10"Onların nasıl ahdi olabilir ki; eğer size galebe ederlerse hakkınızda ne bir yemin ne de bir vecibe gözetip tanımazlar. Sizi ağızlarıyla (güya) hoşnut ederler, fakat kalbleri dayatır. Onların çoğu fâsıkdırlar. Onlar, Allah'ın ayetleri mukabilinde az bir pahayı satın aldılar da, O'nun yolundan halkı zorla menettiler. Gerçekten, onların yapageldikleri şeyler ne kötüdür! Onlar bir mümin hakkında ne bir yemin, ne de bir vecibe gözetip tanımazlar. Onlar, taşkınlarınta kendileridir". Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın, bu ayetin başındaki keyfe tabiri, müşriklerin sözlerinde durmalarının ihtimal verilmeyen, uzak görülen bir şey olduğunu ifade etmek için tekrar getirilmiştir. Malûm olduğu için de, fiili hazfedilmiştir. Yani, "Onların halleri, yeminlerini ve ahidlerini kuvvetlendiren birtakım şeylerin geçmesinden sonra, size galip gelmeleri halinde herhangi bir ahde ve andlaşmaya vefa göstermeyip, sizin hakkınızda bunları devam ettirmeyecekleri bir vaziyet olduğu halde, onlarla nasıl başka bir ahid yapılır?" demektir. İşte ayetin ifade ettiği mana budur. Bu ayette bulunan lafızların açıklanması gerekmektedir. Arapça'da, bir kimseden üstün olduğun zaman, iyine damın üzerine çıktığın zaman, denilir. Leys de şöyle demiştir: "Zuhur", bir şeyi elde etmek, onu elde etmeye muvaffak olmak demektir. denildiğinde, bunun manası, "Allah o müslümanları o müşrikler üzerine yüceltti, üstün getirdi" şeklinde olur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Su suretle de galip çıktılar" (Saf, 14) ve "O hak dini bütün dinlerden üstün kılacaktır"(Saf. 9) ayetleri de bu manadadır. Yani, "onu, bütün dinlere üstün kılmak, üstün getirmek içindir, demektir. Bu husustaki sözün özü şudur: Başkasını yenen kimsede, bir kemal sıfatı meydana gelir. Böyle olan herkes, kendisini galip ve üstün görür.. Mağlup olan ise, noksanmış gibi olur. Noksan olan da, kendisini gösteremez, noksanlığını gizler.. Böylece zahara fiili, kinaye yoluyla, galip gelmek manasına gelmiş olur. Zira galip gelme manası da onun levâzımındandır, zarurî sonuçlarındandır. Binâenaleyh, tabiri "Onlar size güç yetirirlerse, size galip gelirlerse..." manasını taşımaktadır. "Gözetip tanımazlar.. buyruğu hakkında Leys şöyle demektedir: "Arapça'da "gözetme" anlamında denilir. Bu, kişinin birini beklemesi, gözetlemesi, gözetmesi anlamına gelir. Yine Arapça'da bekçileri, muhafızları manasında, "kavmin bekçisi..." denilir." Ayette "Sözüme bakmadın" (Tâha, 94)varid olup, manası "sözümü tutmadın, onu gözetmedin" demektir. Ayetteki (......) kelimesine gelince, bu hususta da şu görüşler ileri sürülmüştür: a) Bu, "ahid" anlamına gelir. Nitekim şair şöyle demiştir: "Biz onların, ahidlerinden caydıklarını gördük.. Oysa ki, ahid ve söz sahibi olan kimse, (bundan cayarak), yalan söylemez..." Burada (......), ahid manasındadır. b) Ferrâ, (......) kelimesinin yakınlık, karabet manasına geldiğini söylemiştir. Nitekim şair: "Hayatın hakkı için, senin Hassan Kureyş'e olan yakınlığın, deve yavrusunun, deve kuşu yavrusuna olan yakınlığı gibidir" demiştir. c) (......) kelimesi, yemin anlamındadır Nitekim Evs Ibn Hacer beytinde, bu kelimeyi yemin manasında kullanmıştır. Yani, "yemin.." demektir. d) (......) kelimesi, Allah (c.c)'ın isimlerindendir. Ebu Bekr es-Sıddîk (radıyallahü anh)'in, Müseylime'nin hezeyanlarını dinlediğimde, "Bu söz, (......)'den (Allah'dan) sudur etmez!.." dediği rivayet edilmiştir. Zeccâc bu görüşü tenkit ederek, "Allah'ın isimleri, gerek hadislerden, gerekse Kur'an'dan öğrenilmiştir. Hiç kimsenin, "Yâ (......)!" dediği duyulmamıştır" demiştir. e) Zeccâc şöyle demektedir: "Bana ve Arapça'nın muktezâsına göre, gerçekte (......) kelimesi, bir şeyi keskinleştirme anlamındadır. Nitekim, Arapça'da, kargıya (......) denilmiş olması bu manadadır. Yine "şekilli, dik ve güzel kulaklar" manasında olmaküzere, denilir. f) el-Ezherî şöyle demiştir: (......), Cenâb-ı Allah'ın İbranice'deki isimlerinden birisidir. Bunun Arapçalaştırılmış olması ve böylece de (......) denilmiş olması mümkündür. g) Bazıları şöyle demişler: "Bu kelime, birşey saf hale gelip parladığında, Arapların, bunu ifade için kullandıktan fiilinden alınmıştır.lnci satana (incilerin) parlaklığından ötürü, denilmesi de bu köktendir. Yine parlaklıkta, kargıya benzeyen kulağa da, denilir. Arapçada, denilir, yani, "Onun, sesini yükselttiği bir iniltisi vardır" demektir. Kadın vaveyla kopardığında, İlgili denilir. O halde ahd, bozulma şaibelerinden arınmış, uzak ve adetâ parlak olduğu için, "ili" adını almıştır; yahut da, cemiyetler anlaşma yaparken, seslerini yükselttikleri ve onu ilan ettikleri için bu ismi almıştır. Cenâb-ı Hakk'ın "ne de bir vecîbe (gözetirler)" ifadesindeki "zimmet" ahd manasında olup, cem'i zımem ve zimâm şeklinde gelir. Zimmet, "insanın üzerine gerekli (vacib) olan her şey" manasınadır ve bu zayi etme (gereğini yapmama) halinde, ilgilinin kınanmasına sebep olacak şeydir. Ebu Abdullah şöyle demiştir: "Zimmet, kendisinden dolayı utanılan, yani ondan dolayı zemmedilmekten kaçınılan şey demektir. Nitekim, "O, kendi kendini kınadı, tenkid etti" manasında denilir. Bunun bir benzeri de (günahtan kaçındı), (günahtan vazgeçti) ve (zorluktan çekindi) fiilleridir. Cenab-ı Allah'ın "Sizi ağızlarıyla güya hoşnut ederler, fakat kalbleri dayatır" ifadesi, "Onlar dilleri ile tatlı ve güzel sözler söylerler, halbuki kalblerinde bunun tam aksi bulunur. Çünkü onlar, içlerinde sadece kötülük ve eğer oelirse size ezivet etme niyeti tutarlar" demektir. Allahü teâlâ, "Onların çoğu âşıklardır" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili şu iki soru vardır: Birinci soru: Bu sıfatı taşıyanlar, kâfirlerdir. Küfür ise, fısktan daha çirkin ve kötüdür. O halde, Cenâb-ı Hakk'ın onları iyice zemmedilmeleri gereken bir yerde, "fâsıklar" diye tavsif etmiş olması nasıl güzel ve yerinde olabilir?" İkinci soru: Kâfirlerin hepsi fâsıktır. Binâenaleyh Cenâb-ı Allah'ın, "Onların çoğu fasıklardır" demesinin manası ne olabilir? Birinci soruya şu şekilde cevap verilebilir: Kâfir, dini hususunda bazan âdil, bazan da fâstk ve kötü nefisli olur. Bundan dolayı, bu ayetle murad edilen, ahid bozmayı âdet haline getiren o kâfirlerin ekserisinin, gerek dinleri hususunda, gerekse kavimleri nezdinde fâsık olmalarıdır. Binâenaleyh "fâsık" vasfı da, iyice tenkidi ifade etmektedir. İkinci sorunun cevabı da, geçen cevabın aynısıdır. Çünkü kâfir bazan, yalandan, ahdi bozmaktan, hile ve tuzaktan sakınır, bazan da bu işleri yapar. Böylesi insanlar, bütün insanlara ve bütün dinlere göre kınanmıştır. O halde ayetteki, "Onların çoğu fasıklardır" ifadesiyle, "Onların çoğu, bu kötü sıfatlara sahiptir" manası kastedilmiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh) da bu ayet için, "O kâfirlerin bir kısmının müslüman olup şirklerinden tevbe etmeleri ihtimali vardı. Nitekim bu hal gerçekleşti. İslam'ı kabul edecek olanların bu hükmün haricinde kaldığını göstermek üzere, "Onların çoğu fasıklardır" demiş olması uzak bir ihtimal değildir" demiştir. Allahü teâlâ "Onlar Allah'ın ayetleri mukabilinde, az bir pahayı satın aldılar da. O'nun yolundan halkı zorla men ettiler" buyurmuştur. Bu hususta şu iki görüş vardır: 1) Bununla, müşrikler kastedilmiştir. Mücâhid şöyle der: "Ebu Süfyanb. Harb, kendi müttefiklerine ziyafet vermiş, Hazret-i Peygamberin müttefiklerini (bunun dışında) bırakmıştır. Bunun üzerine onlar, bu ziyafetten dolayı, aralarında olan ahdi bozmuşlardır. 2) Bu ayette bahsedilenlerin, ahdi bozma hususunda müşrikleri destekleyen bir grup yahudi olması da uzak bir ihtimal değildir. Binâenaleyh bu tabirden maksad, o yahudileri kınamak olmuş olur. Bu, Kur'an-ı Kerim'de, sanki hep yahudilere has kılınmış bir ifade gibidir. Bu husus, Allahü teâlâ'nın; "(Onlar), hakkınızda ne bir yemin, ne de bir vecîbe gözetip tanımazlar" ifadesini, bu ayette iki kere tekrar etmesi ile de kuvvet kazanır. Binâenaleyh eğer bu ifade ile müşrikler kastedilmiş olurlarsa bu, sırf (lüzumsuz) bir tekrar olur. Ama bununla yahudiler kastedilmiş olursa, bu bir tekrar olmaz. Bunun için, ikinci mana daha uygundur. Allahü teâlâ daha sonra da, "Onlar, taşkınların tâ kendileridir"buyurmuştur. Bu, "Onlar, Allah'ın dini hususunda, kanun koyduğu hususlar ile, ahd ve anlaşmanın gerektirdiği şeyleri çiğneyip geçerler" demektir. Bunda, son derece ileri bir tenkid (kınama) vardır. Allah en iyi bilendir. |
﴾ 10 ﴿