16"Ey iman edenler, toplu bir halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. Tekrar muharebe için bir tarafa çekilenin, yahut diğer fırkaya ulaşıp mevki tutanın durumu müstesna olmak üzere, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse, o, muhakkak ki Allah'ın gazabına uğramıştır. Onun yurdu cehennemdir. O, ne kötü bir sondur!". Kâfirlerle Yapılan Savaşta Kaçmayın Ezherı şöyle der: "Zahf kelimesi, esasında çocuklar için kullanılır ki bu da çocuğun, ayakları üzerinde yürümesinden önceki devrede, kıçı üstünde sürünmesi, emeklemesidir. Böylece savaşmak için, birbirlerine doğru hareket edip giden iki grubun yürümesi, çocuğun kıçı üstünde emeklemesine benzetilmiştir. Binâenaleyh, her grup vuruşmadan önce, diğer gruba doğru yavaş yavaş yürüyor, demektir..." Sa'leb de şöyle demiştir: "Zahf kelimesi, bir şeye doğru yavaş yavaş yürümek demektir. Şiir sanatında geçen "zihaf" da böyle olup, iki harf arasından bir harfin düşüp, böylece bu iki harften birinin ötekine doğru yaklaşması (uzunca okunması gereken bir hecenin kısa okunmasıdır)." Bunu iyice kavradığın zaman biz diyoruz ki: "Toplu bir halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman" buyruğundaki zahfen kelimesi, manasında olmak üzere, hâl olarak mansûbtur. Bunun, kâfirlerin hâli olması caiz olduğu gibi, muhatapların, yani mü'minlerin hali olması da mümkündür. Zahf kelimesi, tıpkı adl ve rıda kelimeleri gibi, sıfatı hazfedilmiş bir masdardır. İşte bundan dolayı çoğul olarak getirilmemiştir. Binâenaleyh mânâ "Savaşmak için, o kâfirlere doğru gittiğinizde bozulup dağıtmayınız " şeklinde olur. Buyruğunun manası ise, "Sırtlarınızı, o düşmanlara karşı dönmeyin " şeklindedir. Sonra, Allahü teâlâ düşmana sırt dönmeyi yasaklayınca, şu iki halin dışında, düşmana arka çevirmenin (ondan kaçmanın) haram olduğunu beyan buyurmuştur: a) Bu dönmenin, tekrar savaşmak niyetiyle geri çekilmek için olması... Ki bu şekildeki hareketin maksadı, düşmana kaçıyor hissini vermek, sonra da ansızın dönüp düşmana hücum etmektir.. Bu, harbin hile ve tuzaklarından bir çeşittir. Doğru istikametten meyledip, başka bir tarafa meyledildiği, sapıldığı zaman ve tabirleri kullanılır. b) Bunun, "diğer fırkaya ulaşıp onlarla birleşmek " şeklinde olmasıdır. Ebu Ubeyde şöyle demiştir: "Tehayyüz kelimesi uzaklaşmak, başka bir tarafa çekilmek manasındadır. Gerek, tehayyüz gerekse tehavvüz aynı manadadır. " Vahidî ise şöyle demektedir: "Tehayyüz kelimesinin aslı da tehavvüz'dür. Bu da, toplamak manasına gelir. Nitekim, birtakım şeyler birbirine eklenip biraraya gelerek toplandığında, "Ben onu topladım o da toplandı..." denilir. Daha sonra tenahhâ "bir kenara çekildi" kelimesi de, bu manada kullanılmıştır. Çünkü, bir yerden uzaklaşan kimse, oradan ayrılıp başka bir yere meyleder, yönelir." Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Fie kelimesi, cemaat ve topluluk manasına gelir. Binâenaleyh, bu geriye çekilen kimse, tek bir kimse gibi, kâfirler de kalabalık olup; ve bu tek kimse de, "eğer orada çakılıp kalırsam, gereksiz yere öldürülürüm. Şayet diğer topluluğa katılırsam, kurtulmayı umabilirim. Çokluklarına rağmen düşmanı yenmeyi de ümid edebilirim " şeklinde zann-ı gâlible düşünürse, böyle davranmasının caiz olması şöyle dursun, böyle bir kimsenin çoğu kez diğer topluluğa, gerideki cemaate katılması vâcib olur. Netice olarak diyebiliriz ki, bu iki durumun dışında, düşmandan kaçmak haramdır.. Daha sonra Cenâb-ı Hak : "Bu iki durum hariç, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse, ." "O, muhakkak ki Allah'ın gazabına uğramıştır. Onun yurdu cehennemdir. O, ne kötü bir sondur " buyurmuştur. Kâdî, ehl-i salât'ın fasıklarının ilahî cezaya duçar olacaklarına dair bu ayeti delil getirerek şöyle demiştir: "Ayet, bu iki durumun dışında, düşmandan kaçan kimseler Allah'ın gazabının ve cehennem ateşinin lüzumuna, delâlet etmektedir. Mürcie, vaîd ile ilgili diğer ayetlerde de yaptığı gibi, bu ayeti, "ehl-i salât"a değil de kâfirlere hamledemez. Çünkü bu ilahî tehdit "ehl-i salât"a tahsis edilmiştir. " Bil ki, bu meseleyi biz Bakara suresinde ayrıntılı bir biçimde ele almış, ayetlerin zahiri ile istidlal etmenin, sadece zan ifade edeceğini, bu tür ayetlerin, vaa'd ile ilgili olan ayetlerin umûmî manaları ile çelişki teşkil ettiklerini ve tercihin pekçok yön arasında, vaad ile ilgili ayetlerin umûmî manalarının yanında olduğunu belirtmiştik. Binâenaleyh, bu meseleyi burada tekrarlamanın bir manası yoktur. Müfessirler, bu hükmün Bedir Günü'ne mi tahsis edilmiş olduğu, yoksa, mutlak manada her zaman mı söz konusu olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. 1) Bu cümleden olarak, Ebû Saîd el-Hudrî, Hasan el-Basri, Katâde ve Dahhâk'tan nakledildiğine göre, bu hüküm Bedir Günü düşmana sırtını çevirip kaçan kimselere mahsustur. Bu zatlar şöyle demişlerdir: "Bu hükmün Bedir Günü'ne mahsus olmasının pekçok sebebi vardır: a) Şüphesiz, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Bedir'de hazır bulunuyordu. Binâenaleyh, o orada bulunuyorken, başka topluluklar nazarı dikkate alınamaz. Bu da, ya diğer birliklerin peygambere müsavi olmayıp, aksine Hazret-i Peygamber'in diğer birliklerden daha yüce ve daha kıymetli olmasından, veyahut da Cenâb-ı Hakkın, Hazret-i Peygamber'e yardımı ve muzafferiyeti va'adetmiş olmasındandır. Binâenaleyh, onların diğer cemaatlere gitmeleri, onlara iltihâk etmeleri caiz değildir. b) Allahü teâlâ Bedir'e katılanlar hakkında işi sıkı tutmuştur. Çünkü Bedir savaşı, ilk cihâd hareketi idi. Binâenaleyh, Bedir'de müslümanlar için bir bozulma söz konusu olsaydı bu bozgundan (İslâm'ın aleyhine) büyük zararlar, büyük çatlaklar ortaya çıkardı. İşte bundan dolayı, onlara bu konuda çok sıkı davranılması gerekmişti. İşte yine bu sebeple Cenâb-ı Hak o gün, esirlerden fidye almayı men etmişti. 2) Bu ayette zikredilen bu hüküm, bütün harbler için geçerli olan umumî bir hükümdür. Bunun böyle olduğunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ey iman edenler, toplu bir halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman..." buyruğunun umûmî bir ifade olup, bütün harbleri ve durumları içine almasıdır. Bu konuda nihaî söz olarak şunu diyebiliriz: Bu ayet her ne kadar, Bedir harbi hakkında nazil olmuşsa da, "İbret, çıkarılacak hüküm, sebebin hususî olmasına değil, lafzın umûmî olması itibariyledir." Alimler, diğer birliklere katılıp iltihak etmenin ordu büyük olduğu zaman mahzurlu olup olmadığı; yahut da, ordunun sayısı az olduğunda, cephede çakılıp kalmanın gerekli olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazı alimler, ordunun sayısı kalabalık olduğunda, bunun caiz olmayacağını söylerlerken bazıları da bütün durumların eşit ve müsavî olduğunu söylemişlerdir ki, bu görüş ayetin zahirine daha uygun olan bir görüştür. Zira, ayetin zahirinde, bu iki durum arasındaki fark belirtilmemiştir. |
﴾ 16 ﴿