12"Bununla beraber eğer tevbe ve rücû ederler, namaz kılarlar, zekat verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdirler. Biz, ayetleri, bilecek kimseler için açıklarız. Eğer ahidlerinden sonra yine yeminlerini bozar ve dininize saldınrlarsa. o zaman küfrün o önderlerini hemen öldürün. Çünkü onlar, andlan olmayan adamlardır. Umulur ki onlar bu suretle taşkınlıktan vazgeçerler". Bil ki Allahü teâlâ, kendisi hakkında ne bir (yemin), ne de bir vecibe gözetmeyen, ahdini bozan, münafıklıkta birleşen ve Allah'ın koyduğu kanunları çiğneyip geçen kimselerin hallerini beyân edince, bunun peşine, onların namaz kılmaları, zekat vermeleri halinde, haklarındaki hükmün nasıl olacağını beyan buyurmuş ve bu hükmü de, "Artık onlar sizin dinde kardeşinizdirler" ifadesinde toplamıştır. Bu ifade, imanın bütün hükümlerini taşır. Eğer bu, tafsilatlı bir şekilde açıklanacak olsa, çok uzar. İmdi şayet, "Bir şarta in (eğer) edatıyla bağlanan şey, o şart bulunmadığı zaman, söz konusu olmaz. Bu da, ayette bahsedilen üç şart bulunmadığı zaman, din kardeşliğinin tahakkuk etmemesini gerektirir. Halbuki bu müşkildir. Çünkü çoğu kez o kimse fakir olabilir, yahut zengin olsa bile, (malının üstünden) bir sene geçmeden zekat vermesi ona farz olmaz" denirse, biz deriz ki: Bu hususu, (Nisa, 31) ayetini tefsir ederken, "Bir şarta in edatı ile bağlanan şeyin, o şart bulunmadığı zaman, bulunmaması gerekmeyeceğini" beyan etmiştik. Böylece bu soru zail olur. Alimlerden, "Bir şarta in (eğer) edatı ile bağlanan şey, o şart bulunmadığı zaman bulunmaz" diyenler, bu ayet hususunda şunu söylemişlerdir: Müslümanlar arasında İslam sebebiyle meydana gelen kardeşlik, namaz ve zekat şartlarının ikisine birden bağlanmıştır. Çünkü Allahü teâlâ, kardeşliğin meydana gelmesi hususunda, zekatın verilmesini de şart koşmuştur. Binâenaleyh üzerine zekat vermek farz olmayan kimsenin de, zekatın farz olduğunu kabul etmesi farzdır. Bundan dolayı o (fakir) kimse, zekatın farz olduğunu kabul edince, din kardeşliğinin şartını yerine getirmiş olur. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh), "Ebu Bekr'e Allah rahmet etsin, O, dinî konularda ne derin bir fakihti" demiştir. İbn Mes'ud (radıyallahü anh), bu sdzü ile, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in, zekat vermek istemeyenler hakkındaki, "Allah'a yemin ederim ki, onun birlikte zikrettiği iki şey yani namaz ile zekat arasında ayırım gözetmem" sözünü kastetmiştir. Allahü teâlâ, "Artık onlar sizin din kardeşinizdirler" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki bahis vardır: İhvan ve İhve Kelimelerinin Kullanılışı Birinci bahis: Ferrâ, ayetteki (......) kelimesinin, bir mübtedanın takdiri ile "Onlar, sizin kardeşlerinizdir" manasında olduğunu söylemiştir. Bu tıpkı, "Şayet babalarının kim olduğunu bilmeseniz de, zaten onlar sizin din kardeşlerinizdir..." (Ahzab, 5) ayetinde olduğu gibidir. İkinci bahis: Ebu Hatim şöyle demiştir: "Bütün Basra ulemâsı, "ihve" kelimesinin, neseb bakımından kardeş olanlar hakkında; "ıhvân" kelimesinin de, "dostluk" manasında kardeşlik için kullanıldığını söylemişlerdir." Bu görüş yanlıştır. Zira, hem dostlar hem de dost olmayanlar hakkında ihvan ve ihve kelimeleri kullanılır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Mu minler ancak kardeştirler (ihvetun)" (Hucurat, 10) buyurmuş; ama, neseb yönünden olan kardeşliği kastetmemiştir. Yine ayette, "gerek kardeşlerinizin (ihvani-kum) evlerinden..." (Nur, 61) ayetinde ise neseb yönünden kardeş olanlar hakkında ihvan tabirinde kullanılmıştır. İbn Abbas: "Bu ayet, ehl-i kıblenin kanını akıtmayı haram kılar" demiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Biz ayetleri bilecek kimseler için açıklarız" buyurmuştur. Keşşaf sahibi: "Bu, iki cümle arasına girmiş bir itiraziyye cümlesi olup, bundan maksat, andlaşma yapılan müşriklere ait hükümlerle, o hükümlere riayet etmeye dair tafsilatlı olarak açıklanan şeyleri düşünmeye teşvik etmeye sevketmektir" demiştir. Daha sonra "Eğer ahidlerinden sonra, yine yeminlerini bozar ve dininize saldırırlarsa... " buyurulmuştur. Arapça'da tıpkı, yön ipliğinin eğirildikten sonra, (geri çevrilerek) bozulması gibi, andlaşmayı kesinleştirdikten ve katîleştirdikten sonra, onu bozan kimseler hakkında, denilir. "ipini sağlamca bükdükten sonra söküp bozan..." (Nahl, 92) ayetinde de böyledir. Eymân kelimesi, yemin ve kasem etmek manasında olan, yemîn kelimesinin çoğuludur. Sağ elin ismi olan yemîn kelimesinin, aynı zamanda yemin hakkında kullanılmasının sebebinin ise, andlaşma yapan kimselerin, bu andlaşmayı yaparken sağ ellerini birbirine uzatmış olmaları olduğu ileri sürüldüğü gibi, yeminini yerine getiren kimsenin yeminindeki bereket ve uğurdan dolayı da, kaseme yemin adının verildiği de söylenmiştir. Buna göre ayetteki ifadesi, "onar ahidlerini bozarlarsa..." manasındadır. Burada bozulan ahid hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür: 1) Bu, ekseri ulemânın görüşü olup, buna göre bundan maksat, onların Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e verdikleri ahdi bozmuş olmalarıdır. 2) Buradaki ahid, iman ettikten sonra müslüman olmak manasına hamledilmiş olması mümkündür. Böylece bununla, onların iman ettikten sonra mürted olmaları murad edilmiş olur. İşte bundan dolayı, bu ayeti bazıları, (......) şeklinde okumuşlardır. Hem meşhurdan kıraatten, hem de bu ayetin, ahdi bozanlar hakkında nazil olmasından dolayı, birinci tefsir daha evlâdır. Zira, Allahü teâlâ onları iki gruba ayırmışur. Allah, onlardan tevbe edenleri seçip ayırınca, geriye sadece ahdi bozmaya devam eden kimseler kalmış olur. Cenâb-ı Hakk'ın "ve dininize saldırırlarsa.." buyruğuna gelince, Arapça'da "Onu, kargısıyla dürttü, yaraladı" ve "Kötü sözle yaraladı. ' deniliyor. Leys, şöyle demektedir: "Bazı Araplar, şeklinde kullanır ve bu tabirleri bu şekilde birbirinden ayırırlar. " Buna göre ayet-i kerimenin manası, "Onlar dininizi ayıplar ve dininizi tenkit ederlerse" şeklinde olur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "O zaman küfrün o önderlerini hemen öldürün " buyurmuştur. Bu, "Her ne zaman onlar böyle yaparlarsa, siz de bunu yapın " demektir. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: Nâfi, İbn Kesir ve Ebû Amr, ikinci hemzenin de telyini ile eimmete'l-küfr; diğer kıraat imamları da iki hemze ile eimmetel-küfr şeklinde okumuşlardır. Zeccâc şöyle demiştir. Eimme'nin aslı " dir. Nasıl misal'in cem'i emsile gelirse, bu kelime de imam'ın cem'idir. Ancak ne var ki, iki mim bir araya gelince, birincisi ikincisine idğam edilir ve harekesi ikinci hemzeye verilir. Böylece de kelime elmme haline gelmiş olur. Aynı kelime de iki hemzenin bir arada bulunması nahoş olduğu için ikincisi meksur olan yâ'ya dönüşmüş olur. Bu, bütün nahivcilerce tercih edilen görüştür. Bunu iyice kavradığın zaman biz deriz ki: Keşşaf sahibi şöyle der: Eimme lafzı, hemze ile başlayan ve kendisinden sonra, yâ ile hemze arası bir hemze bulunan bir lafızdır. Açık iki hemze ile okumak, Basralıtara göre makbul olmasa dahi, meşhur olan bir kıraattir. Ama, ikinci hemzeyi açık bir yâ ile okumak ise meşhur bir kıraat değildir. Bunun kıraat olması da caiz değildir. Binâenaleyh, bunu açık bir yâ ile okuyan kimse, kırâatta hataya düşmüştür ve lafzı tahrif etmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın buyruğunun manası, "Bütün kâfirleri, öldürün" demektir. Ancak ne var ki Allahü teâlâ, tebaayı da bu bâtıl şeylere teşvik edenler onlar olduğu için, özellikle onların liderlerini ve reislerini zikretmiştir.. Zeccâc şöyle der: "Bu ayet, zımmînin, İslâm aleyhinde konuşması halinde öldürülmesi gerektiğini ifade eder. Zira, onunla yapılan andlaşma, İslâm aleyhinde bulunmama şartına bağlıdır. Binâenaleyh şayet İslama ta'n edecek olursa, ahdini bozmuş ve ahdine vefa göstermemiş olur." Daha sonra Cenâb-ı Hak, "çünkü onlar, yeminleri olmayan adamlardır" buyurmuştur. İbn Âmir, bunu, hemzenin kesresiyle îmane şeklinde okumuştur. Bu kıraat hakkında şu iki izah yapılmıştır: a) "Onlar için bir emân yoktur." Yani, "Onlara emân vererek emîn kılmayınız.." demektir. Böylece bu ifade, korkutmanın zıddı olan îman (emân vermek) fiilinin bir masdarı olmuş olur. b) "Onlar kâfirdirler, onların İmanları yoktur." Yani, "Onlar için bir tasdik ve bir din söz konusu değildir" demektir. Diğer kıraat imamları ise, hemzenin fethası ile, eymâne şeklinde okumuşlardır ki, bu, "yemin" kelimesinin çoğulu olup, manası, "Onların gerçekten yeminleri, andları yoktur. Onların yeminleri, yemin değildir" şeklindedir. Ebu Hanîfe (r.h), kâfirin yemininin yemin addedilmeyeceği hususunda, işte bu ifadeye tutunmuştur. Şafiî (r.h)'ye göreyse, onların yeminleri de bir yemindir. Ebu Hanîfe'ye göre bu ayetin manası, "Onlar, yeminlerine vefa göstermeyince, onların yeminleri, sanki yemîn olmamış gibi olur" şeklindedir. (Şafiî'ye göre) bunların yeminlerinin bir yemin olmasının delili de, Allahü teâlâ'nın ifadesinde, onların, yeminlerini "bozmakla" vasfeditmiş olmalarıdır.. Binâenaleyh, şayet o yeminler yemin sayılmasaydı, onların bozulmasından bahsetmek yerinde ve doğru olmazdı. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Umulur ki onlar (bu taşkınlıktan) vazgeçerler" buyurmuştur. Bu ifade, Cenâb-ı Hakk'ın, "O zaman küfrün önderlerini hemen öldürün" emriyle ilgilidir. Yani, "Onlardan sudur eden bunca büyük kabahat ve suçlardan sonra, onlarla savaşmanızdaki maksadınz, onları içinde bulundukları küfürden vazgeçirmek olsun" demektir. İşte bu, Allahü Teâlâ'nın insana olan sonsuz keremi ve lütfundandır. |
﴾ 12 ﴿