83"Eğer Allah seni (Tebük'den Medine'ye), onlardan (orada kalmış olanlardan) bir zümrenin (münafıkların) yanına döndürür de başka bir savaşa çıkmaya senden izin isterlerse, de ki: "Bundan sonra benimle birlikte katiyyen sefere çıkamazsınız. Benimle beraber hiç bir düşmanla muharebe edemezsiniz. Çünkü siz ilk defa oturmayı hoş gördünüz. Artık bundan böyle siz, geri kalan kadın ve çocuklarla beraber oturun". Allahü teâlâ münafıkların rüsvaylıklarını ve kötü gidişlerini açıklayınca, onlar hakkındaki bunca tecrübeden sonra en münasip davranışın, onları sefere götürmemekte olduğunu açıkladı. Zira onların Hazret-i Peygamber ile savaşa (maları, birçok müşküata sebep ötüyordu. Şöyle buyurdu: "Eğer Allah seni (Tebük'ten ıdineye), onlardan, yani münafıklardan bir zümrenin yanına döndürürde, başka savaşa çıkmaya senden izin isterlerse, de ki: "Bundan sonra benimle birlikte tiyyen sefere çıkamazsınız" buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifadesiyie, ayet, Allah seni tekrar Medine'ye döndürürse.." manası murad edilmiştir. Rec' imesi bir şeyin, daha önce bulunduğu yere dönmesi demektir. Nitekim Arapça'da, "Onu, geri çevirdim" denilir. Bu, senin tıpkı, "Onu, iyice reddettim, döndürdüm.." demen gibidir, Cenab-ı Hak, "onlardan bir gruba" buyurmuştur; zira, Medine'dekilerin tamamı münafık olmayıp, aksine onların bir kısmı ihlâslı ve mazereti bulunan kimselerdi. "Şayet onlar, seninle beraber (başka) bir savaşa çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: "Bundan sonra artık, siz benimle beraber herhangi bir savaşa katiyyen çıkamazsınız..." Bu, onları tenkîd etme, onları rahmetten uzaklaştırma ve onların nifaklarını ve rüsvaylıklarını ortaya koyma, teşhir etme yerine geçen bir ifadedir. Bu böyledir, zira müslümanları cihada teşvik etmek, Hazret-i Muhammed'in getirmiş olduğu dinde zarurî olarak yer alan bir hükümdür. Onların, savaşa çıkmak için izin talebinde bulunmaya yönelmelerinden sonra, bundan men edilmeleri, onların İslâm'dan çıktıklarının, çeşitli hile ve desiselerle nitelenmiş olduklarının açık bir delilidir. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları, hile ve tuzaklarından sakınmak amacıyla savaşa katılmaktan men etmiştir. İşte bu husus, bu bakımdan onları lanetleme ve tardetme, kovma gibi olmuştur. Bunun bir benzeri de, Cenab-ı Hakk'ın, "Siz ganimetler almak için gittiğiniz vakit, o geri bırakılanlar diyecek ki: "Bırakın, biz de arkanıza düşelim. " Onlar (bununla) Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Bizim arkamıza asla düşemezsiniz siz..." (Fetih. 15) ayetidir. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu men etme işini, "Çünkü siz ilkin oturmayı hoş gördünüz" ayetinin ifade ettiği hususa bağlanıştır. Bununla, onların Tebük Savaşı'na katılmamaları murad edilmiştir. Buna göre bu, "İlk defa sizin muvafakatınıza duyulan ihtiyaç daha fazla idi. Bu ihtiyaç sona erip ve siz de, bizim sizin katılmanıza çok ihtiyacımız olan bir şuada savaşa katılmadığınıza göre, şimdi biz de sizi kabul etmiyor ve size iltifat etmiyoruz..." anlamındadır. Bu ayette geçen merre (kere) kelimesiyle ilgili olarak, Keşşaf sahibi şu açıklamayı yapar: Hak teâlâ'nın bu ayetteki merre kelimesi, merrât (defaatle, birçok kere) anlamında olmak üzere zikredilmiştir. Bu kelimeye evvel kelimesi muzâf kılınmıştır. Evvel kelimesi, merrât kelimesinin müfredine delâlet etmiş, onun yerine kullanılmıştır. Binâenaleyh, evlâ olan ifade tarzının, şeklinde olmasıydı. Yine kendisi, bu soruya şu şekilde cevap vermektedir: Bu iki kullanılışın genel ve umumi olanı, "Hind, kadınların en büyüğüdür" denilip de, denilmeyişidir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Artık bundan böyle siz geri kalan kadın ve çocuklarla beraber oturun" buyurmuştur. Alimler hâlif kelimesinin tefsiri hususunda şunları söylemişlerdir: 1) Ahfeş ve Ebu Ubeyde şöyle demektedirler: (......) kelimesi çoğul olup, bunun müfredî halif'dir. Halif ise, kavmi içinde birine halef olan, onun yerine geçen kimse demektir. Buna göre bunun manası: "Evde halef olup, başkasının yerine geçip oradan ayrılmayan erkeklerle beraber... oturunuz" demektir. 2) Hâlifîn kelimesi, "muhalefet edenler" anlamındadır. Ferrâ şöyle demektedir: "Arapça'da, birisi bir kimseye muhalefet ettiğinde, ona denilir." Ahfeş, evdekilere muhalif olduğu zaman, o kimseye "Falanca, kendi ev halkına çok muhalefet edendir.." denilir. " Leys de, "Muhalefeti çok ve fazla" anlamında, "Bu adam, çok muhalefet edendir" ve "Muhalefet eden kavim, topluluk denilir" demiştir, Bu kelimeyi çoğul yaptığındaysa, hâlifûn dersin. 3) Halif kelimesi, "Fasit olan, bozulan" anlamına gelir. Esmaî şöyle demiştir: "Arapça'da, tamamiyle uzaklaşıp, bozulduğunda, işe yaramadığında, o şey hakkında (Hiçbir işe yaramadı, bozuldu) denilir. Yine bozulup işe yaramadığında"süt bozuldu"; ve "şıra bozuldu.." denilir." Sen bu üç manayı iyice kavradığın zaman, bilesin ki, lafzın bu manalardan her birine hamledilebileceğinde hiç şüphe yoktur. Çünkü o münafıklarda bütün bu sıfatlar bulunmaktaydı. Bil ki bu ayet, bir kimse, kendisiyle yakın alâkası bulunan kimselerden hile, desise ve tuzak görüp, bunların gereğini yerine getirme hususunda bütün gücüyle gayret sarfettiklerini müşahede ederse, bu kimsenin onlarla olan münasebetini sona erdirmesinin ve onlarla dost olmaktan kaçınmasının şart ve gerekli olduğuna delâlet eder. |
﴾ 83 ﴿