119"Size ne oluyor ki, size haram kıldıklarım ayrı ayrı bildirdiği halde, üzerlerine Allah'ın ismi anılanlardan yemiyorsunuz? Ancak kat'î surette yemeye muzlar kaldığınız şeyler müstesnadır (ondan yiyebilirsiniz). Doğrusu, birçokları bilmeden hevâ ve hevesleriyle (insanları) saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin, haddi aşanları pek iyi bilmektedir". Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Nâfî ve Asım'ın ravisi Hafs, her iki fiili de malum olarak "fassala ve harrame" şeklinde; İbn Kesir, İbn Amir ve Ebu Amr, her iki fiili de meçhul sîgasıyla "fussile ve hurrime" şeklinde; Hamza, Kisâî ve Âsım'ın ravisi Ebu Bekir, birincisini malum olarak "fassaia", ikincisini ise meçhul olarak "hurrime" şeklinde okumuşlardır. Binaenaleyh bu fiilleri malum okumanın delili şu iki husustur: a) Hak teâlâ'nın, "Biz âyetleri apaçık gösterdik" (En'âm, 126) âyeti ile, "De ki: "Gelin, üzerinize Rabbinizin neleri haram ettiğini ben okuyayım" (En'âm, 151) âyeti. b) Allahü teâlâ'nın.(En'âm. 119) âyeti. Binaenaleyh fiilin, daha önce "Allah" ismi zikredildiği için bu faile isnâd edilmesi (malum okunması) gerekir. Her iki fiili de meçhul okumanın delilleri ise, Hak teâlâ'nın, "Ölü, kan ve... üzerinize haram kılındı"(Maide, 3) âyetidir. Bu âyetteki hurrimet (haram kılındı) ifadesi, tefsir ettiğimiz âyette mücmel (kapalı) bırakılan hususu açıklamaktadır. Binaenaleyh açıklayan ifadede, meçhul siga ile "haram kılındı" denilmesi gerektiğine göre, mücmel olan ifadede de aynı tabirin kullanılması gerekir ki, bu da âyetteki (size haram kılınan) ifadesidir. Hurrime fiilinin meçhul okunması sabit olunca, fussile kelimesinin de meçhul okunması gerekir. Çünkü, tek tek açıklanan, tafsil edilen şey, mücmel olarak haram kılınan şeyin aynısıdır. Keza (En'âm, 114) mufassala sözü de, bu fiilin fussile şeklinde meçhul okunacağına delalet eder. Birincisini mâlurn, ikincisini de meçhul okuyanların delili ise (En'âm. 126) âyeti ile, (Maide, 3) âyetidir. Haramların Açıklandığı Yer Hakkında Cenâb-ı Hak, "O, size, ... neleri haram kıldığını ayrı ayrı bildirmişken...' buyurmuştur. Müfessirlerin çoğu şöyle demişlerdir: Bu ifadeden murad. Cenâb-ı Hakk'ın Maide sûresinin başlarındaki "Ölü, kan, domuz eti... üzerinize haram edilmiştir" (Maide. 3) âyetinde beyan ettiği husustur. Bunun böyle olmasında şöyle bir müşkil ortaya çıkmaktadır: En'âm sûresi Mekkî, Maide sûresi ise Medenî olup, Cenâb-ı Hakk'ın Medine'de en son indirdiği sûredir. Halbuki "ayrı ayrı bildirmiştir"buyruğu, bu tafsil edilen şeyin, mücmelden önce olmasını gerektirir. Halbuki Medenî olan, Mekkî olandan sonradır. Sonra olanın ise, önce gelmiş olması imkânsızdır. Halbuki, bizce daha münasib olan cevap şudur: Tafsilat getiren âyet, -Maide suresinde değil- yine En'am suresinde biraz sonra gelecek olan şu âyettir: "De ki: "Bana vahyolunanda, yiyen kimse için leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki bu şüphesiz pistir- yahut Allah'a itaat yolundan çıkarak Allah'dan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum" (En'âm, 145). Gerçi işbu (145.) âyet, öbüründen (atıfta bulunan 119. âyetten) biraz sonra gelmektedir. Fakat, bu kadarcık bir sonralık, onun kastedil meşine mani değildir, Vallahu alem. Cenâb-ı Hak, "kendisine kat'î surette mecbur ve muhtaç olmanız hali müstesna..." buyurmuştur. Bu, "Zaruret halinin, çok şiddetli biçimde aç olmanız sebebiyle, sizi onu yemeye sevketmiş olması durumu müstesna" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Doğrusu birçokları hevâlanyla (insanları) saptırıyorlar" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: İbn Kesîr ve Ebu Amr, yâ harfinin fethasıyla, "Muhakkak sapıyorlar" şeklinde okumuşlardır ki bunlar bu ifadeyi, Yunus, 88; İbrahim 30; Hacc, 9; Lokman, 6 ve Zümer, 8 âyetlerinde de aynı şekilde okumuşlardır. Âsim, Hamza ve Kisâi, bütün bu ifadeleri ya harfinin dammesiyle; Nali ve İbn Âmir, hem burada, hem de Yunus 88 âyetinde, yâ'nın fethasıyla; diğer yerlerdeyse, ya harfinin dammesiyle okumuşlardır. Binaenaleyh bu kelimeyi yâ'nın fethasıyla okuyan kıraat, o kimsenin sapıtmış olduğuna; damme ile okuyan kıraat ise, o kimsenin saptıran bir kimse olduğuna işaret eder. Damme ile okuyanlar şunu söylemişlerdir: Bu şekilde okuma, daha fazla zemm ifade eder. Çünkü, saptırıcı olan herkesin, aynı zamanda sapmış olması gerekir; ama, sapmış olan kimse, saptırıcı olmayabilir. O halde, saptıran, sapandan daha fazla zemmedilmeye müstehaktır. Cenâb-ı Hakk'ın yudillûne "saptırıyorlar" buyruğu ile kastedilenlerin, Amr İbn Luhayy ile, ondan bu yana bulunan diğer müşrikler olduğu söylenmiştir. Çünkü, Hazret-i İsmail'in dinini değiştiren ve "bahire", "şaibe" vb. hayvanlar edinen ve meyte (lâşe)'den yiyen ilk kimse, Amr İbn Luhayy'dır. Cenâb-ı Hak, "bilmeden, ilim ile olmaksızın..." kaydı ile de, Amr İbn Luhayy'ın, bu inançlara, sırf cehaleti ve sadece sapıklığı sebebiyle dalmış olduğunu murad etmiştir. Zeccâc da bu tabire "Bunlar, ölü hayvanı helâl addedip, onun helât olduğu hususunda sizinle münakaşa ederek, bu hususta, "Sizin kestikleriniz helâl olduğuna göre, Allah'ın kestiği haydi haydi helâl olur!.." diyerek istidlalde bulunan kimselerdir. Yine, putlara tapmak ve Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetine ta'n etmek gibi cürümleri işleyerek sapıtan herkes, bu hususta kendi hevâ ve arzusuna uymuş, bu konuda herhangi bir delile ve bilgiye dayanmamışlardır..." şeklinde mana vermişlerdir. Âyet, Taklidin Haramlığına Delildir Âyet, dinî mevzularda, sırf taklidle hükmetmenin haram olduğunu göstermektedir. Çünkü taklide dayanarak hüküm vermek, sırf heva ve arzuya göre hüküm vermektir. Halbuki âyet, bunun haram olduğuna delâlet etmektedir. Daha sonra Allah "Şüphesiz ki Rabbin, haddi aşanları pek İyi bilmektedir" buyurmuştur. Bundan murad, "O, onların kalblerinde ve gönüllerinde bulunan haddi aşma ve bâtılı destekleme arzusuyla, hakkı gizleme hususundaki gayret ve çabalarını bilendir. O, onların bütün hallerini bilip, onlara, yaptıklarına mukabil bir karşılık vermeye kadir olduğuna göre, bu demektir ki O, onları yaptıkları mukabilinde cezalandıracaktır.." şeklindedir. Binaenaleyh, bu tabirden maksad, onları tehdit edip korkutmaktır, Allah en iyi bilendir. |
﴾ 119 ﴿