12

"De ki: "Göklerde ve yerde olan her şey kimin?" De ki: "Allah'ındır." O, rahmeti kendi üstüne yazmıştır. Hepinizi hakkında hiçbir şüphe olmayan Kıyamet gününe toplayacaktır. Nefislerini ziyana uğratanlar (yok mu?) İşte iman etmeyecek olanlar onlardır".

Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki, bu âyetin getirilmesinin maksadı, yaratıcıyı, âhireti ve nübüvveti isbat etmektir. Bunun izahı şöyledir: Gerek yüce, ulvî âlemin, gerekse süfli âlemin halleri, bütün cisimlerin, zıdlarıyla ve aksi sıfatlarla da muttasıf olmalarının caiz olduğu birtakım sıfatlarla vasfedilmiş olduklarına delâlet etmektedir. Durum böyle olunca, bu maddelerin kısımlarından her bir kısmının muayyen bir takım sıfatlarla tahsis edilmeleri, mutlaka o cisimlere bu muayyen sıfatları veren hakîm, kadir ve hür irâde sahibi bir yaratıcının "varlığından olmuştur. Bu da, âlemin, içindeki bütün şeylerle birlikte Allah'ın mülkü olduğuna delâlet etmektedir.

Bu sabit olunca, Hak teâlâ'nın "i'âde" (tekrar yaratma), haşır ve neşre kadir olduğu da sabit olur. Çünkü Allah'ın insanı ilk terkibi (yaratması), ancak bütün mümkinâta kadir ve bütün malûmatı âlim olduğu için meydana gelmiştir. Bu kudret ve ilmin yok olması imkânsızdır. Bundan dolayı ikinci kez yaratmanın da doğru olması gerekir. Yine sabit olur ki Allahü teâlâ, kendisine itaat olunan bir hükümdardır. Kendisine itaat olunan melîk ise, kulları üzerinde emir ve nehiy yetkisi bulunan ve binaenaleyh bir mübelliği (bu emir ve nehiyleri ulaştıranı) olması gereken kimsedir. Bu da, Allah tarafından insanlara peygamberler gönderilebileceğini göstermektedir. Böylece bu âyet-i kerîmenin bu üç esasın isbatı hususunda yeterli ve kâfî olduğu sabit olur. İşte Cenâb-ı Allah daha önce bu üç esasdan bahsetmiş olduğu için, bunların peşisıra, açıkladığımız şekilde bu esasların hepsini ortaya koymak için bu âyeti zikretmiştir. Allah en iyi bilendir.

İkinci Mesele

Âyetteki "Deki: "Göklerde ve yerde olan herşey kimin?" cümlesi bir sorudur; "De ki: "Allah'ındır" ifâdesi de bir cevaptır. Binâenaleyh Allah, peygamberine önce soru sormasını emretmiş, sonra da bu şekilde cevap vermesini söylemiştir. Bu cevap, hiç bir münkirin inkâr edemeyeceği ve hiçbir müdafiin savunamayacağı (karşı çıkamayacağı) şekilde, son derece açık olduğu zaman, güzel ve yerinde olur. Biz bütün cisimlerin zâtlarında ve sıfatlarında, sonradan meydana gelmenin ve mümkin varlık olmanın eserlerinin apaçık ve aşikâr olduklarını beyân edince, bunların tamamen Allah'ın mülkü ve O'nun tasarruf ve kudretinin geçerli olduğu şeyler olduğunu itiraf etmek gerekir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, peygamberine önce soru sormasını, sonra da bu şekilde ikrar etmenin, kesinlikle karşılık verilemeyecek bir şey olduğunu göstersin diye, bu şekilde cevap vermesini emretmiştir. Hem o müşrikler bütün âlemin Allah'ın mülkü ve milki olduğunu ve bu mânada herşeyin O'nun tasarrufu, hakimiyeti ve kudreti altında olduğunu kabul ediyorlardı. Nitekim Allah buhususu, "Eğer sen onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka, "Allah (yarattı)" derler" (Zümer, 38) âyetinde belirtmiştir.

Allah'ın Rahmetinin Genişliği

Sonra Cenâb-ı Hak, işte bu yolla, ulûhiyyetinin kemâlini ve bütün mahlûkat üzerinde kudret ve tasarrufunun geçerliliğini beyân edince, bunun peşinden mahlûkata nasıl merhametli olup, onlara ihsanda bulunduğunu bildirerek, "O, rahmeti kendi üstüne yazmıştır" buyurur. Buna göre sanki, "O (Allah), kendi adına, in'âm etmeyi ve yaptığı in'âmlarını tekrarlamamayı istememiş, aksine devamlı in'âm etmeyi ve gelecekte de in'âmını hep tekrar etmeyi istemiştir. Binâenaleyh O, kendisine bunu yazmış ve bunu bir lütuf, bir kerem olarak kendisine farz kılmıştır" demiştir.

Alimler bu âyette geçen "rahmet" kelimesi ile ne kastedildiği hususunda ihtilaf etmişler, bazıları: "Bu rahmet, Allahü teâlâ'nın ömürleri boyunca onlara mühlet verip, onlar üzerinden "köklerini kazıma" azabını kaldırıp, onlara bu dünyada peşin-ceza vermemesidir" demişlerdir. Bundan muradın, "Allah, peygamberlerini tekzîb etmeyi bırakıp tevbe eden, o peygamberlerini tasdîk eden ve şeriatlarını kabul eden kimseler için, rahmeti kendisine yazıp farz kıldı" mânası olması da söylenmiştir.

Bil ki Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinin geniş olduğu hususunda pek çok hadisler gelmiştir. Mesele Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: 'Allahü teâlâ, yaratma işini bitirince, "Rahmetim, gazabımı geçmiştir" diye yazdı."

Eğer, "Rahmet, hayrı istemektir. Gazap ise, intikam almayı istemektir. Bu hadisin zahiri de, bu iki istekten (iradeden) birinin diğerinden önce olduğunu göstermektedir. Başka birşeyden önce olan şey muhdestir (sonradan olmadır). Binâenaleyh bu ifâde, Allah'ın irâdesinin muhdes (sonradan var) olmasını gerektirir" denilir ise, biz deriz ki: "Hadiste bahsedilen öne geçmeden murad, zaman bakımından değil, çokluk bakımından bir geçiştir."

Selmân (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allahü teâlâ gökleri ve yeri yaratınca, yüz tane de rahmet yaratmıştır. Her bir rahmet gök ile yer arasını dolduracak kadardır. Allah'ın kendi katında doksandokuz rahmeti vardır. Allah, mahlûkatı arasında rahmetin bir cüz'ünü paylaştırmıştır ki bu rahmet sayesinde mahlûkat birbirine şefkat ve merhamet eder. Bunun en sonunda arta kalanını da sadece müttakîlere vermiştir."

Kıyamet ve Kıyametle Rahmetin Münasebeti

Allahü teâlâ'nın "Hepinizi Kıyamet gününe toplayacakta-" cümlesiyle ilgili birkaç konu vardır:

Birincisi: Bu ifâdenin başındaki lâm, mukadder bir kasemin cevabının başında gelen lâm olup, takdiri: "Vallahi, hepinizi toplayacaktır" şeklindedir.

İkincisi: Alimler bu cümlenin, yeni bir cümle mi, yoksa öncesine bağlı bir cümle mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir:

1) Bazı âlimler bunun, yeni başlayan bir cümle olduğunu söylemişlerdir. Zira Allahü teâlâ, "De ki: "Göklerde ve yerde olan her şey kimindir?" De ki: "Allah'ındır" âyeti ile, kendisinin ulûhiyyetinin mükemmel oluşunu beyân edip, sonra o insanlara azabı tehir etmek ve köklerini kazıma azabını vermemek suretiyle merhamet ettiğini beyan buyurmuş, daha sonra da onların hepsini Kıyamette biraraya toplayacağını bildirmiştir. Binâenaleyh âyetteki, "O, rahmeti kendi üstüne yazmıştır" buyruğu, Allah'ın onlar için azabı tehir ettiğini; "Hepinizi, Kıyamet gününe toplayacaktır" buyruğu da onlara âhirette mühlet vermeyip, onları yeniden yaratacağını ve yaptıkları herşeyin hesabını soracağını ifâde etmektedir.

2) Bu cümle, makabli ile alakalı olup, takdiri: "Rabbiniz, kendisine rahmeti yazıp farz kıldı ve yine Rabbiniz, sizi Kıyamet gününe toplamayı kendisine yazıp farz kıldı" şeklindedir. Yine denildi ki: "Cenâb-ı Allah, "O, rahmeti kendi üstüne yazmıştır" buyurunca, sanki, "Bu rahmet nedir?" denilmiş de, buna cevaben, "O şudur: "Hepinizi Kıyamet gününde toplayacaktır" denilmiş. Çünkü Allahü teâlâ, insanları âhiretteki azabından korkutmasaydı herc-ü merç olurdu, nizam intizam kalmazdı ve şaşkınlıklar çoğalırdı. Binâenaleyh Kıyametin kopması ile ilgili olarak yapılan tehdid, dünyadaki rahmet sebeplerinin en büyüklerinden biri oldu. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk'ın, " hepinizi. Kıyamet gününde toplayacaktır" cümlesi, "O, rahmeti kendi üstüne yazmıştır" ifâdesinin bir tefsiri gibi olmuş olur.

3) Âyetteki, "De ki: "Göklerde ve yerde olan herşey kimindir?" De ki: "Allah'ındır" sözü, gâib sîgası ile gelmiş bir ifadedir. "(O), hepinizi Kıyamet gününde toplayacaktır" cümlesi ise, muhatap sîgası bulunan bir sözdür. Bu iki cümlenin bu şekilde getirilmelerindeki gaye, tehdîd-i ilâhiyi kuvvetlendirmek içindir. Sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Sizler, göklerde ve yerde olan herşeyin Allah'a âit ve O'nun mülkü olduğunu, hakim olan melîk'in idare ettiği kimselerin işini ihmâl etmeyeceğini, hikmeti açısından, kendisine itaat edenle isyan edeni, hizmetine koşan ile yüzçevireni eşit tutmasının caiz olmayacağını anlayınca, keşke O'nun, Kıyameti ikâme edeceğini, bütün mahlûkatı huzurunda toplayıp hepsini hesaba çekeceğini de anlasaydınız."

4) Âyetteki, "Kıyamet gününe" ifadesindeki harf-i cerri ile ilgili olarak şu görüşler söylenmiştir:

a) Bu, zâid olup, âyetin takdiri "Hepinizi Kıyamet günü toplayacaktır" şeklindedir.

b) lafzı (de, da) manasında olup, âyetin takdiri "Hepinizi, kıyamet gününde toplayacaktır" şeklindedir.

c) Âyette bir hazif vardır ve takdiri "(O), hepinizi Kıyamet gününde, mahşere toplayacaktır" şeklindedir. Çünkü toplanmak zamana doğru değil, mekana doğru olur.

d) Bunun manası, "O, sizi dünyada iken peşpeşe gelen nesiller olarak yaratmak suretiyle Kıyamet gününde toplar" şeklindedir.

Allahü teâlâ'nın, "Nefislerini ziyana uğratanlar (yok mu?) işte iman etmeyecek olanlar onlardır" ifadesi hakkında da şu konular vardır:

1) Bu âyet ile ilgili olarak iki görüş vardır:

a) Âyetteki lafzı "hepinizi toplayacaktır" ifadesindeki (sizi, hepinizi) zamirinden bedel olarak mahallen mansubtur. Buna göre mana, "O, o müşrikleri, yani nefislerini ziyana uğratanları toplayacaktır" şeklindedir. Bu, Ahfeş'in görüşüdür.

b) Zeccâc'ın görüşüne göre, âyetteki "nefislerini ziyana uğratanlar..." ifadesi, mübteda olarak mahallen merfû, (onlar iman etmezler) ifadesi de onun haberidir. Zira "hepinizi... toplayacaktır" ifadesi, bütün insanları, yani nefislerini ziyana uğratanları da uğratmayanları da içine almaktadır. Hem sonra, buradaki (onlar) ifadesinin başındaki fâ, cümlede bir şart ile cevabın bulunduğunu göstermektedir. Bu tıpkı Arapların şu sözü gibidir: "Kim bana ikram ederse, ona bir dirhem var, " Çünkü bu dirhem, ikramın yapılması ile vacib olur. Binâenaleyh ikram şart, dirhem de onun cezasıdır.

İmdi eğer, "Âyetin zahiri, onların hüsranlarının (zarar ve ziyanlarının), iman etmeyişlerinin sebebi olduğunu göstermektedir. Halbuki durum tersinedir" denilir ise, biz deriz ki: "Bu, hüsran ve hızlan (insanın ilahî rahmetten mahrum bırakılması) ile ilgili ilâhî hükmün önceden takdir edilmiş olmasının onları bu imansızlığa götüren şeyin tâ kendisi olduğuna delâlet etmektedir. Ki bu, ehl-i sünnetin görüşüdür.

Gece ve Gündüzde Barınan Şeyleri Zikretmenin Mânâsı

12 ﴿