7

"Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve "Dinledik, itaat ettik" dediğiniz zaman, onun sizden aldığı o ahdini hatırlayın. Allah'a saygılı olun. Şüphe yok ki Allah, göğüslerin sahip olduğu (sırları) bilir"

Bil ki Allahü teâlâ, geçen mükellefiyetlerden bahsedince, bunun peşinden, kullarının kabul etmeleri ve boyun eğmeleri gereken misâkı zikretmiştir.

Bunun iki sebebi vardır:

Allah'ın Nimeti

Birinci Sebep: Allah'ın, kullarına olan nimetlerinin çokluğudur... İşte bu, 'Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın" emrinden anlaşılmaktadır. Malumdur ki 'nimetin çokluğu", kendisine nimet verilenlerin nimet verene hizmet etmekle meşgul olmalarını, O'nun emir ve yasaklarına uymalarını gerektirir. Bu hususta iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Cenâb-ı Allah, "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın" buyurmuş, "Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın" diye kelimeyi çoğul getirmemiştir. Çünkü bundan maksad, Allah'ın nimetlerinin sayısının ne kadar olduğunu düşünme değil, aksine O'nun nimetlerini bir "cins" olarak düşünmektir. Çünkü bu cins nimet, Allah'dan başkasını eremeyeceği bir nimettir. Binâenaleyh kim hayat, sıhhat, akıl, hidayet, belâlardan coruma ve hem dünyevî, hem de uhrevî her türlü hayrı nasîp etme gibi nimetleri vermeye kadir olabilir? İşte bu sebeple Cenâb-ı Hakk'ın nimetinin cinsi, O'ndan başkasının veremeyeceği bir cins nimettir. Buna göre âyetteki, "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın..." emrinden maksad, O'nun nimetinin, başkasının nimetinden farklılığını düşünmeyi sağlamaktır. Zira bu, mümtaz bir nimettir. Bu farklılık da, başkasının böyle bir nimet vermeye kadir olamayışıdır. Malumdur ki, nimet her ne zaman bu şekilde olursa, ona karşı şükrü edâ etmenin gerekliliği, o nisbette tam ve mükemmel olur.

Allah'ın Nimetlerinin Unutulmasının Sebebi

Hak teâlâ'nın, "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın" emri, verilmiş olan nimetlerin unutulmuş olduğunu ihsas ettirmektedir. Binâenaleyh o nimetlerin bu kadar çok olmasına ve her zaman, her an bize peşpeşe verilmesine rağmen, unutulmuş olması nasıl düşünülebilir? Buna şu şekilde cevap verilir: O nimetler çok ve peşpeşe olmaları sebebi ile, alışılmış bir hal alırlar. Bundan dolayı da çokça verilmesi ve görülmesi, bir nevî unutulma sebebi olur. İşte bundan ötürü, muhakkik âlimler, "Allah çok zahir olduğu için, bâtındır" demişlerdir. Bu onların, "Çok zahir elması sebebi ile akıllardan perdelenen ve nurunun mükemmelliği sebebi ile akıllara görünmeyen O yüce zâtı tenzih ve takdis ederiz" sözlerinin ifâde ettiği mânadır.

Allah'ın Ahdi

İkinci Sebep: İnsanların, Cenâb-ı Hakk'ın yüklediği mükellefiyetlere boyun eğmelerini gerekli kılan sebeplerden birisi de, Allah'ın onları bağladığı (onlardan almış olduğu) ahdidir. "Muvasaka", kişinin akid yaparak, sağlam bir şekilde bağlandığı anlaşma demektir. İşte bu âyet, sûrenin başındaki "Ey iman edenler, bağlandığınız ahidleri yerine getirin..." (Maide, 1) âyetine benzer. Müfessirler bu âyette bahsedilen "Mîsâk" hususunda şu izahları yapmışlardır:

1) Bundan maksad, Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile iyi ve kötü anlarda O'nu dinleyip itaat edeceklerine dâir O'nunla sababe arasında geçen anlaşmadır. Bu mesele Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, başlangıçta (hicretten az önce) ensar ile; daha sonra Şecere-i Rıdvan altında genel olarak bütün mü'minlerle ve bu ikisi dışında muhtelif zamanlarda mü'minler ile bîatlaşmasıdır. Cenâb-ı Hak, işte peygamberinin aldığı bu mîsakı kendisine izafe etmiştir. Bu tıpkı, "Gerçekten sana biat edenler, ancak Allah'a bîat etmiş olurlar" (Fetih, 10) ve "Kim Peygambere itaat ederse, muhakkak Allah'a itaat etmiştir" (Nisa, 80) âyetlerinde buyurulduğu gibidir. Allah, daha sonra o insanların, bu mîsakı kabul edip, o müketlefiyetteri üstlenerek "Dinledik ve itaat ettik" dediklerini belirterek, bu hususu te'kid etmiştir. Sonra da o insanları, o ahid ve mîsaklarım bozmamaları için korkutup sakındırarak: "Allah'a saygılı ölün. Şüphe yok ki Allah, göğüslerin sahip olduğu (sırları) bilir" buyurmuştur. Bu, "Ahidlerinizi bozmayın ve içinizden onu bozmaya niyetlenmeyin. Çünkü böyle bir niyet kalbinize ve aklınıza gelirse, Allah onu bilir ve cezasını verme bakımından O yeter" demektir.

2) İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Bu, İsrâiloğullarının, "Tevrat'a ve Tevrat'ta bulunan herşeye inandık" dedikleri zaman, Allah'ın onlardan almış olduğu mîsâktır (sözdür). Binâenaleyh Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, peygamber olarak gönderileceği müjdesi, Tevrat'ta yer alan hususlardan biri olduğuna göre, onların Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kabul etmeleri gerekirdi."

3) Mücâhîd, Kelbî ve Mukâtil de, bu mîsâk'ın, Cenâb-ı Hakk'ın insanları Hazret-i Adem'in sulbünden çıkarıp, kendilerini yine kendilerine şâhid tutarak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (Araf, 172) dediği zaman almış olduğu mîsaktır. Eğer, "Bu görüşe göre olan ahd ve mîsakı insanlar hatırlamıyorlar. Öyle ise, onlardan bu mîsakı muhafaza etmeleri nasıl istenebilir?" denirse, biz deriz ki: Allahü teâlâ bunun böyle olduğunu haber verdiğine göre, bunun olmuş olduğunu kesinkes söylemek ve inanmak gerekir. İşte bu durumda da Allah'ın insanlara, bu ahde vefa göstermelerini emretmesi güzel ve yerinde olmuş olur.

4) Süddî, "Bu ahidden maksad, Allahü Teâlâ'nın birliğini ve dinî ahkâmının mâkuliyetini gösteren aklî ve nakli delillerdir" demiştir. Kelamcıların çoğunun tercih ettiği görüş de budur.

Allah İçin Adaleti Gerçekleştirin ve Doğru Şahitlik Yapın

7 ﴿