10

"Allah, iman eden ve salih ameller işleyenlere, "Onlar için bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfaat var" diye vaadetti. İnkâr edip, âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar da alevli ateşe arkadaş olacaklardır".

Cenâb-ı Hak, mü'minlere olan vaadini "İman eden ve salih ameller işleyenlere, "Onlar için bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfaat var" diye beyan etmiştir. Mağfiret, günahları affedip, cezasını düşürmektir. Nitekim Allah, "İşte Allah, bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir" (Furkan, 70) buyurmuştur. "Çok büyük bir mükâfaat" ifâdesi ise, onları ecirlendirmektir. Hak teâlâ'nın bu buyruğu ile ilgili şu izahlar yapılmıştır:

a) Allahü teâlâ önce, "Allah, iman eden ve salih ameller işleyenlere vaadetti" buyurmuştur. Buna karşı sanki, "Onlara neyi vaadetti?" denilmiş de Cenâb-ı Hak "Onlar için bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfaat var" cevabını vermiştir.

b) Bu ifâdenin takdiri, "Allah iman edip salih ameller işleyenlere vaadde bulundu ve onlara, "Sizin için mağfiret ve büyük bir mükâfaat vardır" dedi" şeklindedir.

c) Âyetin başındaki (vaadetti) (dedi) manasındadır. Buna göre âyetin mânası, "Allah, iman eden ve salih amel işleyenler hakkında, "Onlar için mağfiret ve ecr-i azîm vardır" dedi" şeklindedir.

d) "Onlar için bir mağfiret ve ecr-i azîm vardır" sözü, fiilinin mef'ul-ü bihidir. Yani, "Allah, onlara bunları vaadetti" demektir.

Eğer, "Cenâb-ı Hak, önce vaadedilen şeyi haber vermiş olsaydı, bu daha kuvvetli olurdu. Niçin o, önce vaadettiğini haber vermiştir?" denilirse, biz deriz ki: "Bunun, Allah'ın vaadi olduğunu haber vermek daha güçlüdür. Çünkü Cenâb-ı Hak, bu vaadi, kendisine nisbet ederek, "Allah vaadetti" buyurmuştur. İlah, herşeye kadir olan, herşeyi bilen ve hiçbir şeye muhtaç olmayandır. Gerçek ilahın böyle oluşu, vaadinden dönmesini imkânsız kılar. Çünkü vaadden dönmek, ya vaad unutulduğu için bilmemeden ötürü olur, ya vaadini yerine getiremediği için acizlikten ötürü olur, yahut o şahsın sözünü tutmasının cimriliği mani olduğundan ötürü veyahut da vaadedenin kendisinin o şeye muhtaç olmasından ötürü olur. Binâenaleyh gerçek tanrı (ilah), bütün bunlardan münezzeh ve beri olduğuna göre, vaadinden cayması İmkânsız olur. Böylece de, O'nun vaadettiğini bildirmek, bizzat va'dettiği şeyi haber vermekten daha güçlü ve kuvvetli olur. Hem sonra bu vaad haberi, insana ölümünden önce ulaştığı için, ölüm sekerâtı esnasında onun için bir sürür ve sevinç kaynağı olur da, böylece ölümün şiddeti ona hafif gelir. Öldükten sonra ise, bu vaad sebebi ile, kabir karanlığında kalışı ve kıyametin dehşeti ile karşılaştığı Arasat meydanında bekleyişi, ona kolay gelir.

Allahü teâlâ bundan sonra kâfirlere karşı olan vaîdini beyan ederek, "İnkâr edip, âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da alevli ateşe arkadaştırlar" buyurmuştur. Bu âyet, cehennemde ebedî kalışın, sadece kâfirler için olduğunu kesin olarak ifâde eden bir nasstır. Çünkü, "Onlar da alevli ateşe arkadaş olacaklardır" sözü, hasr (sadece) mânası ifâde eder. Arkadaşlık (dostluk), ayrılmamayı gerektirir. Nitekim, "Devamlı çölde bulunan, oradan hiç ayrılmayanlar" mânasında, "ashâb-ı sahra" denilir.

Hazret-i Peygamber'e Suikast Tertipleyenler

10 ﴿