13

'Onlar, (verdikleri) o kat'î teminatı çözüp bozdukları içindir ki biz kendilerini rahmetimizden kovduk, kalplerini kaskatı yaptık. Onlar, kelimeleri konulan yerlerinden değiştirirler. Onlar nasihat ve ihtar edildikleri şeylerden bir kısmını unutup terk ettiler. İçlerinden birazı müstesna olmak üzere sen onlardan daima bir hainliğe muttali olup duracaksın. Sen yine onların suçundan geç, aldırış etme. Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever".

Cenâb-ı Hak "Onlar, (verdikleri) o kati teminatı çözüp bozdukları içindir ki, biz kendilerini rahmetimizden kovduk" buyurmuştur. Bu ifâdeyle ilgili iki mesele vardır:

Ahdi Bozmalarının Manası

Onların ahidlerini, misaklarını bozmaları hususunda şu izahlar yapılmıştır:

a) Peygamberleri yalanlayıp onları öldürmek;

b) Hazret-i Muhammed'in vasıflarını gizlemek;

c) Bu ikisinin tamamını beraberce yapmak...

Lanete Uğrayıp Kalplerinin Katılaşması

Bu ifâdede yer alan "lânet"in ne demek olduğu hususunda da şu izahlar yapılmıştır:

1) Ata: "Biz onları rahmetimizden çıkardık, kovduk";

2) Hasan el-Basrî ve Mukâtil: "Biz onları çevirdik, böylece onlar maymun ve domuz haline geldiler";

3) İbn Abbas ise: "Biz onlara cizye vermelerini farz kıldık" şeklindedir" demişlerdir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Kalplerini kaskatı yaptık. Onlar kelimeleri konulan yerlerinden değiştirirler" buyurmuştur. Bu ifâdeyle ilgili de birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Hamza ve Kisaî, elifsiz ve faîle vezninde olarak, yâ harfinin şeddesiyle diğer kıraat imamları ise, elif ile şeddesiz olarak (......) şeklinde okumuşlardır. Bu kelimenin, (......) şeklinde okunması halinde şu iki izah yapılabilir:

a) Bu kelimenin, (......) anlamında olmasıdır.. Ancak ne varki, (......) kelimesi, (......) kelimesinden daha beliğdir. Bu tıpkı, (......) denilmesi gibidir (......) kelimesinin (......)'den daha beliğ olması gibi (......) kelimesi de, (......) kelimesinden daha beliğdir.

b) Bu kelime, Arapların bozuk ve adî mânasına gelen ve "şakiyyun" vezninde olan "bozuk, sahte para" ifâdesinden alınmıştır. Keşşaf sahibi: "Arapların bu sözünün de, "kasvet"ten geldiğini; çünkü katıksız altın ve gümüşün yumuşak olduğunu; içinde başka maddeler bulunan altın ve gümüşün ise kuru ve sert olduğunu" söylemiştir. Bu kelime, kendisinden sonraki harfin harekesine uyularak kâf harfinin kesresiyle şeklinde de okunmuştur.

İkinci Mesele

Âlimlerimiz "Kalplerini kaskatı yaptık" ifâdesinin, "Biz, o kalpleri, Hakk'ı kabul etmekten uzak, delillere ittibâ etmekten çevrilmiş yaptık, kıldık" şeklinde olduğunu; Mutezile ise bu ifâdenin, "Biz o kalplerin kaskatı olduğunu haber verdik" şeklinde olduğunu, nitekim, "Falanca, falancanın fâsık ve âdif olduğunu haber verdi" denildiğini söylemişlerdir.

Kitabın Kelimelerini Değiştirir ve Yanlış Mâna Verirler

Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu kaskatı oluşun neticelerinden bazılarını zikrederek, "Onlar kelimeleri konulan yerlerinden değiştirirler" buyurmuştur. Âyette bahsedilen bu tahrif işi, "bâtıl, yanlış tefsir ve te'vüler yapma" mânasına olabileceği gibi, kelimeleri değiştirme mânasına da gelebilir. Ama biz, daha önce de, birinci ihtimalin evlâ olduğunu beyân etmiştik (Nisa, 46'da). Çünkü mütevatir olarak nakledilen bir kitabın kelimelerinin değiştirilmiş olması söz konusu olamaz.

Sonra Cenâb-ı Hak "Onlar, nasihat ve ihtar edildikleri şeylerden bir kısmını unutup terk ettiler" buyurmuştur. İbn Abbas (radıyallahü anh), "Onlar, kitapları (Tevrat'ta) emrolunduklan şeylerden bir kısmını unuttular, terkettiler, o da Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e imandır" demiştir.

Sonra Cenâb-ı Allah, "Sen, onlardan dâima bir hâinliğe muttali olup duracaksın" buyurmuştur. Buradaki "hiyânet" (hainlik) ile ilgili iki izah vardır:

a) Âyette geçen "hâine" kelimesi, masdardır. Böyle masdarların, "kâfiye" ve "afiye" gibi, benzeri çoktur. Nitekim Allah, "Onlar, tâgiye ile helak edildiler" (Hakka, 5), yani "tuğyanları (azgınlıkları) sebebi ile helak edildiler"; "Onun vukuunda bir kâzibe, yani bir yalan yoktur" (vakıa. 2); ve "Orada bir lâgıye, yani bir lagiv (boş söz) işitmezler" (Gâşiye, 11) buyurmuştur. Araplar, devenin böğürmesini ve koyunun melemesini kastederek "Devenin râğiyesini ve koyunun sâğiyesini duydum" derler. Zeccâc, "Allah ona afiyet versin" denildiğini söylemiştir.

b) Âyette geçen "hâine" kelimesi, bir sıfat (ism-i fâil)dır. Buna göre mâna, "Sen onlardan dâima hâin bir grup, hâin bir kimse ya da hâin bir işe muttali olup duracaksın" şeklindedir. Bu kelime ile "hâin" mânasının murad edildiği, sonundaki "tâ"nın ise, tıpkı "allâme", ve "nessâbe" kelimelerinde olduğu gibi, mübalağa için getirildiği söylenmiştir. Keşşaf sahibi bu ifâdenin, şeklinde kıraat edildiğini de söylemiştir.

Sonra Allah "içlerinden birazı müstesna..." buyurmuştur ki bunlar, Abdullah İbn Selâm ve arkadaşları gibi, iman eden yahudilerdir. Âyette bahsedilen bu az sayıdaki müstesna kimselerin, küfürleri üzere kaldıkları hâlde, ahidlerine vefa gösteren ve sözlerinde hainlik etmeyen kimselerin de olabilecekleri söylenmiştir.

Daha sonra Hak teâlâ, "Sen yine onların suçundan geç, aldırış etme..." buyurmuştur. Bu hususta iki görüş vardır:

a) Bu âyet, Seyf âyeti (......) ile mensuhtur. Çünkü bu ifâde, kâfirleri affetmeyi ve onları bağışlamayı söz konusu etmektedir. Binâenaleyh bunun, Seyf âyeti ile neshedildiğinde şüphe yoktur.

b) Bu âyet mensûh değildir. Bu görüşe göre, âyetin şu şekilde iki izahı vardır:

1) Bu, "onların günahkârından vazgeç, daha önce yaptıkları şeylerle onları hesaba çekme" demektir.

2) Biz, âyette geçen, "içlerinden birazı müstesna" ifâdesini, "onlardan küfürleri üzere devam eden (ama ahdinde duran) kâfirler" mânasına aldığımız zaman, bu âyeti şöyle anlarız: Bu, Allah'ın, ahidlerinde (sözlerinde) durdukları müddetçe, onların küçük günahlarının bağışlamasını, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ine bir emridir.

Sonra Allahü teâlâ "Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri (muhsinleri) sever" buyurmuştur. Bu ifâde ile ilgili olarak da şu iki izah yapılmıştır:

a) İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demektedir: "Bu, "Affettiğin zaman, muhsin (iyilik etmiş) olursun. Muhsin olursan da, Allah seni sever" demektir.

b) Âyetteki "muhsinler"den murad, "içlerinden pek azı müstesna..." ifâdesi ile kastedilen kimselerdir. Bu kimselerin, içlerinden istisna edildikleri kimseler ise, Allah'a verdikleri ahdi bozanlardır. Birinci görüş daha evlâdır. Çünkü bu görüşe göre, âyetteki "şüphe yok ki Allah, muhsinleri sever" ifâdesi, Hazret-i Peygamber'le ilgilidir. Zira affetmesi ve bağışlaması emrolunan, odur. İkinci görüşe göre ise, bu ifâde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den başkası ile ilgili olur. Binâenaleyh birinci görüş daha evlâdır.

Hristiyanların da, Kitaplarının Bir Kısmını terk etmeleri

13 ﴿