104"Size Rabbinizden muhakkak ki deliller gelmiştir. Artık kim (hakikati) görürse, kendi lehine; kim kör kalırsa, o da kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim". Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Bil ki Allahü teâlâ, bu ilahî, yüce ve kıymetli konulardaki, bu açık beyyineleri ve delilleri anlatınca, yeniden davet, tebliğ ve risâlet meselesine dönmüş ve "Size Rabbinizden muhakkak ki deliller (basiretler) gelmiştir" buyurmuştur. Âyetteki "besâir" kelimesi, "basîrefin çoğuludur. Nasıl "basar" kelimesi, baştaki göz ile meydana gelen tam ve kâmil idrâk (görme) manasında bir isim ise, "basiret" de kalbte meydana gelen tam idrâk (anlama) manasında bir isimdir. Allahü teâlâ, "Daha'doğrusu insan (bizzat) kendisine karşı bir basiret (sahibi)dir" (Kıyame, 14) yani insanın, kendisi hakkında tam bir bilgisi vardır" buyurmuştur. Allahü teâlâ, "Size Rabbinizden muhakkak basiretler gelmiştir" ifadesi ile, daha önce geçen âyetleri kastetmiştir. Bu âyetler haddizatında kendileri "basiret" değildir. Fakat bunlar, kuvvetleri ve açık oluşları sebebi ile, onları iyice tanıyıp, hakikatlarına vâkıf olan kimseler için birer basîret (idrak) vesilesi olurlar, işte bu âyetler, basiretlerin meydana gelmesi için birer sebep oldukları için, bizzat kendileri "basiretler" diye isımfendırifmıştır. Bu âyetten kastedilen ise, peygamberle alakalı olan işler ile O'nunla alakalı olmayan işleri beyân etmektir. Birinci kısım, ki bu peygamberle alakalı olan işlerdir, bu, hak dine davet ve o dinle ilgili delilleri ve beyyineleri tebliğ etmektir. Bu da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendisini tebliğe, açıklamaya ve hakkındaki şüpheleri gidermeye hasrettiği şeylerdir. İşte Hak teâlâ'nın, "Size Rabbinizden muhakkak basiretler gelmiştir" buyruğundan kastedilen budur. İkinci kısım, ki bu, peygamberle alakalı olmayan işlerdir, bu, insanların imana yönelip, küfrü terketmeleri hususudur. Şüphe yok ki bu, peygamberle ilgili bir mesele değil, aksine insanların tercih ve ihtiyarları ile alâkalıdır. Bunun faydası ve zararı, insanlara aittir. Buna göre âyetin manası şöyle olur: "Kim hakkı görür de iman ederse, şüphesiz kendi lehine olarak bunu görmüştür. Bunun faydası da kendisinedir. Her kim de hakkı görmez ise, körlüğü kendi aleyhinedir. Bunun zararı da kendisinedir. Ben sizin üzerinizde, amellerinizi kollayıp gözeten ve onlardan dolayı size karşılık veren bir bekçi değilim. Ben ancak bir uyarıcıyım. Sizin üzerinize hafiz (bekçi) ise, ancak Allahü teâlâ'nın kendisidir." Bu mesele, âyette bulunan hükümlere dairdir. Bunlar, Kâdî'nin zikrettiği şu dört hükümdür: 1) Bu "basîret" ile kastedilen, zorlanmaksızın ve mecbur bırakılmaksızın. kendisi sayesinde insanın bir sevaba nail olacağı tercih ve seçimde bulunmasıdır. Çünkü, zorlanma ve mecbur bırakılma, bu maksadı ortadan kaldırır. 2) Allahü teâlâ bize ancak yol göstermiş ve faydamıza olan şeyleri beyan etmiştir. Bu faydaların neticeleri, bizimle alâkalı olan faydalardır, yoksa Allahü teâlâ ile alâkalı faydalar değildir. 3) İnsan, düşünme ve tefekkürden uzaklaşmakla, kendisine zarar verir. Böylece de bu zarara, Rabbi değil de kendisi sebebiyet vermiş olur. 4) Kul, iki (zıd) şeye de kadirdir. Bundan ötürü Cenâb-ı Hak, "Kim (hakikati) görürse, kendi lehine; kim kör kalırsa, o da kendi aleyhinedir" buyurmuştur. Kâdî, "Bu ifade Mücebbire'nin mahluk hakkındaki görüşü ile "Allahü teâlâ'nın kulun kudreti olmasa da onu mükellef tutabilir" görüşünü iptal etmektedir" demiştir. Bil ki Mu'tezile, hikmet ve felsefe ile "emir-nehiy" meselelerine girdiği zaman, bu hususta takib edilecek yol, onlara karşı "dâî" (sebeb) meselesini ileri sürmektir. Çünkü bu mesele, onların söyledikleri herşeyi yerle bir eder. Âyetteki "görme"den murad, ilim (bilme) manası; "kör"lükten murad ise "cehalet" manasıdır. Bunun bir benzeride, "Gözler kör olmaz, ama sinelerin içindeki kalbler kör olur" (Hacc, 46) âyetidir. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Âyetteki, "Artık (hakikati) kim görürse... kendi lehine; kim kör kalırsa, o da kendi aleyhinedir" buyruğunun manası, "Ben sizi, iman konusunda, üzerinize bekçi ve vekil olan kimsenin yakalaması tarzında yaklamam" şeklindedir. Onlar sözlerine şunu ilave etmişlerdir: "Bu, cihad emredilmeden önce böyle idi. Ama Allahü teâlâ cihadı emredince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların (kâfirlerin) üzerinde (adetâ) bir bekçi oldu." Bunlardan bazı müfessirler, cihad âyetlerinin, bu âyeti neshettiğini söylemektedirler ki bu, uzak bir ihtimaldir. Sanki bu müfessirler, gerek olmadığı halde, Kur'ân'daki mensuh âyetleri çoğaltmaya arzulu görünmektedirler. Gerçek ve doğru olan, Usul-ü fıkıh alimlerimizin söylediği şu husustur: Kur'ân'da asıl olan neshin sözkonusu olmamasıdır .Binaenaleyh mensûh âyetlerin sayısını, mümkün olduğunca azaltmaya çalışmak vaciptir.  | 
	
﴾ 104 ﴿