8

"Hani Allah size iki taifeden birinin muhakkak sizin olacağını va'adediyordu, siz ise silahsız topluluğun yani kervanın sizin olmasını arzu ediyordunuz. Allah da emirleriyle hakkı açığa vurmayı ve kâfirlerin arkasını kesmeyi diliyordu.. Bunun hikmeti şu idi: Allah, o günahkârlar istemese de hakkı payidar edecek, bâtılı da iptal edecektir".

Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın bu ayetinin başındaki İz lafzı, mukadder, gizli bir üzkur "an, hatırla" fiiliyle mansûb; sözü de, ifadesinden bedeldir. Ferra ve Zeccâc (Muhammed. 18) ayetinin bunun benzeri olduğunu söylemişlerdir. Burada (......) kelimesinin mansûb kılınması gibi, (......) ile başlayan cümle de mahallen mansûb kılınmıştır. (Fetih, 25) ayeti de böyledir. Bu ayette, başında en edatı bulunan cümle, levlâ, kelimesinden dolayı mahallen merfû olan bir cümledir. Ayette bahsedilen iki taifeden birisi kervan, diğeri ise Kureyş ordusudur. Kuvvetli ve silahlı olmayan ise, kervandır. Çünkü, kervanda sadece kırk süvari bulunuyordu. Şevketli olmak ise, çok sayıda savaşçı ve savaş malzemesi (mühimmatı) sebebiyle, Kureyş ordusu hakkında söz konusu idi. (......) kelimesi, keskinlik anlamına gelmekte olup, dikenin keskinliğinden müsteâr olarak kullanılmıştır. Nitekim, "Mızrağının ucundaki kargıyı keskinleştirdi" denilmektedir. Arapların, "silahı keskin; pür silah..." şeklindeki sözleri de bu manadadır. Yani, "sizler, bir kuvveti ve gücü olmadığı için, kervanla hesaplaşmak arzuluyor, diğer taifeyi ise arzulamıyordunuz. Ancak ne var ki Allah, emirleriyle hakkı açığa vurup ortaya koymak için, diğer taifeye (Kureyş ordusuna) ' yönelmenizi istiyordu" demektir. Bu ayetle ilgili birkaç soru bulunmaktadır:

Birinci soru: Cenâb-ı Hakk'ın "Allah da emirleriyle hakkı açığa vurmayı... diliyordu" ifadesinden sonra "Hakkı payidar etmek için" demesi, sırf bir tekrar değil midir?

Cevap: Bu ayette bir tekrar bulunmamaktadır. Çünkü birinci ifâdeyle, Cenâb-ı Hakk'ın bu hadisede va'adettiği muzafferiyet ve düşmana üstün gelme gibi hususların sebebi; ikinci ifade ile de, Kur'an'ı ve dini güçlendirmek, bu şeriate yardım etmek murad edilmiştir. Çünkü, Bedir gününde, mü'minler tarafından kâfirlerin başına getirilen şey, dinin izzet bulmasına ve kuvvetlenmesine sebep olmuştur. İşte bu sebepten dolayı Cenâb-ı Hak, bu ifadenin peşinden, "batılı da iptal edecekti" buyurmuştur. Yani, şirki... Bu ifade, din ve iman demek olan "hakk" mukabilinde kullanılmış bir ifadedir.

İkinci som: Hak, zâtı gereği haktır; bâtıl da, zâtı gereği batıldır. O halde, bir şey hakkında zâtı gereği sabit olan o şeyi, bir kimsenin yapması, bir kimsenin onu o şekilde kılması ile elde etmek mümkün değildir. Öyleyse "hakkı hak kılmak", "batılı da bâtıla çıkarma" ile ne murad edilmiştir?

Cevap: Hakkı hak, bâtılı da bâtıl kılmaktan, o hakkın hak ve gerçek olduğunu; o bâtılın da batıllığmı izhâr edip ortaya çıkarmak manası kasdedilmiştir. Bu da bazan, deliller ve belgeler ortaya koymakla, bazan da hakkın önderlerini güçlendirmek, bâtılın liderlerini de ezmekle olur.

Bil ki, ehl-i sünnet âlimleri, fiillerin yaratılması meselesinde, Hak teâlâ'nın "hakkı payidar edecek" buyruğuna tutunarak şöyle demişlerdir: "Bu ifadeyi, Cenâb-ı Hakk'ın, hakkı meydana getirip onu var etmesi manasına hamletmek gerekir. Hak ise, din ve itikâddır. Böylece bu ifade, hak inancın, ancak Allah'ın var etmesiyle, onu yaratmasıyla meydana geleceğine delâlet eder. Hakkı ihkâk (hak kılmayı), onun tesir ve etkilerini ortaya koymak manasına hamletmek mümkün değildir. Çünkü, bu ortaya çıkma işi kulların fiiliyle tahakkuk eder. Binâenaleyh, bu ortaya koymayı Allah'a izafe etmek de imkânsızdır. Bundan muradın, "Allahü teâlâ'nın, buna delâlet eden delilleri ortaya koyması" olduğu da söylenemez. Çünkü böylesi bir mana, hem kâfire, hem de müslümana nisbetle, hem bu hadiseden önce hem de sonra mevcuttur. Binâenaleyh bu manayı bu hadiseye tahsis etmenin hiçbir manası bulunmaz.

Bil ki, Mutezile de, kendi mezheplerinin doğruluğu hususunda aynı ayete tutunarak şöyle demiştir: "Bu ayet, Allahü teâlâ'nın, bâtılı hak kılmayı; hakkı da iptal etmeyi kesinlikle murad etmediğine delâlet eder. Aksine Cenâb-ı Hak, her zaman hakkı hak kılmayı, bâtılı da iptal etmeyi murad etmiştir. Bu da, "Batılı da, küfrü de ancak Allah irâde eder" diyen kimselerin görüşünü iptal eder."

Âlimlerimiz buna şu şekilde cevap vermişlerdir: "Usûl-ü fıkıhta şöyle bir kaide bulunmaktadır: Başında elif lâm bulunan müfred (tekil) kelime, önce geçmiş olan muayyen ve belli olan bir şeye hamledilir. Binâenaleyh bu ayet, Allahü teâlâ'nın, burada hakkı hak kılmayı, bâtılı da iptal etmeyi murad ettiğine delâlet eder. O halde, nasıl "durum her yerde aynıdır" diyebilirsiniz?" Aksine biz, ayetin bizim görüşümüzün doğruluğuna delâlet ettiğini delili ile beyan etmiştik.

Cenâb-ı Hakk'ın, "ve kâfirlerin arkasını kesmeyi..." ifadesine gelince: Dâbir kelimesi, âhir, sonuncu demektir. Bu kelime, bir kimse arkasını dönüp gittiğinde söylenilen (......) fiilinden ism-i faildir. "Kuşun ayakları ardındaki parmak" ifadesi de böyledir. Bir şeyin dâbirini kesmek, onun kökünü kurutmak demektir. Bundan maksad şudur: "Sizler, mal elde etmek için kervanı istiyordunuz. Allahü teâlâ da, kendisinde hak dini yüceltmek ve kâfirleri kökünü kazıyıp yok etmek gibi bir fayda bulunduğu için sizin Kureyş ordusunun üzerine yürümenizi istiyordu."

8 ﴿