13"Hani O, size kendisinden bir eminlik olmak üzere hafif bir uyku ile buruyordu. Sizi tertemiz yapmak, sizden şeytanın murdarlığını gidermek, kalblerinizi pekiştirmek, ayaklarınızı sabit kılmak için de gökten üstünüze bir su indiriyordu. Hani Rabbin meleklere: "Şüphesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi iman edenlere sebat ilham edin" diye vahyediyordu. "Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. Ey mü'minler siz de, hemen vurun onların boyunlarına, vurun onların her bir parmağına" diyordu. Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar, Allah'a ve Resulüne karşı geldiler. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, Allah'ın ikâbı cidden çetindir". Bu âyetlerle ilgili birkaç mesele vardır: Zeccâc, bu âyetlerin başındaki iz edatının, önceki âyetteki kısmının zarfı olarak, mahallen mansûb olduğunu söylemiştir. Bunun takdirinin şeklinde olması da mümkündür. Âyetteki (......) kelimesi üç türlü okunmuştur: a) Nâfî, bunu "yâ" harfinin zammesi, gayn harfinin sükûnu, şeddesiz şın ile, ve bundan sonraki nüâs kelimesii mansûb (mef'ul) olarak "Hani Allah, sizi bir uyku ile buruyordu" şeklinde, b) Ebu Amr ve İbn Kesir elifli olarak, yâ'nın fethası, gayn'ın sükûnu ile ve nüâs kelimesini de merfû (fail) olarak "Hani sizi bir uyku buruyordu" şeklinde; c) Diğer kıraat imamları da, şın harfinin şeddesi ve yâ'nın zammesi ile, tefîl babından olarak ve nüâs kelimesini mansûb (mef'ûl) olarak, "Hani O (Allah), sizi uyku ile iyice sarıp buruyordu" şeklinde okumuşlardır. Vahidî (r.h) şöyle der: "Birinci kıraat eğşfi, ikincisi ğaşiye, üçüncüsü de geşşâ fiilindendir. Bu kelimeyi, yeğşâkum şeklinde okuyanların delili, (âl-i imran. 154) ayetidir. Binâenaleyh o ayette fiil (yani indirme işi), uyku ve uykunun sebebi olan eminliğe isnâd edildiği (yani bunlar mef'ul olduğu gibi), bu ayette de öyledir. Bu kelimeyi, eğşâ ve geşşâ fiillerinden okuyanlara göre, her ikisi de aynı manaya olup, Kur'an-ı Kerim'de bu şekil kullanışlar vârid olmuştur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Böylece onlan sanverdik, artık göremezler" (Yasin. 9); "Onu, bürüyen bürüdü" (Necm. 54) ve"Sanki yüzleri sarılmış..." (Yunus, 27) buyurmuştur. Bu iki kıraate göre de fiil Allah'a isnâd edilmiştir (yani bu fiilin faili Allah'dır). Müminlere Yapılan İlahî Yardımın Şekilleri Allahü teâlâ, onların dualarına icabet ettiğini ve onlara Yardım vaadinde bulunduğunu zikrederek 'Yardım (zafer) ancak Allah'ın katındandır" (Enfâl, 10) buyurunca, bunun peşinden yardımının çeşitlerini anlatmıştır. Bunlar altı çeşittir: Birinci çeşit: Ayetteki, "O, sizi, kendisinden bir eminük olmak üzere hafif bir uyku ile buruyordu" ifadesinin anlattığı çeşittir. "Minhu" kelimesi "Allah tarafından" demektir. Bil ki her türlü uyku ve uyuklama ancak Allah tarafındandır. Binâenaleyh âyette bahsedilen "hafif uyku"nun ancak Allah tarafından olduğunun belirtilmesinin mutlaka başka bir mânası vardır, Âlimler bu hususta şu izahları yapmışlardır: 1) Korkan kimse, düşmanından hem kendi açısından, hem de aile efradı açısından çok korktuğunda, uyayamaz. Korkan kimse, uyuduğunda emin olur. Dolayısıyla o çok korku esnasında meydana gelen uyku, korkunun gidip yerini emniyetin aldığına delâlet eder. 2) Bu kimseler pekçok yönden korkmuşlardır. a) Müslümanların sayısının az, kâfirlerinkinin ise çok olması, b) Kâfirlerin hazırlıklı olması, teçhizatlarının bulunması; mü'minlerin hazırlığının, kâfirlerinkine nisbetle az olması. c) Şiddetli susuzluk. Şayet böyle bir uyku ve istirahat tahakkuk edip de, böylece ashâb, ikinci gün savaşmak imkânı bulamasaydılar, galibiyyet tam olmazdı. 3) Onlar, düşmanlarının kendilerini çarpıp yenebilecekleri bir biçimde, derin bir uykuya dalmadılar. Aksine bu, düşmanları kendilerine saldırmayı istemiş olsalardı, onların kendilerine ulaşacaklarını bilecekleri ve düşmanın bu saldırısını savuşturmaya muktedir olacakları bir durumda olmalarıyla beraber, onların yorgunluk ve bıkkınlıklarını gideren bir uyuklama olmuştur. 4) Sayıları çok olmasına rağmen bu uyuklama onları aynı anda bürüdü. Halbuki, çok şiddetli bir korku esnasında büyük bir kalabalığı uykunun yakalaması, harikulade bir iştir.. İşte bu sebepten dolayı, "Bu uyku bir mucize hükmünde olmuştur" denilmektedir. Buna göre şayet, "Eğer durum sizin bahsettiğiniz gibiyse, o halde onlar, bu uyuklamadan sonra daha niye korkmuşlardır?" denilirse, biz deriz ki: Bilinen husus, "Allahü teâlâ'nın, İslâm ordusunu muzaffer ve mansûr kılmasıdır." Bu ise, o müslümanlardan bazılarının öldürülmesine mani değildir. Buna göre şayet, "Ayetteki bu kelime, yügâşşikum ve yuğşîkum şeklinde okunup, nüâse kelimesi de mansûb kılınınca, bu fiillerin tahtında bulunan zamir Allah'a râci olur; "Emeneten" lâfzı da mef'ûlün leh olmuş olur. Ama bu ifade (......) şeklinde okunduğu zaman, emeneten kelimesini mef'ûlün leh yapmak nasıl mümkün olur? Zira, mef'ûlün teh olan kelimenin, muallel olan bir illete bağlanan fiilin failinin işi olması gerekir..." denilirse, biz deriz ki: Yağşâkum kelimesi her ne kadar zahiren nüâs kelimesine isnâd edilmişse de, gerçekte fiilin faili Allah'dır. Binâenaleyh, mana itibariyle böylesi bir ta'lîl yerinde ve doğru olmuş olur. Keşşaf sahibi şöyle demektedir: "Bu kelime, mîmin sükûnuyla emneten şeklinde de okunmuştur, şeklindeki okuyuşun benzer ifadesi, (yaşadı, yaşamak); şeklindeki okuyuşun benzeri ifadesi ise, (merhamet etti-merhamet etmek) tabiridir. İbn Abbas, "Savaşta uyuklamak, Allah'tan bir emniyyet; namazda uyuklamak ise, şeytan tarafından bir vesvesedir" demiştir. İkinci çeşit: Hak teâlâ'nın "Sizi tertemiz yapmak, sizden şeytanın murdarlığını gidermek., için de gökten üstünüze bir su indiriyordu" buyruğunun ifade ettiği husustur. Bundan muradın, yağmur olduğunda şüphe yoktur. Bu husus, varid olan haberde şu şekilde anlatılmıştır: Kureyş ordusu, suyun bulunduğu yere daha önce gelip orayı İstitâ etmişti. Ve onlar böylece, zaferin ve üstünlüğün kendilerine ait olacağını umuyorlardı. Derken mü'minler susadılar ve susuzluktan dolayı endişeye kapıldılar. Hem içmeleri hem de temizlenmeleri için, suya muhtaç olmuşlardı. Onların birçoğu ihtilâm olup cünüb olmuşlardı. Buranın, ayakların içine gömülüp çokça toz toprak kaldıran bir yer olması da bunlara eklenmişti. Böylece, gerek düşmanın, gerekse onların teçhizatlarının çokluğu sebebiyle, müslümanların kalblerinde bir korku meydana gelmişti. Binâenaleyh, Allahü teâlâ ayette bahsedilen yağmuru yağdırınca, yağan bu yağmur, ilahî yardım ve muzafferiyetin mü'minlerden yana olacağına bir delil oldu.. İşte bu yağmurun yağması pekçok cihetten büyük bir nimet oldu: a) Susuzluğun giderilmesi. Rivayet olunduğuna göre müslümanlar, çölde bir yer eşiyorlar; burası büyük bir havuz halini alıyor; orada su birikiyor, derken onlar o sudan içiyorlar, temizleniyorlar ve faydalanıyorlardı. b) Onlar, bu sudan yararlanarak yıkanıyorlar ve böylece cünüblükten kurtuluyorlardı. Mü'min bir kimsenin, cünüb olduğu zaman kendisini pis hissedeceği, gusül imkanı bulamadığı zaman üzüleceği, bundan dolayı kalbinin daralacağı âdeten bilinir. İşte bundan dolayı Hak teâlâ, bir temizlenme imkanı verişini de, onlara verilen nimetler zincirinin bir halkası saymıştır. c) Onlar susayıp da su bulamadıkları ve sonra uyuyup ihtilam oldukları zaman, suya alabildiğine ihtiyaç duyuyorlardı. Ama sonra yağmur yağınca onların bu sıkıntıları zail oldu ve böylece maksad yerini buldu. İşte bu hallerin ortaya çıkışında, zorluğun zail olup, yerini kolaylık ve sevince bıraktığına istidlal edilebilecek hususlar vardı. Hak teâlâ'nın, "Sizden şeytanın murdarlığım gidermek için..." ifadesi ile ilgili olarak da şu izahlar vardır: a) Bu murdarlıkla, müslümanların ihtiiâm olmaları murad edilmiştir. Çünkü bu, şeytanın vesveselerindendir. b) Kâfirler suyun başına konup, orayı ele alınca, şeytan müslümanlara, yok olup helak olacaklarına dair vesvese verip korkutmuştu. Ama yağmur yağınca şeytanın bu vesvesesi zâil olup gitti. Rivayet olunduğuna göre ashab uyuyup, bir çoğu ihtilam olunca, iblis onların gözüne görünerek, "siz hak üzere olduğunuzu iddia ediyorsunuz, bir de kalkıp cünüp cünüp namaz kılıyorsunuz ve susuzluktan kırılıyorsunuz. Eğer hak üzere olsaydınız, o kâfirler su meselesinde size üstün gelmezlerdi" dedi. Allahü teâlâ işte bunun üzerine yağmuru yağdırdı ve vadilerden sular akmaya başladı. Müslümanlar suların önüne setler yaparak gölcükler edindiler ve buralardan yararlanarak guslettiler. Yerdeki kumlar sertleşti ve böylece ashabın ayaklan yer üzerinde sebat etti. c) Şeytanın murdarlığından murad, şeytanın insanları hep davet edip durduğu her türlü günah ve fesaddır. İmdi eğer, "Bu üç izandan hangisi daha uygundur?" denilirse, biz deriz ki: "Ayetteki, "Sizi tertemiz yapmak için" ifadesi, "sizden cünüblüğü gidermek için..." manasınadır. Eğer ayetteki "şeytanın murdarlığı" tabirini "cünüblük" manasına alırsak, lüzumsuz bir tekrar yapılmış olması gerekir. Böyle bir tekrar ise normal duruma aykırıdır. Buna şöyle diyerek cevap vermek mümkündür: "Ayetteki "Sizi tertemiz yapmak için..." tabirinden maksad, şer'î taharetin meydana gelmesidir; "Sizden şeytanın murdarlığını gidermek için..." tabirinden maksad ise, onların uzuvlarından meni (kalıntılarını) izale etmektir. Çünkü menî, bizatihi pis sayılan bir şeydir." Sonra sen şöyle dersin: "Bu ifâdeyi "ihtilamın eserini izale etmek" manasına almak, "vesveseyi izale etmek" manasına hamletmekten daha uygundur. Çünkü suyun, maddî pisliği uzuvların üzerinden gidermedeki tesiri, hakikî bir tesirdir. Ama onun vesveseyi kalbten yok etmedeki tesiri ise, mecazî bir tesirdir. Binâenaleyh lafzı hakikî manaya almak, mecazî manaya hamletmekten daha uygundur. Bil ki biz ayet-i kerimeyi bu manaya aldığımız zaman, menînin şeytanın bir murdarlığı olduğunu kesin olarak söylememiz gerekir. Bu ise, Cenâb-ı Hakk'ın "Ricsi (pisliği) terket" (Muddesir. 5) ayetinden dolayı, onun mutlak manada necis (pis) olduğuna hükmetmeyi gerektirir. Üçüncü çeşit: Bu ayet-i kerimede zikredilen nimetlerin üçüncüsü, "Kalblerinizi pekiştirmek için..." tabirinin anlattığı husustur. Bundan maksad, "Bu yağmurun yağması sebebi ile, kalblerinin kuvvet bulup, korku ve dehşetlerinin yok olmasıdır. Lügatta "rabt", bağlamaktır. Biz daha önce bu kelimenin manasını, ve râbitû (Al-i imran, 200) ayetinde anlatmıştık. Arapça'da, birşeye karşı sabr-u sebat gösteren herkes hakkında (Kalbini ona bağladı) denilir. Sanki o, kalbini tereddüd ve endişeye düşmekten men etmiş gibidir. Nitekim yine Arapça'da, "hapseden, engel olan adam" manasında denilir. Vahidî şöyle demiştir: "Burada, alâ harf-i cerri sıla (yani zâid) gibi görünmektedir. Buna göre ayetin takdiri, Kalblerinizi, yardım ve muzafferiyet ile sapasağlam bağlanmak, sağlamlaştırmak için..." şeklindedir. Fakat ayetin tefsirinde, alâ harf-i cerri sıla (zaid) değil gibidir. Çünkü bu kelime, Arapça'da isti'la (üzerinde olma) manasındadır. Buna göre ise mana, "Onların kalbleri bu te'yid ve yardım ile öylesine dolmuştur ki sanki bu nusret onların kalbleri üzerinde hakim olmuştur" şeklindedir." Düşman Karşısında Ayakları Sabit Kılma Dördüncü çeşit: Ayette zikredilen nimetlerin dördüncüsü "Ayaklarınızı onunla sabit kılmak için" tabirinin anlattığı husustur. Alimler bu ifade hakkında birkaç izah şekli zikretmişlerdir: a) Bu yağmur, kum tanelerini birbirine yapıştırmış ve o onu, mü'minlerin ayaklarının içine batmayacağı bir duruma getirmişti. Böylece mü'minler o kumluk zemin üzerinde diledikleri gibi yürüyebilmişlerdi. Eğer bu yağmur olmasaydı, onlar buna muktedir olamayacaklardı. Bu takdire göre, ayetteki bihl kelimesindeki zamir yağmur"a râcîdir. b) Bundan maksad şudur: Onların kalblerinin takviye edilmesi, ayaklarının sabit kadem (sebatlı) olmasını gerektirmiştir. Çünkü kalbi zayıf (korkak) olan kimse kaçar, yerinde sebat edemez. Allah onların kalblerini takviye edip güçlendirince, ayakları da sabit kadem olmuş, sebat kazanmıştır. Bu duruma göre, bihi kelimesindeki zamir, "o sağlamlaştırma, o rabıta verme ile" manasındadır. c) Rivayet edildiğine göre, yağmur yağdığı zaman kâfirlerde, mü'minler için hasıl olan bu şeylerin aksi meydana gelmiştir. Çünkü kâfirlerin konakladıkları yer, toprak ve çamur bir yer idi. Yağmur yağınca bu çamur daha da arttı. Böylece onların rahatça, istedikleri gibi yürümelerine manî oldu. Buna göre, "Ayaklarını onunla pekiştirmek için..." tabiri, düşmanların durumunun bunun hilafına olduğunu zımnen ifade etmektedir. Beşinci çeşit: Ayette zikredilen beşinci nimet, "Hani Rabbin, meleklere "şüphesizki ben sizinle beraberim" diye vahyediyordu" buyruğunun anlattığı husustur. Bu ifade ile ilgili iki bahis bulunmaktadır: Birinci bahis: Zeccâc şöyle demiştir: "Buradaki iz (hani) edatı, nasb mahallindedir. Buna göre kelamın takdiri şöyledir: "Rabbin meleklere şöyle şöyle vahyediyor olduğu zaman, sizin kalblerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı onunla sabit kılmak için..." Yine bu edatın mahzuf bir üzkürû fiilinin zarfı olarak mansub olması da caizdir." İkinci bahis: Ayetteki "Ben sizinle beraberim" ifadesinin iki şekilde izahı vardır: a) Bundan maksad şudur: Allahü teâlâ meleklere, kendisinin onlarla birlikte, yani müslümanları takviye etmek için onları gönderirken meleklerle birlikte olduğunu vahyetmiştir. b) Bundan maksad şu da olabilir: Allahü teâlâ meleklere, "Ben, müminlerle beraberim. Öyleyse siz de onlara yardım edin ve onları destekleyin" diye variyetti." Bu ikinci izah daha uygundur. Çünkü bu tabirden maksad, korkuyu gidermektir. Melekler ise kâfirlerden korkmazlar. Orada korkanlar, ancak müslümanlardı. Meleklerin Mü'minlere Sebat Vermeleri Daha sonra Cenâb-ı Hak "Haydi iman edenlere sebat ilham edin " buyurmuştur. Alimler burada bahsedilen "sebat verme"nin nasıl olduğu hususunda birkaç değişik görüş beyân etmişlerdir: 1) Melekler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, Allah'ın mü'minlerin yardımcısı olduğunu bildirmişler; Hazret-i Peygamber (aleyhisselâm) de bunu mü'minlere haber vermiştir. İşte sebat vermenin manası budur. 2) Nasıl şeytanın insana vesvese vermesi mümkün ise, aynı şekilde meleklerin de insanlara ilham vermesi mümkündür. İşte buradaki sebat verme de bu manayadır. 3) Melekler, mü'minlere, onların tanımış oldukları (âşinâ oldukları) kimselerin kılıklarına girmiş olarak görünüyorlar ve onlara muzafferiyet, fetih ve zafer hususunda yardım ediyorlardı. Allah'ın, Kâfirlerin Kalblerine Korku Salması Altıncı çeşit: Bu ayette zikredilen nimetlerin altıncısı "Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım " buyruğunun anlattığı husustur. Buda, büyük nimetlerden birisidir. Çünkü nefsin komutanı kalbtir. Allahü teâlâ, onu kuvvetlendirip, ondaki korkuyu gidermek manasında, mü'minlerin kalblerini pekiştirdiğini beyan edince, bu ifâde ile de, kâfirlerin kalblerine korku ve dehşet saldığını zikretmiştir. Dolayısiyle bu, Allah'ın mü'minlere olan nimetlerinin en büyüklerinden biridir. Cenâb-ı Hakk'ın "Hemen vurun onların boyunlarına" buyruğuna gelince, bu hususta iki izah şekli vardır: 1) Bu tabir, meleklere bir emir olup, ayetteki, "Haydi.. sebat ilham edin " sözünün devamıdır. 2) Bunun, mü'minler için emir olduğu da söylenmiştir. Bu ikinci görüş daha doğrudur. Çünkü biz daha önce, Allah'ın, melekleri savaşmak ve bizzat vuruşmak için göndermediğini açıklamıştık. Bil ki Cenâb-ı Allah, müslümanlar için nusret ve muzafferiyeti gerektirecek olan bütün şartların gerçekleştiğini beyan edince, mü'minlere işte o zaman, kâfirlerle savaşmalarını emretmiştir. Ayetteki "boyunlarının üstüne" tabiri hakkında iki görüş vardır: a) Boynun üstündeki şey kafadır. Öyleyse bu tabir, kâfirlerin kafalarını bedenlerinden ayırma hususunda bir emirdir. b) Ayetteki "Boyunlarının üstüne vurunuz" sözü, "Boyunlarını vurunuz (kesiniz)" takdirindedir. Benân (Parmak) Kelimesinden Maksad Allahü teâlâ daha sonra "Vurun onların herbir parmağına..." buyurmuştur. Bu, "Onların ellerini, bacaklarını, kollarını, kanatlarını budayınız" demektir. Sonra âlimler ihtilaf etmişler ve onlardan bir kısmı bundan maksadın, mü'minlerin onları diledikleri gibi vurup öldürmeleri olduğunu; çünkü boynun üstündeki uzvun, insanın en kıymetli uzvu olan kafası olduğunu; parmakların ise en zayıf uzuvlar olduğunu; dolayısıyla Cenâb-ı Hakk'ın, bütün uzuvlara dikkat çekmek için, en şerefli uzuv ile, en zayıf ve en küçük uzvu zikretmiş olduğunu söylemişlerdir. Diğer bir kısmı da şöyle demişlerdir: "Aksine, bu tabirden maksad, ya "öldürme"dir, ki bu, boyunların üzerindeki kafayı uçurmaktır, yahut da parmakları kesmektir. Çünkü parmaklar kılıç, mızrak ve benzeri silahları tutma ve kullanma vasıtalarıdır. Onların parmaklan kesilince, savaşamazlar. Bil ki Cenâb-ı Hak, müslümanlara olan bu kabil birçok nimetini zikredince, "Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar Allah ve Resulüne karşı geldiler" buyurmuştur. Bu, "Onlar, Allah ve Resulüne karşı gelmiş oldukları için, Cenâb-ı Hak o kâfirleri böylesi pekçok rüsvaylık ve rezillik içine atmış ve onları canlandırmıştır" demektir. Zeccâc şöyle der: "Ayetteki şakku fiili, "karşı tarafa geçtiler ve mü'minlerin bulunduğu tarafın aksi tarafında bulundular" manasındadır. Bunun masdarı olan şıkk kelimesi, "taraf, yan" anlamındadır. "Allah'a karşı geldiler" tabiri, mecazi bir ifade olup, "Allah'ın dostlarına ve dinine karşı geldiler" demektir. Daha sonra Allahü teâlâ 'Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, Allah'ın ikabı cidden çetindir" buyurmuştur. Bu, "Bugün onların başına inen belâ, Allah'ın kıyamet günü onlar için hazırladığı cezanın pek azıdır" demektir. Bu ifadeden kasıt, onları küfürden vazgeçirmek ve onları inkârdan ötürü tehdit etmektir.  | 
	
﴾ 13 ﴿