6

"Rabbin seni tam isabetli olarak evinden çıkardığı zaman da (durum böyle idi). Çünkü müminlerden bir zümre muhakkak ki isteksizdirler!. Hak apaçık meydana çıktıktan sonra bile onlar bu hususta sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle mücadele ediyorlardı".

Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki, buyruğu, herhangi bir şeyin, bu çıkarmak filine benzetildiğini göstermektedir. İşte bu sebeple alimler bu hususta şu izahları ileri sürmüşlerdir:

a) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Bedir Günü müşriklerin sayısını çok, müslümanları da az görünce, onları savaşa teşvik etmek için, "Kim savaca, ölmek üzere olan bir kimseyi öldürürse, o kimsenin üzerindeki eşyası, silahı o öldürenindir. Kim de bir esir alırsa, ona da şöyle şöyle şeyler, vardır" Ebu Davud, Cihad, 144 (3/70); Tirmizî, Siyer. 13 (4/131) (kısmen). buyurdu.. Müşrikler hezimete uğradığında Sa'd İbn Übâde "Ey Allah'ın Resulü, bir grup sahaben ve kavmin, canlarnı feda ettiler. Onlar, korku ve canlarını feda etme hususunda cimrilik yaparak, savaştan geri durmadılar. Ancak ne var ki onlar, tuzağa düşürülmen konusunda, üzerine titrediler. Binâenaleyh, sen (bu savaşan kimselere), belirlediğin şeyleri verirsen, geriye kalan müslümanlara bir şey kalmaz " deyince, Allahü Teâlâ, "Sana harb ganimetlerinin hükmünü sorarlar. De ki: "Bu ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür" (Enfal, 1) ayetini indirdi. Yani, "Peygamber, bu hususta dilediğini yapar..." demektir. Böylece müslümanlar, peygamberden bir şey istemekten çekindiler ve bazılarının içinde de, bir memnuniyetsizlik kalıverdi.

Ayetteki Benzetmenin İzahı

Keza, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir Günü savaşa çıkınca, ashabın bir kısmı ileride açıklayacağımız üzere, bu savaşı hoş karşılamamışlardı. Binânaleyh Cenâb-ı Hak, "De ki: "(Bu) ganimetler Allah'ın ve Resûlünündür" (Enfal, 1) buyurunca, kelamın takdiri şöyle olur: "Onlar başlangıçta razı olmasalar da, enfal (ganimetler) hakkındaki bu hükme razı oldular. Nasıl ki onlar önce razı olmadıkları halde Rabbin seni evinden çıkarmıştı." Bu izah, bu konuda zikredilen izahların en güzelidir.

b) Takdirin, "Hoş görmemelerine rağmen, Allah'ın seni, savaşa çıkarma ile ilgili hükmü sabit olduğu gibi yine hoş görmedikleri halde "enfâl"in Allah'a ait olduğu -iükmü de sabit olmuştur" şeklinde olması.

c) Cenâb-ı Hak, "İşte onlar, gerçek mü'minlerin ta kendileridir" buyurunca, takdir, Allah'ın savaş için seni evinden çıkarma ile ilgili hükmü hak olduğu gibi, onların mümin oldukları hususundaki hükmü de hakdır, gerçektir" şeklinde olur.

d) Kisâî, bu ifâdenin başındaki kâf harfinin, Hak teâlâ'nın bundan sonra gelen, seninle mücadele ediyorlardı..." ifadesine taalluk ettiğini; ifadenin takdirinin ise, "Bir grup müminin hoş görmemesine rağmen, Rabbin seni isabetli olarak evinden çıkardığı gibi, işte aynı şekilde, onlar savaşmayı istemiyor ve bu konuda seninle mücadele ediyorlar" şeklinde olduğunu söylemiştir. Allah en iyi bilendir.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hak min beytike ifadesiyle, Hazret-i Peygamberin, Medine'deki evini veyahut da, Medine'nin bizzat kendisinikastetmiştir. Çünkü Medine, Hazret-i Peygamber'in bizzat hicret yurdu, gerçek manada oturduğu, ikamet ettiği vatanıdır. Buna göre ayetin manası, "Seni Rabbin, hikmet ve doğruluk dolu bir çıkarışla çıkardı.." şeklinde olur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Çünkü mü'minlerden bir zümre muhakkak ki isteksizdirler" buyruğu, hâl mahallinde olan bir cümledir. Yani, "Seni, Rabbin, onların istememesine rağmen çıkardı..." demektir.

Şam'dan Mekke'ye Giden Kureyş Kervanı

Rivayet olunduğuna göre, bir Kureyş kervanı, içinde pekçok mal bulunduğu ve kırk binitli olduğu halde Şam'dan yola çıkmıştı. Ebu Süfyân, Amr İbnu'l-As ve diğer bazı kimseler de bunlar arasında bulunuyordu. Bunun üzerine Hazret-i Cibril, bu durumu Allah'ın Resulüne haber verdi. Allah'ın Resulü de, durumu müslümanlara anlattı. İçinde çok mal bulunup, kervandaki şahısların sayısı da az olduğu için, kervanın karşısına çıkma düşüncesi sahabenin hoşuna gitti. Bunun üzerine müslümanlar çabuk davranıp yola çıkınca, onların yola çıktıklarına dair haber, Mekkelilere ulaştı. Bundan dolayı da Ebu Cehil, Kabe'nin üzerine çıkarak şu şekilde bağırdı: "Ey Mekkeliler! Her türlü zorluğa ve meşakkate rağmen, her ne pahasına olursa olsun, kervanı kurtarmaya çıkacaksınız! Eğer Muhammed, sizin kervanınızı ele geçirecek olursa, siz ömür boyu iflah olmazsınız. "

O sırada, Abbas İbn Abdulmuttalibin kız kardeşi bir rüya görüp, kardeşine, "Ben acayib bir şey gördüm.. Gördüm ki, sanki bir melek gökten indi ve dağdan bir kaya parçası aldı. Sonra o taşı, (kentin üzerinde) dolandırdı. Sonra, Mekke'deki bütün evlere, o kaya parçasından kopmuş olan bir taş parçası isabet etti. " der. Abbas bunu anlatınca, Ebu Cehil (Benî Haşim ile alay etmek için) şöyle der: "Kadınları da nübüvvet iddiasında bulunmadıkça, onların erkekleri nübüvvete razı olmazlar!"

Derken, Ebu Cehil bütün Mekkelileri yola çıkardı ki, işte bu Kureyş'in ordusu, nefiridir. Meşhur olan şu darb-ı meselde de, "Ne kervanda, ne de nefirde " şeklinde varid olmuştur. Bunun üzerine Ebu Cehil'e, "Kervan sahil yolunu tuttu ve kurtuldu. O halde sen, yola çıkmış olan orduyu Mekke'ye geri döndür" denilince o, "Hayır, Allah'a yemin olsun ki, bu asla olamaz... Biz, Bedir'de develer keseceğiz, içkiler içeceğiz; şarkıcılar şarkı söyleyip defler çalacaklardır. Böylece de bütün Araplar, birbirlerinden bizim yola çıktığımızı ve Muhammed'in de kervandan bir şeyler elde edemediğini duyacaklar..." dedi ve kavmini Bedr'e götürdü. Bedir, Arapların senede bir gün, panayırları için toplandıkları bir yerdir..

Bunun üzerine, Cebrail inerek, "Ey Muhammed, Allah size, iki gruptan birisini va'ad ediyor: Ya kervan, ya da Kureyş ordusu.." buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla istişarede bulundu ve, "Ne dersiniz, Kureyş her türlü zorluğu ve meşakkati göze alarak Mekke'den yola çıkmışlar. Kervan ile mi, yoksa ordu ile mi karşılaşmak istiyorsunuz?" dedi. Ashâb, "Kervanla karşılaşmamız, düşmanla karşı karşıya gelmemizden daha iyidir" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yüzünün rengi değişerek, "Kervan, denizin kenarından çekip gitti!. İşte, Ebu Cehil ise, geliverdi karşımıza çıktı!" dedi. Bunun üzerine ashab, "Ey Allah'ın Resulü, sen kervana bak, düşmanı bırak" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kızınca, Hazret-i Ebu Bekir ve Ömer ayağa kalkarak, çok güzel bir konuşma yaptılar. Sonra Sa'd İbn Übâde ayağa kalkarak, "Şimdi Allah'ın sana emrettiği istikamette ilerle. Biz, istediğin yerde seninle beraberiz. Allah'a yemin olsun ki, sen Aden'e kadar gitsen, ensardan hiç kimse senden ayrılmaz" dedi. Daha sonra Mikdâd İbn Amr şöyle konuştu: "Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın sana emrettiği şeye git! Biz, istediğin her yerde seninle beraberiz. Biz sana, "tıpkı İsrailoğullarının Hazret-i Musa'ya: "Sen var Rabbinle birlikte savaş, biz burada oturacağız!" (Maide, 24) dediği gibi demiyeceğiz. Biz ancak, "Sen ve Rabbin gidin ve savaşın. Bizde hareket edebilen bir göz bulunduğu müddetçe, biz de sizinle beraber savaşacağız " diyoruz. " Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gülümsedi, sonra da, "Allah'ın bereketi üzere ilerleyin! Allah'a yemin ederim ki, ben sanki, Kureyşlilerin düşüp ölecekleri yerleri görüyor gibiyim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Bedir Savaşı'ndan dönünce, ashabtan bazıları "Kervanın da peşini bırakma!" dedi. Alınmış olan esirler arasında bulunan Abbas, Hazret-i Peygamber'e "Bu uygun olmaz! " diye seslendi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "Niçin" deyince, Abbas: "Çünkü Allah sana, iki gruptan birini vaadetmişti. Ve sana, va'adettiğini de verdi" dedi.

Sen bu kıssayı iyice anladığına göre, şimdi biz diyoruz ki: Savaşmayı istememek, "Çünkü mü'minlerden bir zümre muhakkak ki isteksizdirler " ifadesinin deliliyle, mü'minlerin tamamı için değil, ama bir kısmı için söz konusu olmuştur. Kendisi için, Allah'ın Resûlüyle mücadele edip tartıştıkları "hak" ise, kervanı tercih ettikleri için, Kureyş ordusunu karşılama hususundaki mücadeleleri idi. Cenâb-ı Hakk'ın, "Hak, apaçık meydana çıktıktan sonra " sözünden maksad "Allah'ın Resulüne, ashabın yardım göreceklerini bildirmektir." Onların mücadele etmeleri ise: "Biz, ancak kervanı karşılamak için çıkarız. Sen bize, savaş için hazırlık yapabilmemiz ve Kureyş ordusunu karşılayabilmemiz için, bunu baştan söylemeli değil miydin?" şeklindeki sözleridir. Bu böyledir, zira onlar, savaşmayı uygun bulmuyorlardı. Sonra Allahü teâlâ, ashabın aşırı feryat ve korku içindeki durumu, ölümün sebeplerini müşahade ederek ve ölüme sebebiyet verecek olan şeyleri görerek, öldürülmeye sürüklenen ve ölüme götürülen kimselerin durumuna benzetmiştir.

Netice olarak diyebiliriz ki: Cenâb-ı Hakk'ın, "gözlen göre göre" ifadesi, katiyyet ve kesinlikten kinaye olan (bile bile anlamında) bir ifadedir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Göre göre, yani bunu bile bile, kim oğlunu nefyederse (benden değildir derse..)..." hadisiyle, Cenab-ı Hakk'ın, "iki elinin önden yolladığı ne ise ona bakacak.." (Nebe, 40) ayeti de böyledir. Yani, "bilecek...." demektir.

Bil ki, ashabın korku ve endişesi şunlardan kaynaklanıyordu:

a) Sayıca az olmaları.

b) Yaya olmaları; rivayet olunduğuna göre, onların içinde sadece iki tane süvari bulunuyordu.

c) Silahlarının az olması.

Üçüncü Mesele

Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden kendi ihtiyar ve arzusuyla çıkmıştır. Fakat, Allahü teâlâ bu çıkmayı zatına izafe ederek, "Rabbin seni tam isabetli olarak, evinden çıkardığı gibi..." buyurmuştur. İşte bu da, kulun fiilini yaratanın Allah olduğunu gösterir. Bu yaratma ya ibtidaen (doğrudan doğruya) olur; yahut kudret ve daiye (sebep) vasıtasıyla olur ki bunların toplamı fiilin ortaya çıkmasını gerektirir. Zaten biz de bu görüşteyiz. Kfidî ise şöyle demiştir: "Bu ifadenin manası, "Bu çıkış, Allah'ın emri ve peygamberini mecbur etmesiyle gerçekleşmiştir" şeklindedir. İşte bu sebepte ç." Biz deriz ki Senin dercûş oldurun bu mananın mecazî bir mana olduğunda şüphe yoktur. Halbuki aslolan, sözü hakikî manasına hamletmektir.

6 ﴿