5"İşte onlar, hakkı, kendilerine gelince yalanlamışlardır. Fakat yakında onlara ne ile alay etmekte olduklarının haberleri gelecektir". Bil ki Allahü teâlâ, o kâfirlerin hallerinin şu üç mertebe üzere olduğunu belirtmiştir: Birinci mertebe, onların deliller karşısında, düşünmekten ve apaçık burhanlardan yüzçevirici olmalarıdır. İkinci mertebe, onların o beyyine ve delilleri yalan saymalarıdır. Bu, bir öncekinden daha ileri derecede bir mertebedir. Çünkü birşeyden yüzçeviren, bazan o şeyi yalanlamaz, aksine ona sataşmaz ve aldırmaz. Binaenaleyh o, delili tekzib edince, bu o delilden yüz çevirmeden daha ileri birşey olur. Üçüncü mertebe, o kâfirlerin, gelen beyyine ve deliller ile istihza ve alay etmeleridir. Çünkü birşeyi tekzib eden kimsenin bu tekzibi (yalanlaması), bazan istihza noktasına kadar varmaz. Binaenaleyh kâfirin tekzibi bu noktaya varınca, inkârda da zirveye ulaşmış olur. Binaenaleyh Allahü teâlâ o kâfirlerin işte bu sıra ile, bu üç mertebeyi geçtiklerini beyan etmiştir. Alimler âyette geçen "hak" kelimesinden maksadın ne olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir: "Bunun, mu'cizeler manasında olduğu" söylenmiştir. İbn Mes'ûd, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken ay (mu'cize olarak) ikiye ayrıldı ve iki tane oldu. Bir parçası gitti, bir parçası kaldı" demiştir. "Hak" kelimesinin, "Kur'ân" veya, "Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)" veya "Hazret-i Muhammed'in şeriatı ve getirdiği hükümler" veyahut da, "Cenâb-ı Hakk'ın, bazan kendisi ile teşvik ettiği bazan da sakındırdığı vaad ve valdleri" manasına olduğu söylenmiştir ki evla olan, sayılan bütün bu şeylerin, "hak" kelimesinin manasına dahil olmasıdır. Âyetteki, "'Fakat yakında onlara ne ile alay etmekte olduklarının haberleri gelecektir" ifadesinden murad, bir va'îd (tehdid-i ilahî) ve onları yaptıkları bu istihzadan men etmedir. Binaenaleyh âyetteki, "haberler" kelimesinden murad, haberlerin kendisi değil, Allah'ın haber verdiği azab-ı ilâhîdir. Bunun bir benzeri de, "Mutlaka Onun mühim haberini, bir müddet sonra bileceksiniz" tsad, ssıâyetidir. Hakîm olan Allah, bir fehdidde bulunduğu zaman çoğu kez, "korktuğun başına geldiğinde bu işin haberini bilip tanıyacaksın, o zaman anlayacaksın!" der. Çünkü "va'îd" mânasına olan haberden maksad, inecek azâb ve cezayı bilmek olup, bizzat cezanın kendisi değildir. O azab geldiğinde, verilen haber gerçekleşmiş olur ve insanın bu husustaki şüphesi yok olmuş olur. Bu azabdan muradın, dünyevî bir azab olması muhtemel olduğu gibi -ki bu Bedir'de kâfirlerin başına gelen hezimettir- uhrevî bir azab olması da muhtemeldir. |
﴾ 5 ﴿