükümlerini) açıklıyor" şeklinde olduğunu ve bunun tıpkı "Allah gökleri ve yerleri, yıkılırlar diye, yani yıkılmasınlar diye, tutmaktadır" (Fatır. 41) âyetindeki gibi olduğunu söylemişlerdir. "Nazm" adlı eserin sahibi el-Cürcânî ise, âyetin, "Allah size, sapıklığı, onun sapıklık olduğunu bilesiniz ve ondan kaçmasınız diye açıklıyor" manasında olduğunu söylemiştir. Sonra Cenâb-ı Hak, "Allah her şeyi hakkıyla bilendir" buyurmuştur. Binâenaleyh O'nun açıklamaları gerçek, bildirdikleri doğrudur. Bil ki bu sûrede, çok dikkate değer bir incelik vardır. O da şudur: Sûrenin başı, Cenâb-ı Hakk'ın kudretinin mükemmelliğini anlatmaktadır. Çünkü Allah bu sûreye, "Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan Rabbinize saygılı olun" (Nisa. 1) diye başlamıştır. İşte bu ifade, O'nun kudretinin sonsuzluğuna delâlet eder. Sûrenin sonu ise, Allah'ın ilminin mükemmelliğini anlatmaktadır. Bu da O'nun, "Allah her şeyi hakkıyla bilendir" âyetidir. Rubûbiyyet, ulûhiyyet, celâl ve izzet işte bu iki sıfat ile kâimdir. Bu iki sıfattan dolayı, insanların, Allah'ın emir ve yasaklarını tutup, bütün mükellefiyetleri kabul etmeleri gerekir. Musannif F. Râzî der ki : "Bu sûrenin tefsirini, 595 (hicrî) senesinin Cumade'l-âhire ayının 12. Çarşamba günü tamamladım." |
﴾ 176 ﴿