165"Ve hani içlerinden bir cemaat "Allah'ın helâk edeceği veya çetin bir azabla azabiandıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediği zaman, o (vaaz edenler), "Rabbinize bir mazeret olsun diye, umulur ki sakınırlar" demişlerdi. Ne zaman ki onlar edilen vaaz-u nasihatlan unuttular, biz de kötülükten nehyedenleri kurtardık. Zulmedenleri ise, yapmakta oldukları fısklar yüzünden, şiddetli bir azab ile yakaladık". Bil ki ayetteki, sözü, önceki ayetteki sözü, üzerine atfedilmiş olup, i'rab bakımından hükmü, aynen onun hükmü gibidir. ifadesi ise, o kasaba halkının cumartesi günü avlanan bu insanlara nasihat etme yolunda iniş çıkış demeden yol tepen ve başkalarının, onların nasihati kabullerinden ümit kesmelerine rağmen, yine de sonuna kadar nasihattan vazgeçmeyen salih şahsiyetlerden ibaret bir cemata işaret etmektedir. Ayetteki ifâdesi, "Allahü teâlâ'nın helak edeceği, yani köklerini kazıyıp, yeryüzünün kendilerinden temizleyeceği; yahut serde aşırı gitmelerinden dolayı, şiddetli bir azab ile azabiandıracağı kimselere niçin öğütte bulunuyorsunuz?" manasındadır. Onlar, artık öğüt ve nasihatin, onlara fayda vermiyeceğini bildikleri için böyle söylemişlerdir. Ayetteki "Rabbinize bir mazeret olsun diye dediler" ifâdesi ile ilgili iki bahis bulunmaktadır: Birinci bahis: Hafs'ın Asım'dan olan rivayetine göre o bu kelimeyi mansub olarak, ma'zireten; diğer kıraat alimleri ise, merfû olarak ma'ziretun şeklinde okumuşlardır. Kelimeyi mansub okuyana gelince Zeccâc bu hususta: "Bunun manası, "Rabbimize, bir mazeret, bir özür beyân edebilelim" şeklindedir" demiştir. Kelimeyi merfû olarak okuyana gelince bunun takdiri, "Bu, bir mazeret (özür beyan etme) vesilesidir veya "Bizim sözümüz, bir mazeretten ibarettir" şeklindedir. Bu durumda kelime, mahzuf bir mübtedânın haberi olmuş olur. İkinci bahis: Ma'zire kelimesi, üzr gibi, bir masdardır: Ebu Zeyd şöyle demiştir: "Arapça'da, denilir ifâdesi, "özrünü kabul edip onu affetti" manasındadır. Yine "onun özrünü kabul etti" denilir. Nitekim, yani, "özrünü kim kabul edecek?"yani, "falancayı, yaptığı şey hususunda affettim mazur gördüm" denilmektedir. Buna göre ayetteki "Rabbinize bir mazeret olsun diye" ifadesinin manası, "Biz, nefislerimizin affını ve mazeretini Allah'a sunduk... Çünkü biz, uzun süre nehy-i münker yaptığımız zaman "hiç şüphesiz bu vazifeyi yaptık.. Böylece biz bu hususta mazuruz" deriz" şeklindedir. Ezherî şöyle demektedir: "Ma'zire kelimesi, babından mef'ile kalıbında bir isim olup, özür beyan etmek için kullanılır. Buna göre sanki "Bizim, vaa-z u nasihatimiz, Rabbimize karşı bir özür beyan etme olur" demişlerdir. Böylece isim, mazeret ve özür beyan etme yerinde kullanılmıştır. Nitekim "Falanca, günahı ve hatası sebebiyle mazeret beyan etti, af diledi de ben de onu affettim" denilir. Ayetteki üyu "Umulur ki sakınırlar" Yani, "Bize göre, onların, bu vaazu nasihattan istifade etmeleri böylece de Allah'dan ittikâ ederek bu günahı terketmeleri mümkündür, umulur" demektir. Münkerle İlgili Grupların Akıbetleri Bunu iyici kavradığın zaman biz deriz ki: Bu ayet hakkında iki gürüş bulunmaktadır: Birinci görüş: Hiç şüphesiz kasaba halkı içinde balık avlayıp, bu günahı irtikâb edenler olduğu gibi, böyle yapmayanlar da bulunuyordu. Bu ikinci kısım da ikiye ayrılmıştı. Onların içinde, günahkârlara vaazu nasihat ederek, onları bu fiillerinden men etmeye çalışanlar olduğu gibi, vaa'zu nasihat etmeyip, vaa'zu nasihat edenleri hoş görmeyerek onlara, "Allahü teâlâ'nın, kendilerini helak edeceğini veya onlara azâb edeceğini bildiğiniz halde, ne diye onlara vaazu nasihatta bulunuyorsunuz?" diyenler de vardı. Yani, "Onlar bu günahlarında diretme hususunda, ondan artık vazgeçemiyecekleri bir noktaya varmışlardır. Bu sebeple, sizin yapmış olduğunuz bu vaazu nasihat tesirsiz ve etkisizdir. Dolayısiyle terkedilmesi gerekir" demektir. İkinci görüş: Kasaba halkı iki kısım idi. Bir kısmı günahı işliyor, bir kısmı da ondan men ederek, o günahı işleyenlere vaazu nasihatta bulunuyordu. Bu ikinci grup, bu çirkin şeylere yönelen ve Allah'ın sınırlarını çiğneyen o günahkar gruba vaazu nasihat etmekle meşgul olunca, işte tam o esnada, günahkar grup, vaazu nasihat edenlere "Size göre Allah'ın helak veya azâb edeceği bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz?" dediler. Vahidî şöyle der: "Birinci görüş daha doğrudur. Zira, şayet onlar iki grup olup, "Rabbinize bir mazeret olsun diye" ifâdesi de, nehyeden grup tarafından haddi aşan grup hakkında söylenmiş bir söz olsaydı, o zaman onlar, "Umulur ki siz sakınırsınız" derlerdi... Cenâb-ı Hakk'ın "Ne zaman ki onlara edilen vaaz u nasihatları unuttular" buyruğuna gelince bu, "Onları tıpkı unutan kimsenin unuttuğu şeyi terkedip bırakması gibi, sâlih kimselerin kendilerine hatırlatmış oldukları şeyi terkedip bırakınca, biz kötülüklerden nehyeden kimseleri kurtardık ve günah işleyen zalimleri ise azabımızla kıskıvrak yakaladık" demektir. Bil ki ayetin lafzı, haddi aşan grubun helak olduğuna; kötülüklerden nehyeden ve vazgeçiren grubun ise kurtulduğuna delâlet eder.. Ama, "Niçin vaaz u nasihat ediyorsunuz" diyen kimselere gelince, müfessirler bu sözü söyleyen kimselerin hangi gruptan olduklarında ihtilâf etmişlerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, bu hususta gürüş beyan etmediği nakledildiği gibi, yine ondan, "Her iki grup da (günah işleyenlerle onlara nasihat etmeyenler) helak oldu, vaazu nasihat edenler ise kurtuldu..." dediği de rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas bu ayeti okuduğunda ağlar ve şöyle derdi: "O nehy-i münker yapmayıp susan kimseler, helak oldular. Biz de öyle yapmıyor muyuz? Hoş görmediğimiz nice şeyler görüyoruz, sonra da susuyor hiçbir şey söylemiyoruz." Hasan el-Basri, vaaz-u nasihat etmeyen kısmın da kurtulduğunu söylemiştir. Bu görüşe göre iki grup kurtulmuş, üçüncüsü ise helak olmuş olur. Alimler bu görüş hakkında şu şekilde istidlalde bulunmuşlardır: Onlar (vaaz u nasihat etmeyenler), "Allah'ın helak edeceği veya çetin bir azâbla azâblandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediklerine göre bu, onların bu günah işleyenlerin durumunu son derece yadırgadıklarına, fakat sırf zann-ı galibleriyle bu günahkârların kendilerinin yapacak olduğu vaaz u nasihata kulak asmayıp ondan yararlanmayacaklarını bilmelerinden ötürü onlara vaazu nasihat etmeyi terkettiklerine delâlet eder. İmdi şayet, "Hiç şüphesiz vaaz u nasihat etmemek bir günahtır. Vaazu nasihati yasaklamak da bir günahtır. Binâenaleyh, vaazu nasihati terkedip bunu men edenlerin de Cenâb-ı Hakk'ın, "Zulmedenleri ise, yakaladık" buyruğunun hükmüne dahil olması gerekir" denilirse biz deriz ki: Bu gerekmez, çünkü nehy-i münkerde bulunmak farz-ı kifâyedir. Dolayısiyle bazıları bunu yapınca yapmayanlardan sakıt olur. Sonra Cenâb-ı Hak, onları şiddetli bir azâb ile kıskıvrak yakaladığını belirtmiştir. Görünen odur ki, bu azâb, daha sonra bahsedilecek olan "mesh" (bir başka şekle döndürme)den başka bir şeydir. Kelimesinde Farklı Kıraatler "şiddetli bir azâb" tabirindeki beîs kelimesi çok çeşitli şekillerde okunmuştur: a) Faît vezninde, beîs şeklinde. Ebû Ali, böyle okunması halinde şu iki izahın yapıldığını söylemiştir: 1) Bu kelimenin bir şey şiddetli olduğunda söylenilen yani "şiddetlenmek" tabirinden olmak üzere, faîl vezninde olmasıdır. 2) Ebû Zeyd'in söylemiş olduğu şu husustur: Bu kelime, fakirlik anlamına gelen bü's masdarından türemiştir. Nitekim, bir kimse fakir düştüğünde: denilir. Bu kimse hakkında bâis denilir ki "fakir" anlamındadır. Binaenaleyh Cenâb-ı Hakk'ın tabiri "Fakir düşüren bir azâb ile anlamındadır. b) Bu kelimenin (sakınan, çekinen) vezninde (......) şeklinde okunması. c) Tıpkı, (kurt) kelimesinin (......) şeklinde okunması gibi, hemzenin yâ'ya dönüştürülmesiyle bîs şeklinde okunması. d) Fey'al vezninde bey'es şeklinde okunması. e) (reis, lider) vezni gibi, (......) kelimesinin hemzenin yâ'ya kalbedilip yâ harfinin de diğer yaya idgam edilmesiyle (......) şeklinde okunması. f) Tıpkı heyyin (kolay, basit...) lafzının heyn şeklinde okunması gibi, bu kelimenin de şeddesiz olarak beys şeklinde okunması... Bütün bu kıraatları Keşşaf sahibi nakletmiştir. Sonra Cenâb-ı Hak, onların başına bu azabın inmesine rağmen diretip isyan ettiklerini beyan ederek, |
﴾ 165 ﴿