13

"Ey mü'minler yeminlerini bozan, ve peygamberi sürüp çıkarmayı kuran ve bununla beraber ilk önce sizinle kendileri muharebeye başlayan bir güruh ile dövüşmez misiniz? Onlardan korkacak mısınız? Eğer gerçekten inanmış kimselerseniz, kendisinden korkmanıza daha çok lâyık olan biri varsa o da Allah'dır".

Bil ki Allahü teâlâ, "Ozaman küfrün o önderlerini hemen öldürün" buyurunca, bunun peşinden, o müslümanları onlarla savaşmaya teşvik eden sebebi de zikrederek: "Ey mü'minler, yeminlerini bozan., bir güruh ile dövüşmez misiniz?" buyurmuştur.

Bil ki Allahü teâlâ bu ayette, herbiri tek başına bile, onlarla savaşmayı gerektiren üç sebepten bahsetmiştir. Artık bu üç sebebin bir arada bulunması halinde durum nasıl olur, siz düşünün'. Bunlar şunlardır:

1) Onların, ahidlerini bozmalarıdır. Bütün müfessirler bunu, "ahdi bozmak" manasına hamletmişlerdir. İbn Abbas, Süddî ve Kelbî, bu ayetin, Hudeybiye'den sonra yeminlerini bozan ve Huzâ'a Kabilesi'nin aleyhine Bekroğulları'na yardımda bulunan Mekke kâfirleri hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu ifâde, bir caydırıcılık özelliği taşısın ve başkalarına bir göz dağı olsun diye, andlaşma yaptıktan sonra, onu bozanlarla savaşmanın, başka kâfirlerle savaşmaktan daha gerekli olduğuna delâlet eder.

2)Cenâb-ı Hakk'ın "Peygamberisürüp çıkarmayı kuran..." tabirinin ifade ettiği husustur. Hiç şüphesiz ki bu hal, savaşı gerekli kılan en kuvvetli sebeplerdendir.

Alimler, bu hususta ihtilaf ederek, bazıları bundan muradın, Hazret-i Peygamber hicret ederken, O'nun Mekke'den çıkarılması olduğunu söylerken, bazıları da, o kâfirlerin Hazret-i Peygamberi öldürmek maksadıyla bir araya gelip meşverette bulunduktan sonra, Hazret-i Peygamber'i Medine'den çıkarmalarının kastedildiğini söylemişlerdir.

Diğer bazıları da şöyle demişlerdir: "Tam aksine onlar, Hazret-i Peygamber'i, Mekke'den çıkmaya sevkeden şeyler için bir araya geldiklerinde, O'nu Mekke'den çıkarmayı kastetmişlerdir. Bu şey de, ahdi bozmak ve peygamberin düşmanlarına yardım etmektir. Böylece çıkarma işi, onlardan sudur eden ve Mekke'den çıkmaya sevkeden şeye nisbetie, onlara izafe edilmiştir. " Hak teâlâ'nın "Peygamberi sürüp çıkarmayı kurdular" ifadesinde anlatılan husus, ya bilfiil tahakkuk etmiştir veyahut da, o fiil tamamiyle tahakkuk etmese bile, buna azmetmekle meydana gelmiştir.

3) Hak teâlâ'nın "bununla beraber ilk önce sizinle kendileri muharebeye başlayan" buyruğunun ifade ettiği husustur.

Yani, "Bedir'de savaşmaları ile " demektir. Çünkü onlar, kervan sapasağlam kurtulduğunda, "Biz, Muhammed ve onunla beraber olanların kökünü kazımadıkça dönmeyiz " demişlerdi.

Bir ikinci görüşe göre de Allah, o kâfirlerin, Huzâ'aoğullarının müttefikleriyle savaşmalarını kastetmiştir. Böylece onlar, ilk önce ahdi bozanlar olmuş oldular. Bu görüş, âlimlerin ekserisinin görüşüdür. Cenâb-ı Hak, bu işi başlatanın daha zâlim olduğuna dikkat çekmek için, "ilk önce sizinle kendileri muharebeye başladılar" buyurmuştur.

Allah, bu üç sebebi açıklayınca, buna ilavede bulunarak "Onlardan korkacak mısınız? Eğer gerçekten inanmış kımselerseniz, kendisinden korkmanıza daha çok layık olan biri varsa O da Allah 'dır" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın bu ifadesi, yukarıda zikredilen savaş sebeplerini birkaç yönden kuvvetlendirir:

a) Güçlü ve yeterli birtakım gerekçeler saymak, onları açıklamak onları kuvvetlendirir.

b) Sen bir kimseye "Hasmından korkuyor musun?" dediğinde, bu ifade, o kimseyi hasmından korkmayı kendisine yed iremeyeceği için, bir tahrik olmuş olur.

c) Cenâb-ı Hakk'ın, "Kendisinden korkmanıza daha lâyık olan biri varsa o da Allah'tır" buyruğu da bunu ifade eder.

Buna göre sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Eğer bir kimseden korkuyor, onu nazar-ı dikkate alıyorsan, son derece kudretli, kibriyâ ve celâl, azamet sahibi olduğu için, bilesin ki Allah, kendisinden korkulmaya, nazar-ı dikkate alınmaya daha lâyıktır. Halbuki, o insanlardan gelecek olan zararın en son haddi, öldürülmektir. Ama, Allah'dan beklenene gelince bu, bu dünyada kaçınılmaz olan kınama ve zemm ile âhiretteki çok şiddetli olan azâbdır."

b) Cenâb-ı Hakk'ın, "Eğer (gerçekten) inanmış kimselerseniz..." ifadesi "Siz, şayet Allah'a iman ederek inanmış iseniz, sizin bu savaşa atılmanız gerekir. " anlamındadır. Bu da, "şayet siz, böyle bir savaşa atılamtyor iseniz, sizin mü'min olmamanız gerekir" demektir. Böylece bunun, o mü'minleri o ahdi bozan kâfirlerle savaşmaya sevkeden bu yedi tür manayı ihtiva ettiği sabit olmuş olur. Geriye, ayetle ilgili birkaç bahis kalmıştır:

Birinci bahis: Vahidî, ehl-i meânî'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Sen, "Bunu yapmıyorsun" dediğinde, bilesin ki bu ifade, meydana gelmesi düşünülmüş olan bir şey hakkında kullanılmış olur. Ama sen, "Yapmadın mı?"

dediğinde, sen bu sözü, bilfiil meydana gelmiş, bulunmuş bir iş hakkında söylemiş olursun. Bu iki söz arasındaki fark şudur: Hiç şüphesiz lâ edatı ile, muzarî fiiller olumsuz yapılır. Binâenaleyh, sen bu olumsuzluk edatının başına elif getirdiğinde, bu, gelecekteki bir şeyi yapmaya bir teşvik olmuş olur da, böylece bunu sen, şu andaki işi nefyetmek için kullanmış olmazsın. Binâenaleyh, bunun başına etif geldiğinde elâ, (bu aynı zamanda) hali gerçekleştirmek manası ifade etmiş olur."

İkinci bahis: İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ayetteki "(şöyle şöyle olan) bir kavim ile döğüşmez misiniz" ifadesi, Mekke'nin fethi hususunda bir teşviktir. "Yeminlerini (yani andlarını) bozan bir kavim" ifadesi ile Cenâb-ı Hak Kureyş'in, Hazret-i Peygamler (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müttefikleri olan Huzâ'a Kabilesi'ne karşı Bekr Oğulları Kabilesi'ne yardım edişlerini kastetmiştir. Bundan dolayı Allahü teâlâ, Peygamberine, Kureyş'e karşı harekete geçmesini ve Huzaa Kabilesi'ne yardım etmesini emretmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bunu yerine getirdi ve ashabına, Mekkelilere karşı hazırlanmalarını emretti. Ebu Süfyan b. Harb, Rum (Bizans) İmparatoru Herakl'in yanında bulunuyordu. Bunun üzerine oradan döndü ve Medine'ye gitti. Kendisinden yardım istemek (şefaatçi olmasını taleb etmek) için, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kızı Hazret-i Fatıma'ya gitti. Ama o bunu kabul etmedi. Hazret-i Fatıma bu hususu, oğulları Hasan ve Hüseyin'e söyledi, onlar da bunu kabul etmedi. Bunun üzerine. Ebu Süfyan, Hazret-i Ebu Bekir'den bunu istedi. Oda kabul etmedi. Daha sonra Hazret-i Ömer'e başvurdu. Hazret-i Ömer de işi sıkı tuttu. Hazret-i Ali'ye başvurunca, Hazret-i Ali de keza onun isteğine icabet etmedi. Ebu Süfyan bunun üzerine, Hazret-i Abbas (radıyallahü anh) ile, kendisi ile samimi dost olduğu için ondan eman diledi, o da ona eman verdi. Böylece Hazret-i Abbas eman verdiği için, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona eman vererek, onu saldı. Bunun üzerine Hazret-i Abbas (radıyallahü anh): "Ey Allah'ın Resulü, Ebu Süfyan'da şöhret arzusu ve büyüklük duygusu var. Binâenaleyh ona (bir şeref) ver" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "(Mekkelilerden) kim, Ebu Süfyan'ın evine girerse, o emin olacaktır (ona dokunulmayacak)" dedi. Ebu Süfyan Mekke'ye döndü ve: "Kim evime girerse, o emindir (garantidedir)" diye nida etti. Mekkeliler de, onun başına üşüştüler ve onu güzelce dövdüler. İşte bu esnada Mekke fethedildi. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın söylemek istediği budur.

Hasan el-Basri ise: "Bu ayet ile, bunun murad edifmiş olması caiz değildir. Çünkü Berâe Sûresi, Mekke'nin fethinden bir yıl sonra nazil oldu" demiştir. Bu meselenin doğrusunu yanlışından ayırdedebilme, ancak hadislerle (sahih rivayetlerle) bilinir.

Üçüncü bahis: Ebu Bekr el-Esamm şöyle demiştir: "Bu ayet, Hak teâlâ'nın "Ey mü'minler! Sizin hoşunuza gitmediği halde, üzerinize savaş farz kılındı..." (Bakara, 216)ayetinde de olduğu gibi, mü'minlerin bu savaşı hoş görmediklerine delâlet eder. Bundan dolayı Hak teâlâ onlara, bu ayetleri ile emin kıldı (garanti verdi)."

Kâdi de şöyle der: "Allahü teâlâ bazan, bir farzı yerine getirmeyi kerih görmeyen ve onda kusur etmeyen kimseleri de, yine o farzı yapmaya teşvik eder. Binâenaleyh şayet o, cihada bu gibi teşviklerin fayda vermeyeceğini, mutlaka orada savaşın kerih (nahoş) görüleceğini kastetmiş ise, bu da doğru olmaz. Çünkü Hak teâlâ'nın, böyle bir teşvik olmasa da mutlaka vuku bulacak olan o kerih görmenin meydana gelmemesi için, cihada bu şekilde teşvik etmiş olması da caizdir.

Dördüncü bahis: Bu ayet, bir mü'minin Rabbinden korkması, O'nu nazar-ı dikkate alması, O'nun dışındaki hiçkimseden korkmayıp nazar-ı dikkate almaması gerektiğine detâlet eder.

Savaşı Gerektiren Durumlar

13 ﴿