19

"De ki: "Şâhid olmak bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: 'Benimle sizin aranızda, Allah hakkıyla şâhiddir. Şu Kur'ân hem sizi, hem de sizden sonra tebliğ edildiği kimseleri uyarmam için bana vahyolundu. Allah'la beraber başka tanrılar da olduğuna gerçekten siz mi şâhidlik ediyorsunuz?" De ki: "Ben şâhidlik etmiyorum. " De ki: "O, ancak bir tek Tanrıdır ve sizin şirk koşmakta olduğunuz nesnelerle muhakkak ki benim bir ilişiğim yoktur".

Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki âyet, şehâdetlerin en büyüğünün ve en yücesinin, Allah'ın şehâdeti olduğuna delâlet etmektedir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, kendi şehâdetinin bulunduğunu beyân etmiştir. Ancak ne var ki, bu âyet niçin, bu şehâdetin herhangi bir neticeyi isbat hususunda bulunduğuna delâlet etmiyor? Buna göre biz deriz ki: Bundan muradın, Allah'ın şehâdetinin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetinin kesin ve sabit olduğu hususunda bulunması mümkün olacağı gibi, bundan muradın, bu şehâdetin Allah'ın birliğinin kesin ve sübût bulmuş olduğu hususunda bulunmuş olması da mümkündür.

Birinci ihtimâle gelince, İbn Abbas şunu rivayet etmiştir: Mekke'nin ileri gelenleri, "Ey Muhammed! Allah, senden başka peygamber yapacak kimse bulamadı mı? Seni tasdik eden hiç bir kimse göremiyoruz.. Seni, yahudî ve hristiyanlara da sorduk. Onlar, senin peygamber olduğuna dair, yanlarında herhangi bir beyân ve açıklamanın bulunmadığını iddia ettiler. O halde bize, senin peygamber olduğuna şehâdet edecek bir kimse göster!.." dediler de, işte bunun üzerine Allah bu âyeti indirerek, "Onların, senin nübüvvetini kabul ve itiraf etmeleri için, de ki ey Muhammed, "Şahid olma bakımından hangi şey Allah'tan daha büyüktür? Çünkü şehadet bakımından her şyin en büyüğü, Allahü teâlâ'dır..." Onlar bunu kabul ve tasdik ettiklerinde, "Allah, benim nübüvvetime şahiddir! Çünkü O, bana Kur'ân'ı variyetti.. Kur'ân ise bir mucizedir. Çünkü sizler, fasih ve beliğ kimselersiniz.. Halbuki Kur'ân'a muâraza edemediniz.. O, mucize olunca, Allah'ın onu benim davama uygun olarak izhar edip ortaya koyması, Allah tarafından, benim davamda sadık olduğuma dair bir şehâdettir" de!.." demiştir.

Netice olarak diyebiliriz ki onlar, Hazret-i Peygamber'in nübüvvetine şehâdet edecek, sözü makbul bir şahid istediler. Bunun üzerine Allah da, şehâdet bakımından en büyük şeyin kendisi olduğunu ve onun nübüvvetine şehâdette bulunduğunu beyân buyurdu ki işte âyetteki "Şu Kuran, hem tttoâ, hem de sizden sonra tebliğ edildiği kimseleri uyarmam için bana vahyolundu.." ifadesiyle murad edilen budur. İşte bu, açık ve vazıh olan bir izahtır..

İkinci İhtimale gelince ki bu, bu şehâdetin Allah'ın birliği hususunda olmasıdır. Bil ki, bundan önce bir mukaddime yapılması gerekir ki o da şudur: Ki, elde edilmek istenen matluplar üçe ayrılır:

a) Nakli delillerle ispat edilmeleri imkânsız olanlar... Zira sıhhatini ispat, naklin sıhhatine bağlı olan şeyleri nakle dayanarak ispat etmek imkânsızdır. Aksi halde devir (devr-i fasit) gerekir...

b) Aklen ispat edilmesi imkânsız olanlar... Bu da, akfen varlığı da yokluğu da düşünülebilen her şeydir.. Bu iki tarafın birisinde, kesinlikle bir imkânsızlık söz konusu değildir. O halde, iki taraftan birisine kesin olarak karar vermek, ancak naklî delil ile mümkün olur.

c) İsbâtı, hem akıl hem de nakil ile yapılanlar. Bunlar, bilinmesi sadece nakle bağlı olmayan aklî meselelerdir. İşte bunların naklî delillerle ispatlanması mükmün olur.

Bunu iyice anladığında biz deriz ki Cenâb-ı Hakk'ın "Ve ki: "Benimle sizin aranızda, Allah hakkıyla sahiddir" buyruğu, Allah'ın birliğini ve ortaklardan, zıdlardan, benzerlerden, eşlerden ve emsalden beri ve münezzeh olduğunu ispat hakkındadır.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Şu Kuran, hem sizi hem de sizden sonra tebliğ edildiği kimseleri uyarmam için bana vahyolundu" buyurmuştur. Yani, "Tevhîde taraftar olmak, hak ve vacip; şirke taraftar olmak ise, bâtıl ve merdûddur" demektir.

Allah "Şey' Diye Tavsif Edilebilir mi?

Cehm (İbn Safvan)'in, Cenâb-ı Allah'ın bir "şey" olduğunu inkâr ettiği nakledilmiştir. Bil ki, Allahü teâlâ'nın var olan ve gerçek olan bir "zât" olduğu hususunda bir münakaşa yoktur. Fakat Cehm, Allah'a "şey" demeyi kabul etmemiştir. Bu sırf söz bakımından bir muhalefettir. Bil ki âlimlerin çoğu, Allahü teâlâ'ya "şey" denebileceği hususunda bu âyeti delil getirmişlerdir ki bunun izahı şöyledir: Hak teâlâ, "Şahid olma bakımından hangi şey daha büyüktür?" demiş, sonra cevaben "De ki:... "Allah" " buyurmuştur. Bu, Allah'ın bir "şey" olmasını gerektirir. Bu, aynen şuna benzer: Birisi, "Hangi insan daha doğru sözlü?" diye sorsa ve buna cevaben "Cebrail" denilse, bu yanlış bir cevap olur. Çünkü Cibril (aleyhisselâm) bir insan değildir. İşte bu âyette de böyledir. Buna göre eğer, "De ki: "Benimle sizin aranızda Allah hakkıyla şâhiddir" ifâdesi müstakil bir cümle olup, kendinden öncesi ile bir ilgifi yoktur. Çünkü burada "Allah" lafzı mübteda, "Benimle sizin aranızda hakkıyla şâhiddir" kısmı da haberdir. Bu ise, öncesi ile alakası olmayan müstakil tam bir cümledir, denilir ise, biz deriz ki: "Bu hususta, şu iki bakımdan cevap verilir:

a) Biz, âyetteki "De ki: "Şâhid olmak bakımından hangi şey daha büyüktür?" ifâdesi, şüphe yok ki bir sorudur. Binâenaleyh buna ya zikredilmiş ya da hazfedilmiş bir cevap gerekir. Eğer cevabın zikredildiğini söylersek, bu cevap "De ki: "...Allah" ifâdesi olur ve cümle bunun sonunda tamamlanır. Bunun devamındaki "Benimle sizin aranızda hakkıyla şâhid" ifâdesinin başına bir mübteda takdir edilerek "O, benimle sizin aranızda hakkıyla şâhiddir" şeklinde kabul edilir. İşte bu durumda, yapılan istidlal doğru olur.

Ama biz cevabın mahzuf olduğunu söylersek, o zaman deriz ki: "Bu, delilin aksinedir. Yine esvabın mahzuf sayılsa bile, mahzuf olan bu cevaba, mutlaka zikredilen cümlenin delâlet etmesi ve bu yere uygun olması gerekir. "Şâhid olmak bakımından hangi şey daha büyüktür?" sorusuna uygun cevap, "O, Allah'dır" denilip, peşisıra da, "Benimle sizin aranızda Allah hakkıyla şâhiddir" denilmesidir. İşte buna göre de bu âyet, Allahü teâlâ'nın "şey" diye ifade edilebileceğine delil getirilir. Bu delilin izahının tamamı budur.

b) Bu meseleyle ilgili bir başka delil de şudur: Hak teâlâ, "O'nun veçhinden (yüzünden) başka her şey helak olucudur" (Kasas, 88) buyurmuştur. Bu âyetteki "vech" (yüz) ile, Cenâb-ı Allah zâtını kastetmiştir. İşte bu âyet de, Allah'ın zât-1 ilâhisini, "her şey"den istisna ettiğini gösterir. İstisna edilen şeyin, müstesna minh'in (istisna edildiği şeyin) hükmüne (cinsine) dahil olması gerekir. Binâenaleyh bu da, Allah'ın "şey" diye tavsif edilebileceğine delâlet eder.

Cehm (İbn Safvan), bu kelimenin Allah için kullanılamayacağı hususunda şunları ileri sürmüştür:

1) Allahü teâlâ, "Hiçbir şey O'nun gibi değildir" (Şürâ. 11) buyurmuştur ki bu, "O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur" demektir. Halbuki her şeyin zâtı, kendisinin benzeri gibidir. İşte bu Allah'ın "şey" diye nitelenemeyeceği hususunda açık bir delildir. Bu âyetteki kâf harf-i cerrinin zâid olduğu ve takdirinin "O'nun misli hiçbirşey yoktur" şeklinde olduğu söylenemez. Çünkü Kur'ân'ın bir tek kelimesini bile boş, mânâsız ve yanlış kabul etmek, kesin bir zaruret olmadığı müddetçe böyle bir yola başvurmak din ehli kimselere uygun düşmez.

2) Allahü teâlâ, "Allah, herşeyin yaratıcısıdır" (Zümer, 62) buyurmuştur. Eğer Allah, "şey" diye isimlendirilecek olursa, O'nun kendisinin de yaratıcısı olması gerekirdi ki bu imkânsızdır. Bu âyetin, tahsîs görmüş (sınırlandırılmış) umûmî bir ifâde olduğu da söylenemez. Çünkü diyoruz ki: Tahsîs etme, ancak kendisine itibar ve iltifat edilmeyen nâdir ve şazz yerlerde caiz olur. Binâenaleyh tahsisin varlığı ile yokluğu birdir. İşte bu sebeple de, geriye kalan varlıkların âdeta yok hükmünde olduğuna dikkat çekmek için, (her) lafzı, "ekserisi" mânasında kullanılmıştır. Malumdur ki Cenâb-ı Allah eğer "şey" diye adlandırılsaydı, herşeyin en büyüğü ve en şereflisi olurdu. [Bu kısmı (yani "küll"ü) hariç bırakıp da "küllü" (bütün) lafzını kullanmak, sırf yalan olur ve tahsisle ilgisi sözkonusu olmaz.]

3) Allahü teâlâ, "En güzel isimler Allah'ındır. O halde. Ona bunlarla duâ edin" (A'raf, 180) buyurmuştur.

İsim, müsemmâsı (yani isim olduğu varlık) güzel olduğu zaman güzel olur. Bu . da, ismin kemâl ve celâl sıfatlarından bir mânaya delâlet etmesidir. "Şey" kelimesi, bütün varlıklar içindeki en genel bir kavramdır. O halde onun müsemmâsı (isim olduğu varlık) da, en güzel şeyler arasında olabileceği gibi, en kötü şeyler arasında da olabilir. Böyle olunca da, bu kelime ile isimlendirilen varlık, kemâl ve celâl sıfatlarından bir sıfat olmaz. Binâenaleyh Allah'ı bu kelime ile isimlendirmenin, bununla O'na dua etmenin caiz olmaması gerekir. Çünkü "şey" kelimesi, "en güzel isimler"den birisi değildir. Allahü teâlâ ise, kendisine en güzel İsimler ile seslenilmesini emretmiştir. Binaenaleyh Allahü teâlâ'ya bu kelime ile dua etmenin caiz olmaması gerekir. Hem sonra Allah'a bu isimle dua etmenin yasak olduğunu söyleyenler, "Bu kelime, kesinlikle Allah'ın isimlerinden biri değildir" demişlerdir.

4) "Şey" kelimesi, ma'dûm (yok olan) şeyler için (de) kullanılır. Binâenaleyh bunun, Allah için kullanılmaması gerekir. Bunun birinci mukaddimesinin (cümlesinin) izahı şöyledir: Allahü teâlâ, "Hiç bir şey hakkında, "Ben bunu mutlaka yarın yapacağım" deme... "(Kehf, 23) buyurmuş, insanın yarın yapacağı işi, şu anda "şey" diye ifâde etmiştir. İnsanın yarın yapacağı iş ise, şu anda mevcud değildir. Binâenaleyh bu, mevcut olmayanlara "şey" denildiğini göstermektedir. Bu sabit ounca, bizim "Allah bir "şey"dir" şeklindeki sözümüz, zât-ı ilâhînin, bilinen bir sıfat ve ayırıcı bir özellik ile diğer varlıklardan ayrıldığını ve mevcûd olduğunu ifâde etmez. Bundan dolayı "şey" kelimesi, Allah için kesinlikle bir mâna ifâde etmeyen bir lafız olmuş olur. Binâenaleyh her bakımdan bir abes olur ve bunun Allah için kullanılmaması gerekir.

Cehm'in bütün bu delillerine cevaben şöyle denilir: Deliller birbiriyle tezad teşkil edince, biz deriz ki, "şey" lafzı, en umûmî mânada bir lafızdır. Allah hakkında hâs (husûsî manalı) lafızların kullanılması doğru olduğu gibi âmm (genel kavram ifâde eden) lafızların kullanılması da doğru olur. Öyleyse Allah'ın bir zat ve hakikat olduğu ne zaman doğru olursa, O'na "şey" denilmesinin de doğru olması gerekir ki ulaşılmak istenen netice de budur. Allah en iyi bilendir.

Hakkındaki İki Tefsir

Allahü teâlâ'nın, "Şu Kur'ân hem sizi hem de sizden sonra tebliğ edildiği kimseleri oyarmam için bana vahyolundu" buyruğu, "Allah bana, sizi kendisi ile inzâr etmem için bu Kur'ân'ı variyetti" demektir. Bu âyetteki "sizi" zamiri Mekkelilere hitaptır. Âyetteki ifadesi de, (......) (sizi) zamiri üzerine atfedilmiştir. Yani "Bu Kur'ân ile, hem sizi, hem de Arapdan ve Acemden, Kur'ân'ın kendisine ulaştığı herkesi inzâr ederim" demektir. Denildi ki bu, "Cinlerden ve insanlardan, kendisine Kur'ân erişen herkesi..." veya "Kıyamete kadar kendisine Kur'ân erişen herkesi..." manasınadır. Sa'id İbn Cübeyr'in, bunu "Kur'ân'ın eriştiği herkes" mânasında aldığı rivayet edilmiştir. Buna göre Kur'ân kendisine ulaşan her kişi, sanki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i görmüş gibi olur. Bu izaha pöre âyette bir hazif bulunup, takdiri, "Bu Kur'ân bana, kendisi ile sizi ve kendisine Kur'ân'ın ulaştığı herkesi inzâr edeyim diye vahyolundu" seklindedir. Fakat sözden anlaşıldığı için, bu hazfedilmiştir. Bu, tıpkı"Gördüğüm Zeyd, dövdüğüm Amr'dir" denilmesi gibidir.

Âyetteki ifâdesinin bir başka tefsiri de şudur: Bu ifâde, "Kim ihtilâm (akıl baliğ) olur ve mükellefiyet yaşına erişirse..." manasınadır. Mânanın böyle olması halinde, herhangi bir takdir yapmaya ihtiyaç duyulmaz. Ancak âlimlerin çoğu, birinci görüşü tercih etmişlerdir.

"Allah'la beraber başka tanrılar da olduğuna gerçekten siz mi şâhidlik ediyorsunuz? De ki: "Ben şâhidlik etmiyorum." De ki: "O, ancak bir tek Tanrıdır ve sizin şirk koşmakta olduğunuz nesnelerle muhakkak ki benim bir ilişiğim yoktur" buyruğuna gelince, biz deriz ki bu hususta iki bahis vardır:

Birincisi: İbn Kesîr, bunun başını medsiz olarak, sakin bir yâ harfine benzer bir hemze ile, bundan sonrasını da kesre ile okumuştur. Ebû Amr ve Nâfi'in râvîsi Kâlûn da bu şekilde, ama medli olarak okurlar. Diğer kıraat imamları ise bunu medsiz olarak iki hemze ile okurlar.

İkincisi: Bu ifâdenin başındaki istifham, istifham-ı inkârîdir. Ferrâ şöyle demiştir: "Allahü teâlâ bu âyette, yerine dememiştir. Çünkü "tanrılar" kelimesi cemîdir. Cemiler de müennes sayılır. Nitekim Allah "En güzel isimler Allah'ındır" (A'râf, 180) "Öyle ise önceki nesillere ne oluyor" (Tahâ, 51) buyurmuş, (......) yerine, müzekker olan "evvel" kelimesini veya cemî olan "evvelin" kelimesini kullanmamıştır.

Daha sonra Hak teâlâ, "De ki: "Ben, şâhidlik etmiyorum." De ki: "O, ancak bir tek Tanrıdır ve sizin şirk koşmakta olduğunuz nesnelerle muhakkak ki benim bir ilişiğim yoktur" buyurmuştur.

Bil ki bu ifâde, tevhidin ve şirkten uzak olmanın, şu üç bakımdan vacib kılındığına delâlet eder:

1) Âyetteki "De ki: "Ben şâhidlik etmiyorum" ifadesidir. Bu "Onların söyledikleri ortakların bulunduğu hususuna şâhidlik etmem, (böyle birşey söylemem)" demektir.

2) Âyetteki, "De ki: "O, ancak bir tek Tanrıdır" ifadesidir. Bu ifâdedeki (......) kelimesi, hasr (ancak, sadece) mânasına gelir. "Tek" (vâhid) kelimesi de, tevhîd ve Allah'ın ortaklarının olmadığı hususunda çok açık bir ifâdedir.

3) Âyetteki, "Sizin şirk koşmakta olduğunuz nesneler ile muhakkak ki benim bir ilişiğim yoktur" ifadesidir. Bu da Allah'ın, ortaklarının olduğunun söylenmesinden beri olduğu hususunda sarih bir ifadedir. Böylece bu âyetin, tevhidin vacip oluşuna, beyan yollarının en büyüğü ve te'kîd usullerinin en beliği ile delâlet ettiği sabit olur. Alimler şöyle demişlerdir: Yeni müslüman olan kimsenin, önce kelime-i şehâdet getirmesi ve İslam dışındaki bütün dinlerden berî (uzak) olduğunu söylemesi müstehaptır. Şafiî (r.h), Allahü teâlâ'nın tevhidi açıkça ifâde eden âyetin peşinden "Sizin şirk koşmakta olduğunuz nesnelerle muhakkak ki benim bir ilişiğim yoktur" ifâdesini getirmiş olmasından ötürü, yeni müslüman olan kimsenin, kelime-i şehâdete, şirkten berî olduğunu ifâde etmeyi de ilave etmesinin müstehap olduğunu açıkça söylemiştir.

Ehl-i Kitabın Hazret-i Muhammet) (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Vasıflarını Bilmeleri

19 ﴿