5"Biz nice memleketleri helak ettik. Öyle ki (kah) geceleyin, (kâh) onlar kaylûle ederlerken (öğle uykusuna yatmışlarken), onlara azabımız gelip çattı. Kendilerine azabımız gelip çattığı zaman, çağırıştan, "Biz hakikaten zalimler olduk" demelerinden başka bir şey olmadı". Bil ki Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ınzar ve tebliğde bulunmasını, kâfirlere de o inzar ile tebliği kabul edip, O'na uymalarını emredince, bu âyette O'na uymamanın ve ondan yüz çevirmenin ilâhî cezasından bahsetmiştir. Âyetle ilgili birkaç mesele vardır: Zeccâc şöyle demektedir: "Âyetin başındaki "kem" kelimesinin i'rabtaki yeri mübteda olması hasebi ile mahallen merfu, cümlesi de onun haberidir. Bu, "kem" edatın: mahallen mansub saymaktan daha güzeldir. Çünkü senin, (Zeyd'i dövdüm) demen (Zeyd'i dövdüm) demenden daha güzeldir." Bununla beraber, mansub olması da Arapça'da köklü, makbul bir kullanıştır. Nitekim, "Şüphesiz ki biz herşeyi bir takdir ile yarattık" (Kamer, 49) âyetinde bu durum vardır. Âyette bir mahzufun olduğu, bunun takdirinin ise, "Biz, nice memleket ahalisini helak ettik" şeklinde olduğu söylenmiştir. Bunun böyle olduğunun delili ise şunlardır: 1) Hak teâlâ'nın, "Onlara azabımız gelip çattı" ifadesi... Azabın gelip çatması, ancak halk için söz konusudur. 2) Âyetteki, "(Kâh) onlar kay lüle ederlerken..." ifadesi, buradaki "onlar" zamiri, memleketin ahalisini ifade etmektedir. 3) Men etmek, ancak mükellefleri helakle tehdid etmek suretiyle olur. 4) Gece uykusu ve kaylûle, ancak insanlar hakkında söz konusudur. İmdi, eğer, "Öyleyse neden, Cenâb-ı Hak (Zamiri hem müfred, hem de müennes getirerek) (......) buyurmuştur?" denilecek olursa, onlar buna şu şekilde cevap vermişlerdir: Bu, sözü manaya göre değil, lafza göre getirmektir. Bu tıpkı Hak teâlâ'nın, "Azmış olan nice memleket vardır ki...' (Talak, 8) âyeti gibidir. Burada Cenâb-ı Hak, (......) kelimesinin lafzına göre (müennes) getirmiştir. (Bu âyetin devamında ise), "Allah onlar için (pek çetin birazab) hazırladı" (Talak, 10) buyurmuştur. Burada da "onlar" zamirini, "karye" kelimesinin lafzına göre değil, manasına göre getirmiştir. İşte bundan dolayı Zeccâc "şayet "Onlara azabımız gelip çattı" buyurulmuş olsaydı, bu da doğru olurdu" demiştir. Bazıları ise, âyette bir hazfin olmadığını, bundan muradın "bizzat "karye"nin (memleketin) kendisini helak etmek olduğunu, çünkü memleketin kendisini yere batırma ve benzeri yollarla helak etmede, orada yaşayanları helak etmenin de dahil olduğunu; bir de takdirin böyle olması halinde, âyetteki, "Ona azabımız geldi" ifadesini zahir manasına alıp, böylece de herhangi bir te'vile gitmeme durumu olduğunu (bunun da matlup bir şey olduğunu)" söylemişlerdir. Ayetteki “Fe” Harfi” Takibiyye Değil Tefsîriyye Olduğu Birisi şöyle diyebilir: "Biz nice memleketleri helak ettik... Onlara azabımız gelip çattı" ifadesi, helakin, azabın gelip çatmasından önce olmasını gerektirir. Halbuki durum böyle değildir. Çünkü azabın gelişi, imhadan önce olur." Alimler buna şu şekilde cevap vermişlerdir: 1) Âyetteki "Helak ettik" ifadesi ile, "Biz o memleketin helak edilmesine hükmettik de, böylece oraya azabımız gelip çattı" manası kastedilmiştir. 2) Bu, "Helak etmeyi murad ettiğimiz nice memlekete, azabımız gelip çatmıştır" manasındadır. Bu tıpkı, "namaza kalktığınızda (yani namaz kılmak istediğinizde), yüzlerinizi yıkayın ve..." (Maide. 6) âyeti gibidir. 3) Cenâb-ı Hak şayet, "Biz nice memleketleri helak ettik, böylece oralara bizim helak edişimiz gelip çatmış oldu" buyurmuş olsaydı, böyle bir soru sorulmazdı. İşte bu âyette de böyledir. Çünkü Cenâb-ı Allah, helaki "azab" sözü ile ifade etmiştir. Şayet onlar, "Soru yine söz konusudur. Çünkü âyetteki "Derken oraya azabımız geldi" ifadesinin başındaki fâ, ta'kibiyye fâ'sıdır. Bu da iki tarafın birbirinden farklı şeyler olduğunu gösterir" derlerse, biz deriz ki: Fâ, tıpkı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Allah, sizden hiçbirinin namazını, temizlemeyi yerli yerince yapıp, böylece de yüzünü ve kollarını yıkamadıkça kabul etmez" Benzeri hadis: Müslim, Taharet, 2 (1/204); Ibn Mâce, Taharet, 2 (1/100).hadis-i şerifinde de olduğu gibi, tefsiriyye (açıklama için)dir. Hadisteki ifadesinin başındaki fâ, tefsir içindir. Çünkü "yüzü ve kollan yıkama" işi, "temizliği yerli yerinde yapma"nın adetâ bir tefsiri gibidir. İşte âyette de böyledir. Âyetteki "azab" (be's) kelimesi, o helaki tefsir için getirilmiştir. Çünkü helak, bazan alışılmış ölümle olur, bazan da o beldenin ahalisine azabı ve belâyı musallat etmekle olur. Böylece âyetteki "azabımız gelip çattı" sözü, "Biz nice memleketleri helak ettik" sözünün bir tefsiri olmuş olur. 4) Ferrâ şöyle demektedir: Bu azabın gelip çatması ve helak edişin aynı anda olması da mümkündür. Bu tıpkı, "Bana verdin, iyilik yaptın" denilmesi gibidir. Halbuki burada bahsedilen ihsan (iyilik), bu verme işinden ne sonra, ne de öncedir, tkisi de aynı anda vuku bulmuştur. İşte bu âyette de böyledir. Âyette beyâten "geceleyin" buyurulmuştur. Ferrâ, şöyle demektedir: "Arapça'da, "Adam geceledi, gecelemek" denilir. Araplar çoğu kez de beyât masdarını kullanırlar. Onlar, gece içinde geçirildiği için, ev'e de beyt adını vermişlerdir. Keşşaf sahibi ise şöyle demektedir: "Hak teâlâ'nın beyâten "geceleyin" tabiri, "geceleyenler bâitîne manasında olmak üzere hal yerinde kullanılmış bir masdardır." "(kâh) onlar kaylûle ederlerken (öğle uykusuna yatmışlarken)" buyruğu hakkında iki bahis vardır: Birinci bahis: Bu, beyâten ifadesine atfedilmiş bir hal cümlesi olup, sanki, "O belde halkına azabımız, onlar geceleyin uyurlarken veyahut da kaylule yaparlarken gelmiştir..." denilmek istenmiştir. Ferrâ, bu kelimenin başında takdir edilen bir vav bulunduğunu, mana ve takdirin de, "Biz onları helak ettik de, ora halkına azabımız, onlar uyurlarken veyahut da onlar kaylûle halinde iken geldi" şeklinde olduğunu; ancak ne var ki Arapların, iki atıf harfini bir arada söylemeyi ağır bulduklarını; söylenmesi halinde de doğru olacağını, söylerken; Zeccâc, "bunun doğru olamıyacağını, çünkü hal manasına gelen vâvın, atf için olan vâv'a yakın olduğunu, ikisini bir arada söylemenin, aynı durumdaki iki şeyi bir arada cem etmek demek olduğunu, bunun ise caiz olamayacağını ve sen, şayet "Zeyd bana, binitli olduğu halde, yaya geldi" desen, burada atıf vavına ihtiyaç kalmayacağını söylemiştir. İkinci bahis: Bu ifadenin başına, "onlara bizim azabımız, kâh geceleyin, kâh da gündüzün gelip çattı" manasında olmak üzere "ev" lafzı getirilmiştir. "Kaylûle" hususunda da iki görüş ileri sürülmüştür: Leys: "Kaylûle, gündüzün ortasındaki uykudur" derken, Ezheri: "Araplara göre "kaylûle", sıcaklık fazlalaştığı zaman, yapıldığında tam uyku hali bulunmasa dahi gündüzün ortasında yapılan istirahattır" demiş, bunun delili olarak da şunları zikretmiştir: "Cennette uyku yoktur, halbuki Cenâb-ı Hak, "O gün cennet ehlinin eğlenip duracaktan yer çok hayırlı ve kaylûle yapacakları yer de çok güzeldir" (Furkan. 24) buyurmuştur. Buna göre âyetin manası, "Azabımız, onlara, onların onu beklemediği bir zamanda, ya geceleyin onlar uyurken veyahut da onlar gündüzün kaylûle yaparken gelip çatmıştır" şeklindedir ki bundan maksad da, "onlara bu azabın, onun ineceğine dair bir emare ve bir ipucu bulunmaksızın ve de onlar bundan tamamen gafil iken gelip çatmıştır..." demektir. Buna göre sanki kâfirlere, "Emniyet, rahat ve her türtü endişeden uzak olarak yaşamanız sebebiyle aldanmaytnız; çünkü Allah'ın azabı geldiğinde, herhangi bir işaret bulunmadan, birden gelir... O halde, içinde bulunduğunuz hallerinize aldanmayın!..." denilmek istenmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Çağırışları... olmadı" buyurmuştur. Dilciler şöyle demektedirler: Da'vâ kelimesi, hem iddia hem de dua manasına geten bir isimdir. Sîbeveyh şunu nakletmiştir: Araplar şöyle der: "Ey Allah'ım, müslümanların iyi dualarına bizi ortak kıl!" İbn Abbas da şöyle demektedir: Onlara (o kâfirlere) bizim azabımız gelip çattığında, onların yalvarıp yakarmaları, ancak, "biz zalim olduk!" demeledirdir. Böylece onlar kendilerinin müşrik olduklarını ikrar etmiş olurlar. İbnu'l-Enbarî ise şöyle demektedir. "Onlara bizim azabımız gelip çattığı zaman onların sözü ancak, o kendi zulümlerini itiraf etmeleri ve kötülükte bulunduklarını kabul etmeleri şeklinde olur..." Nahivcilere göre, Cenâb-ı Hakk'ın ifadesinin terkibi hususunda tercih edilen tahlil şekli, bunun ile merfû, ifadesinin ise, yine ile mansub olmasıdır. Bu Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı "Kavminin cevabı... demelerinden başkası olmadı..." (Ankebut, 29); "Nihayet ikisinin de akıbeti, hakikaten ateşin içinde ebedi kalıcı olmalarıdır" (Haşr, 17) ve demelerinden başka tutanakları yoktur" (Casiye, 25) âyetlerinde olduğu gibidir. Bu ifadenin terkibinin, ifadesinin mertu, ifadesinin ise mansub kılınması suretiyle, yukarıda yapılan tahlil şeklinin zıddına olması da caizdir. Bu da, el-birre kelimesini merfu okuyanların kıraatine göre, "Bin (iyilik) ... döndürmeniz değildir..."(Bakara, 177) âyeti gibi olur. Bu hususta temel kaide şudur: Kâne'den sonra iki mahfe (belirli) kelime bulunduğunda sen, bunlardan istediğin herhangi birisini merfû, diğerini ise mansub okumada muhayyersin... Bu senin tıpkı, "Zeyd, senin kardeşindir" demen gibidir. İstersen sen bunu, şeklinde de ifade edebilirsin... Zeccâc şöyle demektedir: "Ancak ne var ki biz, âyetteki (......) kelimesini merfu yaptığımızda tercih edilen şey şeklinde demesidir. Âyette (bu ifadenin başında) kâne buyurunca, bu, lafzının nasb makamında kâne'nin haberi olduğuna delâlet eder..." Buna şu şekilde de cevap verilebilir: (......) kelimesini merfu kabul etsek bile, onun fiilini müzekker getirmek caizdir. Buna göre meselâ sen "Onun davası bâtıldır..." dersin. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 5 ﴿