183"Ayetlerimizi yalan sayanları biz, bilmeyecekleri noktalar(dan) derece derece helake yaklaştırırız. Ben (onlara) mühlet veririm. Benim keydim çetindir". (İstidraç) Bil ki Allah hidayete eren ve âdil olan ümmetlerin durumlarından bahsedince, ayetlerini yalanlayanları ve bunlar için söz konusu olan va'îdi yeniden zikrederek, "Ayetlerimizi yalan sayanları..." buyurmuştur. Bu, bütün yalan sayanları içine alan bir ifadedir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre, o, bu ayetle Mekkeli müşriklerin kastedildiğini söylemiştir. Bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü umumî olan ifâdenin özelliği, kendisinden bir istisna olduğuna delâlet eden bir delil bulunmadığı müddetçe, (manasına dahil olan) herşeyi kapsamasıdır. Cenâb-ı Hakk'ın "onları derece derece helake yaklaştırırız" buyruğuna gelince, bu kelime, "derece derece yükselmek "veya" "derece derece inmek" manasına olan "derece" masdarının, "istif'âl" veznindeki fiilidir. Çocuk yavaş yavaş yürümeye başladığı zaman söylenen ifadesi; birisi kitabı sayfa sayfa dürdüğü zaman söylenen tabiri; "Birbiri peşinden ölüp gittiler" manasında tabiri, bu köktendir. Bu kelimenin, birşeyi "bükmek, parça parça dürmek" (toplamak) manasına olan "dere" masdarından olması da muhtemeldir. Bunun böyle olduğunu iyice kavradığında, bu ayetin manası, "Biz onları, kendilerini helak edip, yok edecek şeye yaklaştırır ve onların cezasını, kendilerinden ne murad edildiğini bilmemeleri bakımından kat kat artırırız" şeklinde olur. Bu böyledir. Zira onlar, ne zaman bir suç işieseler veya bir günaha yönelseler, Allah onlara, dünyada iken, çeşitli nimet ve rızık kapılarını açar. Bundan dolayı onlar alabildiğine şımarır, fesada dalar ve azgınlıklarını sürdürürler. Böylece, o nimetlerin ard arda gelmesi sebebi ile, onlar, günah (yolunda) derece derece ilerlerler. Sonra da Hak teâlâ. onları, bu aldanışlarının ve gafletlerinin en fazla olduğu bir zamanda, ansızın yakalayıverir. İşte bundan ötürü Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), kendisine İran Kisrası'nın hazineleri getirilince, "Allahım, derece derece helake sürüklenmekten (istidraetan) sana sığınırım. Çünkü senin, Biz, onları, bilmeyecekleri noktalardan, derece derece helake yaklaştırırız" buyurduğunu duydum" demiştir. Kâfire Mühlet Verme Daha sonra Cenâb-ı Allah, "Ben onlara mühlet veririm. Benim keydim çetindir" buyurmuştur. Arapça'da, "imlâ", mühlet vermek, mühleti uzatmak" demek olup, zıddı İ'câl masdandır. "Meliyy" de, uzun zaman manasındadır. Cenâb-ı Hakk'ın "Uzun bir müddet benden ayrıl, git" (Meryem, 46) ayetinde de kelime bu manadadır. Nitekim, "uzun bir müddet" manasında, kelimeleri kullanılır. Buna göre, ayetteki, tabiri, "Onlara mühlet veririm ve günahlarını sürdürüp gitsinler diye, ömürlerini uzatırım. Tevbe edip hakka dönsünler ve günahtan sıyrılsınlar diye, isyanlarının cezasını hemen vermem" demektir. Ayetteki "Benim keydim çetindir" buyruğu hakkında, İbn Abbas (radıyallahü anh): "Cenâb-ı Hak, bu ifade ile, "Benim mekrim (hilem) çok kuvvetlidir" manasını kastetmiştir. Herşeyin metin (çetin) olanı, kuvvetli olanıdır. Nitekim, "O şey sapasağlam ve kuvvetli oldu" denilir" demiştir. Bil ki âlimlerimiz, kaza ve kader meselesinde, "istidraç", "imla" ve "keyd-i metin" lafızlarını delil getirmişlerdir. Bütün bunlar, Hak teâlâ'nın kulunu küfre ve dalâlete sevkedecek olan ve Allah'dan uzaklaştıracak olan şeyi, kulu için murad edebileceğini gösterir ki bu Mutezilenin ileri sürdüğü görüşün zıddıdır. Ebu Ali el-Cübbaî (ehl-i sünnetin) bu görüşüne şöyle cevab vermiştir; "Ayette geçen "istidrâc"tan murad, "Allahü teâlâ'nın, onlar bu cezaya bitmeden düşünceye kadar, onlara ceza verme hususunda, onlara mühlet vermiştir. Böylece onar, ansızın o cezanın içine düşüvermişlerdir" şeklindedir. Bu azab, öldürmek ve kökünü kazımak gibi şekillerde dünyada olabileceği gibi, âhirette de olabilir. Cebriyeden olan bazı kimseler şöyle derler: "Bu, "Bizonlara, bilemiyecekleri bir cihetten, küfre düşünceye kadar bir mühlet tanıdık" manasındadır" demişlerdir ki bu yanlıştır. Çünkü Allahü teâlâ, onların daha önceden de kâfir olduklarını haber vermiştir. Onlara mühlet verdiği husus ise, geleceğe ait bir iştir. Çünkü ayetteki ifadesinin başındaki "sîn", gelecek zamanı gösterir. Bu ifadeden muradın, "Allah onlara, yeni bir inkâra kadar mühlet verdi" manası olması da gerekmez. Zira Cenâb-ı Hakk'ın onları başka bir küfre düşürmezden önce de öldürmesi caizdir. O halde ayetten kastedilen, bizim söylediğimiz manadır. Hem sonra Cenâb-ı Allah, kâfiri, küfür kendi fiili olduğu halde, onda başka bir küfür yaratarak onu canlandırmaz. Allah, kulu ancak kendi yapmış olduğu fiilden dolayı cezalandırır. Ayetteki, 'Sen onlara mühlet veririm" buyruğunun manası, "Ben onları, küfürlerinde devam etmelerine rağmen, onları dünyada bırakırım, cezalarını hemen vermem. Çünkü onlar benim elimden kurtulamaz ve beni aciz bırakamazlar" şeklindedir. Bu aynı zamanda ayetteki "Benim keydim çetindir" ifadesinin de manasıdır. Çünkü Allah'ın keydi (hilesi-tuzağı), O'nun azabıdır. Cenâb-ı Allah, kulları farketmeksizin, onların başına geldiği için azabına "keyd" (hile, tuzak) demiştir. Cübbaî'nin bu görüşüne şu iki bakımdan cevap verilir: a) Ayetteki, "Ayetlerimizi yalan sayanları biz, bilmeyecekleri noktalar(dan) derece derece helake yaklaştırırız" ifadesinin manası, daha önce de bahsettiğimiz gibi, "Onlar her nezaman günah ve küfürde ileri giderlerse, Allah, onlara dünyada iken fazlası ile nimet ve hayır verir. Böylece onların dünya lezzetlerini elde etmeleri, Allah'ı zikretmeden uzaklaşmada ve O'na itaatten yüz çevirmede ileri gitmelerine sebeb olur" şeklindedir. Bu, bazı insanlar üzerinde müşahade ettiğimiz bir durumdur. Bu böyle, gözle görülen açık bir şey olduğuna göre, bu durumu inkâr etmek nasıl mümkün olur. b) Farzet ki bundan maksad, cezayı vermeme hususunda bir istidrac ve mühlet vermedir. Ancak bu da, (Mu'tezile'nin) "Allah kulunun ancak hayrını ve salâhını murad eder" şeklindeki görüşü ile çatışır. Çünkü Allahü teâlâ bu istidrac ve mühletin, kişinin kendisi yüzünden küfrünü, günahını ve isyanını artırıp, çok şiddetti bir cezaya müstehak olacağını bildiği şeylerdendir. Eğer Allahü teâlâ o kişinin hayrını ve iyiliğini dilemiş olsaydı, o kimsenin daha fazla günah işlemesinden önce, onun canını alırdı. Aksine, Allah'ın hikmetine ve kulunun maslahatını gözetmesine göre, o kulu, bu cezadan korumak için, ya hiç yaratmaması, yahut onu yaratıp, mükellef olma çağma gelmezden önce onu öldürmesi veyahut da onu, dünya âfetleri ile âhiret cezalarına düşmekten korumak için cennette yaratması gerekirdi. Binâenaleyh Hak teâlâ, kulu dünyada yaratıp, mükellefiyet vartasına atıp, bunun o kulun sadece küfrünü, fâsıklığını ve cezayı hakedişini artıracağını bildiği halde, ömrünü uzatarak, ona günah işleme imkanı verince, biz, Allahü teâlâ'nın bu kimseyi sadece azab ve cehennem için yaratmış olduğunu anlarız. Bu husus, tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın daha evvel geçmiş olan, "Celâlim hakkı için biz, cinlerden ve insanlardan çoğunu cehennem için yaratmışızdır" (Araf, 179)ayetinde beyan ettiği gibidir.Şu Mu'tezile'ye çok şaşıyorum. Onlar Kur'an'ın, kıyısı olmayan bir deniz gibi, böyle ayetlerle dopdolu olduğunu ve kesin netice veren aklî delillerin bu ayetlere uygun olduğunu gördükleri halde, bu ayetlerin tefsirinde, böyle zayıf ve tutarsız izahlarla yetiniyorlar. Fakat benim hayretimi gideren tek şey, Allah'ın irade ettiği herşey mutlaka olur" şeklindeki bilgi ve inancımdır Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Apaçık Bir Korkutucudur |
﴾ 183 ﴿