67"Ey peygamber, Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan, elçiliğini tebliğ etmiş olmazsın. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kâfir olan toplumları hidâyete ulaştırmaz". Cenâb-ı Hakk'ın, "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et" emri, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, doğru yolu tutanların az olup, (asıkların çok oluşuna aldırış etmemesi ve onların hileleri ile kötü niyetlerinden korkmaması hususunda bir emirdir. İşte bundan ötürü Hak teâlâ, "Tebliğ et" yani, "Onların sırlarını ve işlerinin ne derece rezil-rüsvay olduğunu ortaya koymak için, sana indirdiğim şeyleri tebliğ etmeye sabret. Çünkü Allah seni, onların tuzaklarından ve hilelerinden korur" buyurmuştur. Hasan el-Basrî, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:“Allah beni peygamberlik vazifesi ile gönderdi. Ben ise, buna güç yetiremiyeceğimden korktum. Biliyordum ki insanlar beni yalanlayacaklar, yahudiler, hristiyanlar ve Kureyşliler beni korkutacaklar. Fakat Allahü teâlâ bu âyeti indirince bütün korkularım yok oldu. " Müsned, 1/309. (Benzeri bir hadis). Rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke döneminde Kur'ân'ın bir kısmını açıkça okuyor, bir kısmını da, müşriklerin kendisine ve ashabına aşmasından korktuğu için gizli okuyordu. Allah, İslâm'ı kuvvetlendirip, onu mü'minler ile te'yîd edince, Resulüne, "Ey Peygamber, Rabb'İnden sana indirileni tebliğ et" buyurmuştur. Bu, "Onlardan hiçbirini hesaba katma ve başına arzu etmediğin birşey gelecek korkusu ile sana indirilen âyetlerden hiçbirini geri bırakma, mutlaka söyle" demektir. Sonra Allahü teâlâ, "Eğer yapmazsan, elçiliğini tebliğ etmiş olmazsın" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Nâfî bu âyet ile, En'am süresindeki(Enam. 124) âyetindeki "risâlet" kelimelerini cemî olarak (risâlâtihi) şeklinde; A'râf süresindeki (birisâleti) (A'raf, 144) kelimesini de müfred olarak okumuştur. Âsım'dan gelen rivayete göre ise İmam Hafs bunun aksine olarak, (En'âm, 124) ile (Maide, 67) âyetlerinde bu kelimeyi müfred; (Araf, 144)âyetindekini de cemî olarak okumuştur. İbn Kesîr ise, bu üç yerde de kelimeyi müfred olarak okumuştur. İbn Amir ile Âsım'dan olan rivayetine göre, Ebu Bekir, bu üç yerde de kelimeyi cemî olarak okumuştur. Bu kelimeyi cemî okuyanların hücceti şudur; Peygamberler, şeriat hususunda birçok mesajlar ve muhtelif hükümler ile gönderilirler. Allahü teâlâ'nın, Resulüne (sallallahü aleyhi ve sellem) indirdiği her âyet, bir risâlet (mesâj)dir. Binaenaleyh bu kelimeyi cemî olarak okumak güzel ve yerindedir. Bu kelimeyi müfred olarak okumanın hücceti de şudur: "Kur'ân'ın bütünü tek bir risalet (mesaj)dır. Yine müfred lafız, cemi olmasa da bazan, cemî manasına delâlet eder. Nitekim, "çok helaki çağırın" (Furkan, 14) âyetinde olduğu gibi. Bu âyette, müfred olan "sübûr" (helak) kelimesi, cemî manası üzere gelmiştir. İşte "risâlet" kelimesi de böyledir. Çünkü bu kelime de her ne kadar müfred ise de, onunla cemî manası kastedilmiştir." İkinci Mesele Bir kimse, buyruğunun mânası, "Eğer sen O'nun risâletini tebliğ etmezsen, risâletini tebliğ etmemiş olursun" şeklindedir. Binâenaleyh bu sözün faydası nedir?" diyebilir. Müfessirlerin çoğu buna şu şekilde cevap vermişlerdir: "Bundan murad, "Muhakkak ki sen, eğer bu risaletten tek bir şeyi dahi tebliğ etmezsen, o zaman ondan hiç bir şeyi tebliğ etmemiş gibi olursun" mânâsıdır. Bana göre bu cevap zayıftır. Çünkü bir işin bir kısmını yapıp, bir kısmını yapmamış olan kimse hakkında, "o, onun hepsini yapmadı" denilse, bu söz bir yalan olur. Yine, "Bir şeyin bir kısmır; yapmamadan doğacak suçun miktarı, hepsini yapmamadan doğacak suçun miktarı kadardır" denilmesi de imkânsız ve muhaldir. Binâenaleyh müfessirlerin bu cevabı, düşer. Bence en doğrusu şöyle diyerek (cevap vermektir): Bu, şâirin şu şiirinin usulünce söylenmiş bir sözdür: "Ben, Ebu'n-Necm'im ve şiirim de şiirdir." Bu şiirin mânası "Benim şiirim, olgunluk ve fesâhatta öyle bir dereceye ulaşmıştır ki, onun hakkında, "o şiirdir" denilse, o daha fazlası yapılamıyacak şekilde iyice medhedilmiş olur" şeklindedir. Binâenaleyh bu söz, bu bakımdan tam bir mübalağa ifâde etmektedir. Âyetteki bu ifâde de aynı şekilde, "Eğer, onun risâletini (mesajını) tebliğ etmez isen, O'nun risâletini tebliğ etmemiş olursun" demektir. Yani tebliği terketmek öyle bir vebaldir ki, onun hakkında yapılabilecek en müthiş tehdid, ancak onun "tebliği terketme" olduğunu söylemektir. Böylece bu ifâde, tehdidin en ileri derecesini teşkil etmektedir, Vallahu a'lem. (Maıde 67) Âyetinin Nüzul Sebebi Müfessirler, âyetin sebeb-i nüzulü hakkında birkaç rivayet zikretmişlerdir: 1) Bu âyet, yahûdilerte ilgili olarak yukarıda (daha önce) geçmiş olan, recm (zina cezası) ve kısas hâdisesi hakkında nazil olmuştur. 2) Bu âyet, yahudilerin dini ayıplamaları, din ile istihza etmeleri ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onlara karşı sükût etmesi üzerine nazil olmuştur: 3) Tahyîr (iki şeyden birini seçme hususunda serbest bırakma) âyeti, yani "Ey Peygamber, zevcelerine de ki: "Eğer siz dünya hayatim ve onun zinetini arzu ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim ve sizin hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı peygamberini ve âhiret yurdunu diliyorsanız, ..." (Ahzâb, 26-29) âyeti nazil olduğu zaman, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımlarının dünyayı seçmelerinden korkarak bu âyeti onlara bildirmedi. Bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. 4) Bu âyet, Zeyd İbn Harise (radıyallahü anh) ile Zeynep binti Cahş (radıyallahü anh)'.in işi (durumu) hakkında nazil olmuştur. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhnha): "Kim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, vahiyden (Kur'ân'dan) birşey gizlediğini iddia ederse, Allah'a büyük bir iftira etmiş olur. Çünkü Allahü teâlâ, "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et" buyuruyor. Eğer Resûlullah, vahiyden birşeyi gizleyecek olsaydı, "Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi, içinde saklıyordun..." (Ahzâb. 37) âyetini gizlerdi" demiştir. 5) Bu âyet, cihad hakkında nazil olmuştur. Çünkü münafıklar cihaddan hoşlanmıyorlar ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onları zaman zaman cihada teşvik etmiyordu. 6) Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah'dan başkasına ibâdet edenlere sövmeyiniz. Sonra onlar da haddi aşarak, bilmeksizin Allah'a söverler" (Enam, 108) âyeti nazil olduğu zaman, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), müşriklerin ilahlarını ayıplamaktan vazgeçer. Bunun üzerine bu âyet nazil olur ve Allah, "...Tebliğet..."yani, "Onların ilahlarının ayıplarını söylemeye devam et ve bunları onlardan gizleme. Çünkü Allah seni onlardan mutlaka korur" demiştir. 7) Bu âyet, müslümanların haklan hususunda nâzit olmuştur. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Veda haccında, çeşitli hükümleri ve haccın menâsikini beyân ederken, "Tebliğettim mi?" demiş müslümanlar da, "Evet (tebliğ ettin)" demişlerdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Allah'ım sâhid ol!" demişti. 8) Rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir yolculuğunda bir ağacın altına konakladı ve kılıcını ağaca astı. Derken o uyurken, bir bedevi geldi ve Hazret-i Peygamberin (asılı) kılıcını alıp, kınından çıkardı ve: "Ey Muhammed, seni elimden kim kurtaracak?" dedi. Hazret-i Peygamber, "Allah" dedi. Bunun üzerine bedevî Arabın eli titredi, elinden kılıç düştü ve başını ağaca çarptı, öyle ki beyni dışarı fırladı. İşte bunun üzerine, Allahü teâlâ bu âyeti indirip, O'nu insanlardan koruduğunu beyân buyurdu. 9) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyşlilerden, yahûdilerden ve hristiyanlardan çekiniyordu. İşte bundan ötürü, Allah bu âyet ile, O'nun kalbindeki korkuyu giderdi. 10) Âyet, Hazret-i Alî (k.v)'nin fazileti hakkında nazil olmuştur. Bu nazil olduğu zaman, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin elini tuttu ve "Ben, kimin dostu isem, Ali de onun dostudur. Allah'ım ona dost olana sen de dost ol ona düşman olana, sen de düşman ol' Keşfu'l-Hafâ, 2/274. buyurdu. Derken Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), Hazret-i Ali (radıyallahü anh) ile karşılaştı ve "Ey İbn Ebi Tâlib, ne mutlu sana! Gözün aydın! Benim dostum ve bütün mü'minlerin ve mü'minelerin dostu oldun" dedi. Bu İbn Abbas (radıyallahü anh) Berâ İbn Âzib (radıyallahü anh) ve Muhammed İbn Ali'nin görüşüdür. Bil ki bu rivayetler çok iseler de, evlâ olan bu âyeti "Allah'ın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yahûdî ve hristiyanların hile ve tuzaklarından emin kılıp, onlara hiç aldırmadan tebliğini yapmasını emrettiği" mânasına hamletmektir. Çünkü bu âyetten önceki birçok âyet, ve yine bundan sonraki birçok âyet yahudî ve hristiyanlarla ilgili olduğuna göre, aradaki bu tek âyeti, öncesine ve sonrasına uygun düşmeyen bir mânaya hamletmek imkânsız olur. Allah Koruyacağını Vaadettiği Halde Peygamberin Yaralanması Nasıl Açıklanır Âyetteki, "Allah seni insanlardan koruyacaktır" beyanı ile ilgili şöyle bir soru bulunmaktadır: "Bu ifâde ile, Uhud günü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yüzünün yarılıp, dişinin kırılması ile ilgili rivayet nasıl birleştirilebilir?" Bu soruya iki şekilde cevap verilir: a) "Bu korumadan murad, öldürülmekten korumadır. Bu mânaya göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, öldürülme dışındaki diğer bütün belâ ve sıkıntılara katlanması gerektiği hususunda bir uyarı bulunmaktadır. Zaten peygamberlerin mes'uliyetinden daha ağır ve meşakkatli bir sorumluluk yoktur. b) Bu âyet, Uhud savaşından sonra nazil olmuştur. Bil ki "insanlar" kelimesinden burada kâfirler kasdedilmiştir. Çünkü Allahü teâlâ, (bundan sonra), "Şüphesiz ki Allah, kâfir olan toplumları hidâyete ulaştırmaz" buyurmaktadır. Bu buyruk, "Allah o kâfirleri, istediklerini yapmaya muvaffak kılmaz" demektir. Enes (radıyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre, bu âyet nazil oluncaya kadar, Sa'd ve Huzeyfe (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e muhafızlık yaparlardı. Bu âyet gelince, o, deri çadırından başını uzatarak, "Ey insanlar artık gidin. Çünkü Allah beni İnsanlardan (kâfirlerden) korudu (koruyacak)" dedi. Allah'ın Talimatlarını Uygulamanın Farz Olduğu |
﴾ 67 ﴿