108

"(Müşriklerin) Allah'dan başka yalvardıklarına sövmeyin ki onlar da haddi aşarak cahillikle Allah'a sövmesinler. Biz her ümmetin yaptıklarını, kendilerine böyle hoş gösterdik. Sonra hepsinin dönüşleri yalnız Rablerinedir, Artık o yapmakta olduklan şeyleri onlara haber verecektir".

Bil ki bu âyet de, müşriklerin, Hazret-i Peygamber'e söyledikleri "Bu Kur'ân'ı başka insanlardan öğrenip, müzakere ederek tasnif ettin" şeklindeki sözleriyle ilgilidir. Çünkü müslümanların, onların bu sözünü duyup kızarak, onlara bir karşılık vermek üzere, onların putlarına sövmeleri uzak bir ihtimal değildir. İşte bundan dolayı, Allahü teâlâ, böyle birşey yapmayı yasaklamıştır. Çünkü sen onların putlarına sövüp hakaret ettiğin zaman, onlar da kızar ve Allah hakkında yakışıksız şeyler söylerler. İşte bu mahzurdan sakınmak için, böyle sözlerden uzak durmak gerekir. Özet olarak diyebiliriz ki: Bu, hasmın sana cahillik ve akılsızlık ile davrandığında, ona onun gibi karşılık vermenin caiz olmadığına, -çünkü bunun sövme ve sefihlik kapısını açacağına, bunun ise aklı başında insanlara uygun düşmediğine- bir dikkat çekmedir. Bu âyetle ilgili birkaç mesele vardır:

Bu Ayetin Nüzul Sebebi

Alimler bu âyetin sebeb-i nüzulü hakkında birkaç husus zikretmişlerdir:

a) İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Allahü teâlâ'nın, "siz de, Allah'ı bırakıp taptıklarınız da hiç şüphesiz ki cehennem kütüğüsünüz" (Enbiya, 98) âyeti nazil olunca, müşrikler Hazret-i Peygambere "ilahlarımıza sövüp hakaret etmekten vazgeçmezsen, biz de senin ilahını hicvederiz" dediler. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu." Derim ki: Bu rivayette bence iki müşkil söz konusudur:

1) Alimler bu sûrenin, bir defada (toptan) nazil olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Binaenaleyh "Bu âyetin sebeb-i nüzulü şudur" demek nasıl mümkün olur.

2) Müşrikler Allah'ın varlığını kabul ediyor ve, "putlara ibadet, ancak Allah katında şefaatçi olacakları için makbul olmuştur" diyorlardı. Bu böyle olduğuna göre, onların Allah'a hakarete ve sövmeye yeltenmeleri nasıl düşünülebilir?

b) Süddî şöyle demiştir: Ebu Talib'in vefatı yaklaşınca Kureyş kabilesi şöyle dedi: "Ebu Talib'e varıp, ondan kardeşinin oğlu (Muhammed'i) bizimle uğraşmaktan vazgeçirmesini isteyelim. Çünkü o öldükten sonra, Muhammed'i öldürmekten utanırız. Eğer Ebu Talib öldükten sonra, Muhammed'i öldürmeye kalkarsak, bütün Araplar, "Kureyş'i Muhammed'i öldürmekten alıkoyan Ebu Tâlib idi. O ölünce, Muhammed'i öldürdüler" derler. Bundan dolayı bir toplulukla birlikte Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Nadr b. Hars, kalkıp Ebu Talib'e gittiler ve ona, "Sen bizim büyüğümüzsün" deyip düşündükleri şeyleri söylediler. Ebu Talib de, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i çağırdı ve "Bunlar senin kavmin ve amcaoğullarindir. Senden, onları kendi dinleriyle başbaşa bırakmanı istiyorlar ve seni dininle başbaşa bırakmayı teklif ediyorlar" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'dan başka ilah yoktur" deyiniz" dedi. Onlar bunu kabul etmeyince Ebu Talib, "Bu kelimeden başka bir şey söyle; çünkü senin kavmin bundan hoşlanmıyor..." dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ben, onlar güneşi getirip elimin içine koysalar bile, bundan başkasını diyecek değilim" dedi. Onlar da, Hazret-i Peygamber'e, "O halde, ilahlarımızı (putlarımızı) tenkit etmekten vazgeç. Aksi halde, biz de seni ve sana bunu emredeni tenkit ederiz" dediler ki, işte Cenâb-ı Hakk'ın "Sonra onlar da, haddi aşarak, bilmeksizin Allah'a söverler" sözünden maksad budur.

Müşrikler Allah'a İnandıkları Halde O'na Sövmeleri Nasıl Düşünülebilir?

Bil ki biz, kâfirlerin, ilah (Allah)'ın varlığını kabul ettiklerine işaret etmiştik. Binaenaleyh, onların Allah'a sövmeye yeltenmeleri imkânsızdır. Aksine burada birkaç ihtimal bulunmaktadır:

a) Belki de onların bir kısmı "Dehriyyun"dan olup, yaratıcı'nın varlığını kabul etmezlerdi. Binaenaleyh, onlar bu tür akılsızlıklara aldırış etmez (Halik hakkında hakaret sözleri sarfedebilirlerdi).

b) Sahabe-i Kiram, putları tenkit edip alaya aldıklarında, onlar da Hazret-i Peygamber'i tenkid edip alaya alıyorlardı. Nitekim Allahü teâlâ, "Muhakkak ki sana bîat edenler, ancak Allah'a biat etmiş olurlar.." (Fetih, 10) ve, "Muhakkak ki Allah'a eziyyet edenler... "(Ahzab, 57) âyetlerinde olduğu gibi, Peygamberi tenkit etmeyi, Allah'ın kendisini tenkit edip hicvetme yerine koymuştur.

c) Belki de, kâfirlerin cahil tabakası içinde, Hazret-i Peygamberi nübüvvet iddiasına sevkedenin şeytan olduğunu vehmedenler bulunuyordu. Sonra o kimse cehaletinden dolayı bu şeytanı, "Hazret-i Muhammed'in ilahı..." olarak adlandırıyorlardı. Bu açıklamaya göre o kimse, Hazret-i Muhammed'in ilâhına sövmüş oluyordu.

Putlara Hakaret Makbul Sayılmalı İken Neden Yasaklan ?

Bir kimse şöyle diyebilir: Putları tenkit edip alaya almak, tâat olan amellerin başlıcalarındandır. O halde Cenâb-ı Hakk'ın bundan vazgeçirmesi, ne derece mâkul, olabilir?

Cevap: Bu, tenkit edip alaya almak, her ne kadar tâat ise de, ancak ne var ki bu, çirkin olan büyük bir şeyi gerektirecek bir tarzda vaki -olunca, ondan sakınmak vacib olur. İşte buradaki durum da böyledir. Çünkü o putları tenkit edip alaya almak, kâfirlerin hem Allah'ı, hem de O'nun Resulünü tenkit edip alaya almaya, beyinsizlik ve sefihtik kapısını açmaya, onların dini kabulden nefret etmelerine ve onların kalplerine kin ve kızgınlık sokmaya ve böylece hiddetlenmelerine yol açar. İşte bütün bu hoş olmayan şeylere yol açtığından, onlara sövme yasaklanmıştır.

Üçüncü Mesele

Hasan el-Basrî, ayn harfinin dammesi, vâv'ın da şeddesiyle, (......) şeklinde okumuştur. Nitekim, fiili, "zulmetti, haddi aştı" manasına gelir. Masdarı ise adv' veya aduvv tarzındadır.Zeccac, âyette geçen adven kelimesinin, mefûl-i mutlak olmak üzere mansub olduğunu söylemiştir. Çünkü mana, "Onlar da, iyice haddi aşarlar..." şeklindedir. Bu ifadenin başında, lâm harf-i ceninin murad edilmiş olması da caizdir. Buna göre mana, "O zaman onlar da, zulmederek Allah'a söverler" şeklinde olur.

Dördüncü Mesele

Cübbaî şöyle demiştir: "Bu âyet, kâfirleri haktan uzaklaştırıp dinden soğutacak şeylerin yapılmasının caiz olmadığına delâlet eder. Çünkü, şayet bunu onlara yapmak caiz olsaydı, o zaman Allah'ın bunu emretmesi, zikredilen şeyleri yasaklamaması ve onları hakka ve hakikate davet ederken, onlara iyi muameleyi emretmemesi gerekirdi. Nitekim O, Hazret-i Musa ve Harun'a, "Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler, yahud korkar..." (Tahâ, 44) demiştir. Bu da, Cebriyye mezhebinin yanlış olduğunu gösterir."

Âyetten Çıkan Ders ve Metod

Alimler şöyle demişlerdir: Bu âyet, emr-i marufun, bir kötülüğü, bir münkeri irtikâb etmeye sebebiyet verdiği zaman, bazan kabîh (çirkin ve hoş olmayan) olacağına; nehy-i münkerin de, münkeri arttırmaya sebep olduğu zaman, onun da kabîh (çirkin) olacağına delâlet eder. Bu konuda zann-ı gâlib, ilim yerine geçer. Bu âyette, neticede faydalı olmayan bir şeyle meşgul olunmasın diye, dine davet eden kimseler için bir terbiye ve eğitim söz konusudur. Çünkü putları, faydalı ve zararları olmayan birer cansız varlıklar olarak vasfetmek, onların ulûhiyyetlerini tenkit etme hususunda, zaten yeterlidir. O halde, bunun yanında onlara sövmeye gerek yoktur.

Kötü İşlerin Süslü Gösterilmesi Meselesi

Cenâb-ı Hakk'ın "Biz her ümmetin yaptıklarım, kendilerine böyle hoş gösterdik..." âyetine gelince, alimlerimiz bu âyeti, kâfir için küfrü, mü'min için imanı, isyankâr için günahı, itaat eden kimse için de tâatı hoş gösterip süsleyenin Allahü Teâlâ olduğuna delil getirmişlerdir. Mu'tezile'den Kâ'bî şöyle demiştir: Âyeti bu manaya hamletmek imkânsızdır. Zira Cenâb-ı Hak, "Şeytan onları fitlemiş..." (Muhammed, 25) ve "küfredenlerin dostları ise şeytandır. O da kendilerini nurdan karanlıklaraçıkanr..."(Bakara, 257) buyurmuştur.

Sonra Mu'tezile, ehl-i sünnetin bu itikadına cevap hususunda şu görüşleri zikretmiştir:

a) Cübbaî şöyle demektedir: "Bundan murad, "Önce geçmiş olan her ümmete, hakkı kabul etmeleri gibi, kendilerine emrettiğimiz şeyi süsledik..." manasıdır." Kâbî de bu cevabın aynısını zikreder ve şöyle der: "Bundan maksati şudur: "Allahü teâlâ, onlara yapmaları gerekip vazgeçemiyecekleri şeyi süsledi.."

b) Başkaları da şöyle demiştir: Bundan murad, "Her kâfir ümmete kendi kötü amellerini süsledik. Yani biz, onları işleriyle baş başa bırakıp onlara zaman tanıdık; böylece, onlar tarafından yapılmış olan kötü amelleri, onlara güzel göründü" şeklindedir.

c) Bunun manası şudur: "Şeytana mühlet verdik de, böylece o, bu kötü amelleri onlara süsledi.."

d) Bunun manası "Allah bize bunu emretti ve bunu bize o süslü gösterdi.." şeklindeki sözleri, yani "kendi iddialarınca, bunu bi2 süsledik...." şeklinde olur. İşte, âyet hakkında zikredilen tevillerin tamamı bundan ibarettir ki, hepsi de zayıftır.

Mu'tezile'ye Karşı Cevap

Bu böyledir, zira kesin aklî delil, Kur'ân'ın zahirinin ihsas ettiği mananın doğruluğuna delâlet etmektedir. Bu da böyledir, zira biz defalarca, kuldan herhangi bir fiilin sâdır olmasının, bir sebebin bulunmasına dayandığını ve bu sebebin de mutlaka Allahü teâlâ tarafından yaratıldığını beyan etmiştik. Bu sebebin manası ancak, o kimsenin, bu fiilin daha fazla bir faydayı ve üstün olan bir maslahatı ihtiva ettiğini bilmesi, ona o şekilde inanması veya onun bu şekilde olduğunu zannetmesidir. Bu sebep Allah'ın fiili ile meydana gelince, ve o sebebin de manasının ancak, o fiilin daha fazla bir faydayı ve üstün olan bir maslahatı ihtiva ettiğine inanmak şeklinde olunca, Allahü Teâlâ'nın o fiili o kimsenin kalbinde, vicdanında ve inancında tezyin edip süslü göstermedikçe, kuldan herhangi bir fiilin, bir söz, bir hareket veya bir hareketsizliğin sâdır olmasının imkânsız olduğu sabit olmuş olur. Keza insan, onun bir küfür ve bir cehalet olduğunu bile bile, doğrudan doğruya küfrü ve cehaleti tercih etmez.. Bunun böyle olması zaruridir. Aksine o küfrü, küfrün bir iman, bir ilim, bir sıdk ve bir hak olduğuna inandığı için tercih eder. Eğer birinci cehalet daha önce bulunmamış olsaydı, o bu ikinci cehaleti tercih etmezdi. Sonra biz sözü, "O bu ilk cehaleti niçin tercih etmiştir?" meselesine getiriyoruz. Eğer bu, kendinden önceki bir cehaletten dolayı olmuşsa, bunun, nihayeti olmayan cehaletlere kadar devam etmesi gerekir. Ki bu da muhaldir. Bu bâttl olunca, bu cehaletlerin Allahü teâlâ'nın o kimsede, doğrudan doğruya yaratmış olduğu bir cehalette son bulması gerekir. O kimse bu cehaleti sebebiyle, küfrünün bir iman, hak, ilim ye bir doğruluk olduğunu zannetmiştir. Binaenaleyh, Allah'ın bu cehaleti o kimsenin kalbinde tezyin etmiş olmadıkça kâfirin, cehaleti ve küfrü tercih etmiş olmasının imkânsızlığı sabit olmuş olur. Böylece de bu iki kesin aklî delil ile, âyetin zahirinin delâlet ettiği şeyin, kendisinden kaçınılamayacak bir hak olduğu sabit olmuş olur. Durum böyle olunca da, zikredilen bu iki tevil tamamiyle bâtıl olur. Çünkü te'vile, sözü zahirine hamletmek imkânsız olduğu zaman başvurulur. Hem Cenâb-ı Hakk'ın, "Sonra onlar da haddi aşarak, bilmeksizin Allah'a söverler" ifadesinden sonra gelen, "Biz her ümmetin yaptıklarını, kendilerine böyle hoş gösterdik" buyruğu, onların bu kötü fiile yeltenmelerinin, ancak Allahü teâlâ'nın tezyin ve süslemesiyle olduğunu hissettirmektedir. Ama, "Biz her ümmetin yaptıklarını, kendilerine böyle hoş gösterdik" sözünün, insanların kalplerinde salih amelleri süsleyenin Allahü teâlâ olduğu manasına hamledilmesine gelince, bu kendisinden önceki ifadeyle münasebeti olmayan bir söz olur. Yine Cenâb-ı Hakk'ın, "Biz her ümmetin yaptıklarını, kendilerine böyle hoş gösterdik" ifadesi, hem kâfir hem de mü'min ümmetleri içine alır. Bu sözü mü'min ümmetlere tahsis etmek ise, umûm ifadenin zahirini terletmektir.

Diğer tevillere gelince, Keşşaf sahibi onları zikretmiştir ki değersizlikleri, (erbabına) gizli değildir. Allah en iyisini bilendir.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Sonra hepsinin dönüşleri yalnız Rablerinedir. Artık O, yapmakta oldukları şeyleri onlara haber verecektir" buyruğuna gelince bundan maksat, "Onların işleri Allah'a havale edilmiştir. Allahü teâlâ onların hallerini bilir. Onların kalblerindekine muttalidir. Onların, Kıyamette dönüşleri Allah'a dır. Böylece de O, herkese ameline göre karşılık verecektir. Eğer onların amelleri hayır ise, görecekleri karşılık da hayırdır; şer ise, cezaları da serdir..." manasıdır.

Müşriklerin Keyfî Olarak Mu'cize İstemeleri

108 ﴿